Ahmet Kuş’la kültür ve fotoğraf üzerine...

Ahmet Kuş Kimdir?1968 yılında Konyada doğdu. Mahmut Şevket Paşa İlkokulu, Karma Ortaokulu, Fatih Endüstri ve Meslek Lisesinde okudu.

 Anadolu Üniversitesi, Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümünden 1990 yılında mezun oldu. Çalı dergisi ile Yeni Gazete’de kültür-sanat üzerine yazıları ve fotoğrafları yayımlandı. Halen Yeni İpek Yolu, Lonca dergilerinde ve Merhaba gazetesi Akademik Sayfalar ilavesinde fotoğraf - gezi yazıları yazmaktadır.   

Zengin bir fotoğraf arşivi ve eski Konya fotoğraflarından oluşan bir siyah beyaz fotoğraf koleksiyonu vardır. Ülkemizde son 15 yıl içerisinde yayımlanan dergi, kitap, katalog ve albümlerden oluşan bir fotoğraf ihtisas kitaplığına sahiptir. 

Çeşitli konularda dia gösterileri yaptı. Fotoğraf yarışması seçici kurullarında bulundu. Katıldığı ulusal ve uluslar arası fotoğraf yarışmalarında başarılar elde etti.

Konya Kültür, Sanat ve Fikir Adamları Derneği ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir. Evli ve iki çocuk babasıdır. Halen ticaretle iştigal etmektedir.

YAYIMLANAN KİTAPLARI
Sille Fotoğraf Albümü (2004), Konya ve İlçelerindeki Selçuklu Eserleri Fotoğraf Albümü (2004), Konya’daki Beylikler Dönemi Eserleri (2005), Konya’da Osmanlı Dönemi Eserleri Fotoğraf Albümü (2005), Türkiye Mevlevîhaneleri Fotoğraf Albümü (2005), Türkiye Mevlevîhaneleri Fotoğraf Sergisi Katalogu (2005), Dünya Mevlevîhaneleri Fotoğraf Albümü (2006), Hama Fotoğraf Sergisi Katalogu (2006), Dünya Mevlevîhaneleri Fotoğraf Sergisi Katalogu (2006), Bir Zamanlar Konya (2007), Konya’daki Selçuklu Çini Örnekleri (2007), Hz. Mevlâna İstifli Hat Levhaları Albümü (2007), Rumeli’de Osmanlı Mirası Cilt 1 (Arnavutluk – Makedonya) (2007), Anadolu Selçuklu Eserleri Fotoğraf Albümü (2 Cilt) (2008)

