Bilindiği üzere, hep ‘Selam duâsı’yla yazımıza başlıyoruz.
‘Aşk olsun. Aşkınız cemâl olsun. Cemâliniz nûr olsun. Nûrunuz ayn olsun.’
Başladığımız 14. beytimize bir süre daha devam edeceğiz inşallah. Beytimiz şöyleydi:
“Akla arkadaş olmak akıldan geçmekten başka bir şey değildir. Nitekim dile de kulaktan başka müşteri yoktur.” (14. Beyit)
Geçen yazımızda bıraktığımız yerden devam edelim istiyoruz sevgili okurlar. Akıldan aşka gelmiştik. Şerefli kitâbımız Kur’ân-ı Kerim’de aşk sözü geçmez ancak Allah Teâlâ’ya duyulan şiddetli muhabbet ‘aşk’ olarak isimlendirilir. Cenâbı Hak aşk tohumunu kulunun gönlüne eker, sonra da, sevgisiyle onun gönlünü kuşatır, böylece âşık kendini lüzumsuz yere meşgul eden duyguların tesirinden kurtulmuş olur. Neticede kul hakiki sevgilinin peşine düşer, onun varlığında kendi varlığını yok eder. Hakk’ın sevgisini başka bir şeye asla değişmez. Sonuçta kul aşka erişir. Aşkta sınır yoktur ama akıl da sınır vardır.
Aşk nedir? Diye sorsak. Cevâben deriz ki, Ballar balını bulmaktır. İnsanın en değerli uzvu olan yüreğini asıl sâhibine teslim etmektir, diyebiliriz. Âşık kimdir? Dersek bu sefer de, Cenâbı Hakk’ın seçkin kullarıdır, deriz. Vahyin hakikatlerine kulak verenler, aşk yolunda yürürler. Onların tüm sâyu gayretleri yüreklerinin tam merkezine Hakk’ı koyabilmektir. Bunun için çaba ve mücâdele gösterirler. Onlar için hayattaki en büyük hazine budur.
Şunu belirtmek yerinde olacaktır, akıl, bağlamak; aşk ise bağlanmaktır. Akıl, yalnızca aşkı bağlayamaz. Zira Cenâbı Hak kendine bağladığını kimseye çözdürmez. Aklı aşk ile bağlayamayana daîma nefis kılavuz olur. Aşk, dîni nefse sevdirir, boyun eğdirir, susturur, bu mânâda aşk, nefisle dost ve arkadaş olur ve onu serbest bırakır. Bu sebeple, kalp şuur kazanır. Bâzı vakitler aklın, ‘ben bundan öteye geçemem’ demesi, aklın güçlenmesini gösterse de, aslında bu kalbin eylemidir. Bilelim ki, gönül sınır tanımaz, ötelere yolculuklar yapabilir ama aklın gücünün sınırları bellidir onda böyle durumlar söz konusu olamaz.
Aşk, kulun nefsini terbiye etmesi neticesinde ortaya çıkar. Aşk, nefis ve akıl sahasına hapsedilemez. Yalnızca aklın veya yalnızca gönlün etkin olduğu davranışlar eksiktir. Çünkü kişide akıl olmazsa sorumluluk yâni mükellefiyet kalkar. Gönül olmazsa o zaman da, insan her yaptığı işi duygusuzca âdeta robot gibi yapar. Bâzı merhalelerden sonra akıl, sevgiyi derken aşkı bulur, sevgi ve aşk da aklı tanır, bilir. İkisi birbiriyle kucaklaşırsa işte o zaman tam uyum gerçekleşir. Aşk iç âlemde yaşanır, bâzen bilinir bâzen sırdır, kimi zaman da, sır olmaz, olamaz. Anlayabilmek ancak erbâbının işidir. Hallâcı Mansur; ‘Enel Hak’ derken onu kim anladı, derhal darağacına götürdüler. Aşkından canını, canı verene teslim eden ‘aşk şehidi=aşk kahramanları’nı hatırlayalım.
