“Spor Yaz Okulları”nın açılışı sonrası Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek'le ayak üstü de olsa iki satır muhabbet etme imkanı bulduk...
Sohbetimiz top sahasının içinde olunca, konumuz da doğal olarak spor oldu tabi ki...
“Ayak üstü” dediğime bakmayın siz, nereden bakılırsa bakılsın 35-40 dakika yuduk yumduk...
Hem amatör hem de profesyonel branşlarda, Konya'nın sporuna nasıl bir katkı konulabilir, nasıl bir yol izlenebilir, bu şehir nasıl spor şehri olur, bunlar konuşuldu, ayak üstü, ama samimi sohbette...
Hem tesisleşmeyle, hem de sportif organizasyonlarla Konya'nın bu alanda da sözsahibi olmasını istiyor Tahir Akyürek...
Ağzından çıkan her kelimenin, kurduğu her cümlenin samimiyetine inandım...
Dahası inandırdı beni...
Tabi ki orada bulunanları da...
Tahir Bey ile yaptığımız bu sohbetin satır aralarından ben şunu çıkardım:
“Türkiye'de ses getiren, kıskandıran, fesatlandıran tesisler yaptıysak, yapmaya da devam ediyorsak, bu tesislerin içini doldurmak gibi de bir sorumluluğumuz var” demeye getirdi lafı...
Haksız da sayılmaz...
42 bin kişilik stad, 10 bin kişilik salon yapmışsınız neye yarar!
Bu “kıskandıran” 42 binlik stad ile “fesatlandıran” 10 binlik salonunda oynayacak takımın yoksa, stadın 100 binlik, salonun 20 binlik olsa ne yazar, olmasa ne yazar...
Kim söylemişse güzel söylemiş: "Neyleyim köşkü, sarayı, içinde salınan yar olmayınca"diye...
Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek'de bunu bildiği için, özellikle futbolda Torku Konyaspor'un basketbolda ise Torku Konya Selçuk Üniversitesi'nin lige tutunmaları ve ligde daha iyi yerlere gelmelerinin şart olduğunun altını çizdi...
Hatta Başkan Akyürek, bana göre çok çok önemli bir müjde de verdi...
Selçuk Üniversite basketbol takımını kendi bünyelerine katabileceklerini, dolayısıyla sarı-mavili takımın, özellikle bu sezon lige tutunmasını arzu ettiğini söyledi...
Başkan bu sözleri laf olsun diye söylemedi...
Kendinden emin, samimi ve kararlıydı...
Akyürek'i az çok tanıdım...
Nerede samimi, nerede samimi değil biliyorum artık...
Bu açıklamalarında zerre kadar “bir yerlere yatırım yapıyor” diye algı oluşmadı bende...
He valla...
Şehrin spor şehri olması noktasında, stadların ve salonların dolması noktasında kararlı, fikir alıyor, fikir veriyor, istişareler yapıyor...
Örneğin futbolcu yetiştirme noktasında “Kendi oyuncumuzu kendimiz yetiştirelim” gibi çok çok önemsediğim, önemsenecek bir projesi var...
Futbolu ve futbolcuyu menajerlere teslim etmemenin, en iyi yolunun kendi futbolcunu yetiştirmekten geçeceğinin altını çizen Akyürek, “Kendi futbolcumuzu yetiştireceğimiz bir sistem oluşturalım. Oluşturacağımız profesyonel bir ekiple Türkiye’yi tarayıp kendi yıldızımı kendimiz çıkaralım. Ve bulacağımız yetenekli oyuncuların tüm ihtiyaçları ile biz ilgilenelim. Söylediğim gibi tam donanımlı bir alt yapı sistemi ile kendi futbolcumuzu kendimiz yetiştirelim” derken de samimiydi...
Özellikle menajerler noktasındaki rahatsızlığını sezdim...
Tahir Bey bu konuya daha duyarlı olsun diye de, Hleb'in menajerinin 350 milyara yakın para kazandığını fısıldadım kendisine...
Hayretler için de kaldı...
Kalmaması mümkün mü?
Menajere verilen paranın Avrupacası 125 bin euro, Türkçesi 350 bin TL...
Başkan haklı...
Futbolu ve futbolcuyu kurtarmak lazım bu sistemden...
NOT: Tahir Başkan ile 1-2 kez biraraya geldik ya, “münafık” çevreler, “vakit nakittir” diyerek, başladılar etten önce kazana atlamaya...
İstiyorlar ki, sürekli hır-gür çıksın...
İstiyorlar ki, kaotik ortam devam etsin...
İstiyorlar ki, çatışma durmasın...
“Münafık”lıktan beslenenlerin ellerine ne geçecekse?
Tövbe yarabbi...
Şükürler olsun “münafık” değilim, “münafık”lıktan beslenen de...
Bundan sonra ben de baskın olan, duygu, sevgi, saygı ve samimiyet...
Gerisi hikaye...
xxx
MERAM'INI KİME ANTALACAK MERAM
İçime dert olurdu 1-2 laf etmezsem...
Salı günleri izin günüm...
Yıllar var ki Meram'a gitmişliğim yok...
Mubarek gün “Serinleyelim, ayağımızı suya sokalım” diye kurduğumuz hayali gerçekleştirmek için gittik Meram'a...
Gitmez olsaydım, görmez olsaydım...
“Meram” diye birşeyin kalmadığını görmek, canevimden, hem de tam 12'den vurdu beni...
Meram bitmiş...
Meram tükenmiş...
Meram taşlaşmış...
Meram cıvıl cıvıl değil artık...
Meram'da ne bağ kalmış, ne bağbancı...
Ne çayır kalmış, ne çimen...
Ne çağlayan, ne damlayan, ne de akan bir damla su...
Ne gül, ne güle aşık olan bülbül...
Bir bir terketmişler Meram'ı...
Ya da terkettirilmişler...
Üzüldüm...
Hem de çok...
“Meram”ını kime anlatacak Meram...
Taşlaşmış yüreğini, odunlaşmış gövdesini, olmayan gölgesini, akmayan suyunu, şakımayan bülbülünü?
Sahi kime anlatacak ya da kim anlayacak?
Meram, Meram olalı, böyle bir zulüm görmüş müdür bilemiyorum...
Gerçekten kim sahip çıkacak 7 düvele, 70 vilayete, 700 kasabaya nam salmış Konya'nın “Yeşil Meram!”ına...
“Yeşil olur şu Konya'nın Meram'ı” diye türküler yakan Ahmet Özdemir, gitmese de, görmese de gönül gözüyle hissediyordur Meram'ın ahvalini..
Meram'a daha fazla kıymayın efendiler...
Meram'a yapılan, ayıptır, zulümdür, cinayettir...
Vatanını, Milletini, Bayrağını, Memleketini seven biri veya birileri Meram'ın derdiyle dertlensin...
Meram aklını oynatmak üzere...
Meram bir giderse daha da gelmez...
Benden söylemesi.