Küçükkoner: Fotoğraf sanatına ilginiz nasıl başladı? Sanatın diğer dallarına değil de neden fotoğrafa yöneldiniz?
Kuş: Funda Hanım, gazetemiz Merhaba’da yayımlanan söyleşilerinizi ilgiyle ve beğeniyle okudum. Hatta o söyleşileri kesip, arşivime koydum. “Akademik Sayfa” yazarları şehrimize gönül veren, her daim Konya için çalışan çok kıymetli bir kadro. Bu söyleşiler vesilesiyle yazarlarımız hakkında çok güzel malumatlar edindik. Öncelikle bu söyleşiler için size teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Fotoğraf sanatına ilgim 1989 yılında üniversiteden mezun olduğum yıl başladı. Aslında daha önce azda olsa fotoğrafla ilgileniyordum fakat bu ilgi çok amatördü ve gelip geçici bir heves gibiydi. Kütahya’da fakültede okuduğum yıllarda küçük basit bir fotoğraf makinesi ile tarihî eserler, eski evler, tabiat ve insan fotoğrafları çekiyordum ama bu çalışmaların sanatla pek ilgisi yoktu. Bu amatör çabaların bir tek faydası oldu. Bu vesileyle fotoğrafa olan ilgim devam etti ve mezuniyetten sonra fotoğrafçılık, hayatımın bundan sonraki evresinde neredeyse her şeyin önüne geçti. Aynı yıl dayım Feyzi Şimşek’le birlikte Alâeddin Caddesi’nde fotoğraf malzemeleri satılan ve küçük bir stüdyosu da olan bir işyeri açtık. Böylelikle üniversite yıllarında hobi olarak başladığım fotoğrafçılık aynı zamanda mesleğim oldu. Demek ki fotoğrafa olan ilgimiz geçici değil, ömür boyu sürecek kalıcı bir sevgiymiş. Bu tarihten itibaren hayatıma giren fotoğraf bundan sonraki süreçte hep ilk önceliğim ve çok sevdiğim mesleğim oldu. İşletme bölümünden mezun olan diğer arkadaşlarımdan farklı bir kulvarı seçtim. Öğrenim gördüğüm alandan çok farklı bir alana geçişim aslında çok büyük bir riskti ama hayat bazen risk almayı gerektirir. Her şey bir yana bu Allah’ın takdiri. Kader bize bu yolu çizmiş ki bize de bu yoldan yürümek düşer. Şu anda bulunduğum noktadan baktığım zaman fotoğrafçılığı Allah’ın bana bir lütfu olarak görüyorum. 1980’li yıllar ülkemizde renkli fotoğrafçılığın yeni yeni geliştiği yıllar. Siyah beyazdan renkliye geçiş daha önceki yıllarda oldu fakat 80’li yıllar renkli fotoğrafçılık açısından bir milat sayılır. Siyah beyazdan sonra renklerin göz alıcı dünyasına geçivermek insanlara çok cazip geldi. Yeni bir teknoloji olmasına karşın halk arasında renkli fotoğrafa karşı olağan üstü bir ilgi oldu. Halkımızın yeni olan her şeye aşırı ilgi duyma meyli fotoğrafta da tecelli etti. Sadece Konya’da değil ülkemizin her tarafında renkli fotoğraf stüdyoları açılmaya başladı. Bu furya öyle bir noktaya geldi ki daha önce hiç stüdyo bulunmayan ilçelerde bile stüdyolar açılmaya başladı. Bu yıllarda fotoğrafa olan bu aşırı ilgi fotoğrafçılığı en popüler meslek haline dönüştürdü. Stüdyolarda çalışan kalfalar, ortaklıktan ayrılanlar hatta hiçbir fotoğraf eğitimi almayanlar bile kendi stüdyosunu açmaya başladı. Bu aşırı ilgi ortamında bizimde farklılaşıp, ön plana çıkmamız için kendimizi yetiştirmemiz gerekiyordu. Meslekte usta – çırak ilişkisiyle yetişmediğimiz için daha çok çalışıp, bu farkı kapatmamız gerekiyordu. Fotoğrafçılığın inceliklerini öğrenebilmek için fotoğrafla ilgili ne bulursam alıp, okuyordum. Bir süre sonra mesleğe olan sevgim ve aşırı ilgim sayesinde fotoğrafçılığı en ince ayrıntısına kadar öğrendim. Filmleri, fotoğraf makinesini, ışığı ve rengi tanıyıp, meslektaşlarımla olan farkı kapattım. Bu öğrenme sürecinden sonra gelen adım ise fotoğrafçılığı sanat olarak da benimsemek oldu. Evimiz Hz. Mevlâna Dergâhı’nın arkasında olduğu için eve gidiş gelişlerimde Hükümet Konağı’nın oradan geçiyordum. Bir gün Hükümet Konağı’nın karşısındaki köşede küçük bir binanın alt katındaki kırtasiyecinin vitrininde bulunan REFO Fotoğraf Sanatı Dergisi’ni fark ettim ve mevcut olan tüm sayılarından birer nüsha satın aldım. Yanlış hatırlamıyorsam bu dükkânın adı “Konak Kırtasiye”ydi. Şu anda Avea bayisi olan bu tarihî binada faaliyet gösteren kırtasiyeciden satın aldığım REFO dergileri fotoğraf sanatının inceliklerini öğrenmem için iyi birer kaynak oldu. Derginin yeni sayıları çıktıkça buradan satın alıp, bir solukta okuyordum. O yıllarda fotoğrafla ilgili yayın bulmak pek kolay olmadığından dergi benim için çok önemli bir kaynaktı. Daha sonra internet yaygınlaşınca işimiz daha da kolaylaştı ve sanal ortamda fotoğrafla ilgili birçok bilgiye erişme imkânımız oldu. Bu arada ülkemizde fotoğrafçılıkla ilgili yayınların sayısı da artmaya başladı ve benim fotoğrafçılıktaki kendi kendime eğitim sürecim daha da hızlandı. Bu arada işin teorisini hallederken çokça fotoğraf çekmeye devam ettim ve Allah’ın izniyle fotoğrafçılığın tüm inceliklerine vakıf oldum.                         