Beyitteki akla arkadaş olmak için akıldan geçmek hakikatinin aslı budur. Aşkı ve âşıkları anlamak aklın işi değildir. Bâzı durumlarda aşk, devre dışı kalabiliyor. Cenâbı Hak kuluna muhabbet ederse ona üç şey ihsan eder. 1-Selim kalp 2-Kerim ahlak 3-Kuvvetli akıl Bilindiği gibi akıl, kalbin bir fâliyetidir ama bütünüyle kalp değildir, kalbin en önde gelen icraatidir. Peygamber aleyhisselam; ‘Allah akıldan değerli bir şey yaratmamıştır’ buyuruyor. (Gazali, İhya, I/217) buyurdular. Hz. Ali (r.a); ‘İnsanı, şeref ve izzet sâhibi yapan üç şey vardır. Bunlar; Akıl, din ve ilimdir.’ Der. (Maverdi, Edebü’d-Din ve’d-Dünya, s.4, 11)
Kur’ân-ı Kerim’de de akıl mefhumu geçer. Cenâbı Hak; “Burada akıl sâhipleri için (işâretler) vardır.” (Taha, 12) buyurur. Başka bir âyette: “Biliniz ki, Allah ölümden sonra hayat verir, biz âyetlerimizi (ilâhî kudretimize delil) aklınızla kavrayasınız diye size apaçık beyan etmekteyiz.” (Hadid, 17) hakikatini insanların önüne sunar. Demek ki, insanı insan yapan ve ona mükellefiyet-sorumluluk yükleyen akıldır. Akıl gücü, insana doğuştan verilmiş bir yetenektir. Ama bu güç her insanda değişiklik arz eder, bu durum Rabbi Teâlâ’nın adâlet gereğidir.
Akıl neden vardır? Desek, cevaben deriz ki, akıl düşünmek, doğruyu bulmak, cehâletten kurtulmak adına ibret almak, öğüt dinlemek, hidâyete kavuşmak, Kur’ân’ı anlamak, gönlü inkişaf ettirmek içindir. Din ve dîni kaynaklar aklı ilmiyle besler, terbiye eder, Hakk’ı yansıtacak şekilde insanın şahsında tecellisini gösterir. Şunu hatırlatmak dileriz ki, dînin kaynağı ‘vahiy’dir, akıl değildir. Hanı bâzıları diyorlar ya; ‘Aklım yatmıyor bu hükme’… Bunlar son derece tehlikeli olan aklın tuzaklarıdır. O sebeple aklı, vahyin emrine vermek gerekir. Bu şekilde akıl, ‘aklî selîm’ olur. Selim akıl; arı-duru, tahrif olmamış Hakk’ın nûrunu yansıtan fıtrat mahsulüdür. Bu akıl yaratılış gâyesini çözmüştür, kula kul değil o yalnızca Hakk’a kul olur. Bilelim ki, akıl kulluk için vardır. Kalp de, kulluk için vardır.
Bugün aklın korunmasının hayâti ehemmiyeti vardır. Yüce dînimizce haram olan içki, uyuşturucu gibi insanın düşünemez ve aklını kullanamaz hâle getiren şeyler yasaklanmıştır. Ayrıca insanın aklını kullanabilmesi için fikri ve düşüncesi hür ortamlarda bulunması zaruridir. Müslüman insanların gerici-yobaz-şeriatçı gibi yaftalarla damgalandığı mekanlarda tabi akıl tam görev yapamaz. Aynı zamanda insanlara; ‘Şöyle olacaksın, bunları giyeceksin, başörtü takmayacaksın’ dayatmalarının olduğu yerlerde de, akıl sağlıklı düşünemez. Akıl huzur ortamında gelişir, serpilir. Şurası kesin ki, İslâm’ın yaşanmadığı ortamlarda insanlar hasta bir akılla ve hasta bir kalp ile yaşamaktalar. Yüce ve Aziz olan Rabbim bizlere selâmetler ihsan buyursun inşallah efendim.
Hayırlı Cumâlar.