Küçükkoner: En çok neyin fotoğrafını çekmeyi seviyorsunuz?
Kuş: Fotoğrafa ilk başladığım yıllarda her şeyin fotoğrafını çekiyordum, o dönemde belirli bir seçiciliğim yoktu fakat zamanla tarihî eserler, tabiat ve insan gibi belirli konulara yöneldim. Tabi bu her şeyin fotoğrafını çekme süreci ilk günlerin heyecanıyla oldu. Daha sonraki yıllarda bu işin böyle olmayacağını, belirli konularda uzmanlaşmam gerektiğini öğrendim. Böylelikle benim için fotoğrafçılıkta yeni bir dönem başladı. Artık fotoğraf çekerken her konuya değil sadece belirli konulara odaklandım. Bu ilgi sınırlaması başarıyı da beraberinde getirdi. Bence sanat fotoğrafında insan öğesi belirleyici temel unsur. Fotoğrafa anlam katan en önemli tema. Fotoğrafçılıkta sadece tabiat fotoğraflarında insana yer verilmez çünkü uluslararası fotoğraf otoriteleri tarafından belirlenen bir tabiat fotoğrafında neler bulunmalı ya da nelere yer verilmez gibi bir tavsiye listesi vardır. Bu listeye göre bir tabiat fotoğrafı tamamen doğal unsurlardan oluşmalı, kadrajda sonradan üretilen insan, araba gibi hiçbir şey bulunmamalıdır. Benim fotoğrafçılıkta en fazla çektiğim konulardan birisi ise ihtiyar insan portreleridir. Özellikle ihtiyarların yüzündeki nurani bakışı ve yılların izlerini taşıyan hatları yansıtmak en fazla değer verdiğim konudur. Birde çocuk yüzlerindeki saflık ve masumiyet hep ilgimi çekmiştir.         

Küçükkoner: İnsanlardaki vücut dili gibi fotoğraflarında bir dili, vermek istediği bir mesajı var mıdır? 
Kuş: Elbette her fotoğrafın vermek istediği bir mesaj vardır. Kadim dostum İbrahim Dıvarcı’nın fotoğrafla ilgili bir sözü vardır. O “Çekilen her fotoğraf kâinat kitabını anlamaya yönelik bir adımdır” der. Yalnız şunu belirtelim ki burada bahsettiğimiz sanat fotoğrafıdır. Öbür türlü dünyada her saniye milyonlarca fotoğraf çekiliyor. Dijital teknolojinin yaygınlaşmasıyla herkes fotoğraf makinesini cebinde, çantasında taşımaya başladı. Tabii ki cep telefonuyla ya da basit kompakt bir makineyle çekilen fotoğraflar hatıra fotoğrafı olmaktan öteye geçemez. Sanat fotoğrafında benim ölçüm bakıldığı zaman fotoğraf ne kadar akılda kalıyorsa o kadar başarılıdır. Yoksa amatörler tarafından hatta profesyoneller tarafından bile milyonlarca fotoğraf üretiliyor. Bu fotoğrafların hepsinin de bir mesaj vermesini bekleyemeyiz elbette. Meselenin kolayca anlaşılması için bir örnek vermek istiyorum. Benim bir kez bakıp ta ömür boyu unutamadığım fotoğraflardan biri 1988 yılında Irak’ın Halepçe kasabasında zehirli gaz bombardımanından sonra usta fotoğrafçı Ramazan Öztürk tarafından çekilen bir fotoğraftır. Fotoğrafta yerde yatan bir anne ve kucağında kollarının arasında sarılı bulunan küçük çocuğu yer alıyordu. Bu fotoğrafı görünce çok duygulandım, çok etkilendim. Fotoğraf öyle başarılıydı ki tüm dünyaya savaşın hele birde zalimce, savunmasız sivil halka karşı yapılan bombardımanın acı yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu. “Sessiz Tanık” adlı bu fotoğraf o kadar başarılı oldu ki Time, Newsweek gibi dergilerde yayınlandı, onlarca ödül aldı. 
Küçükkoner: Fotoğrafçılıkta kimleri örnek aldınız? Hangi sanatçıların fotoğrafları sizi daha çok etkiledi?
Kuş: Ülkemizde fotoğraf sanatına gönül vermiş çok kaliteli sanatçılar var. Bu sanatçıların çoğu dünya çapında işlere imza atan kişiler. Elimden geldiğince fotoğrafla ilgili her çıkan yayını takip etmeye çalışıyorum. Süreli yayınları, kitapları ve albümleri alıp, istifade ediyorum. Yayınlara ulaşamazsam bu isimlerin internet sitelerini inceleyip, çektikleri fotoğraflara bakıyorum. Özellikle İbrahim Zaman, İzzet Keribar, Hüsnü Gürsel ve Mustafa Yılmaz çok değer verdiğim sanatçılar. Hepside aynı zamanda çok sevdiğim dostlarım. Bugün Türk fotoğrafı bir yerlere gelmişse bu isimlerin bunda katkısı büyüktür. Bu sanatçıların hepside fotoğrafa 30 – 40 yılını vermiş otorite şahsiyetlerdir. Ayrıca fotoğraf camiasında beyefendilikleriyle tanınan ve sevilen kişilerdir. Benim örnek aldığım ve fotoğraflarına bakmaktan zevk aldığım fotoğrafçılar elbette ki bu isimlerle sınırlı değil. Özellikle doğa konusunda çok güzel çalışmalara imza atan Cüneyt Oğuztüzün de iyi bir fotoğrafçıdır. Atlas dergisi için hazırladığı dosyaların tamamı kamuoyunda ses getirici çalışmalardır. Birde Arif Aşçı’nın siyah beyaz çalışmalarını unutmamak gerek. Arif Beyin siyah beyaz fotoğrafları benim için efsane fotoğraflardır. Özellikle “İstanbul Fotoğrafları” ve “Bahtabakan” serisi harika bir çalışmaydı. Siyah beyaz zor bir alan, çok ciddi çalışmayı gerektirir ve Arif Aşçı ortaya çıkardığı işlerle siyah beyazın hakkını veriyor. Bu isimler sadece şu anda aklıma geliverenler. Bunlardan başka Türk fotoğrafına gönül veren ve yıllardan beri çok kaliteli işler üreten onlarca usta isim var ama saydığım isimler benim çalışmalarına çok değer verdiğim ve etkilendiğim sanatçılar.       

Küçükkoner: Bildiğiniz gibi dünyada her alanda olduğu gibi fotoğraf alanında da her geçen gün yeni teknolojiler geliştiriliyor. Teknolojik gelişmelerin fotoğraf sanatına tesirleri nelerdir?
Kuş: Funda Hanım, özellikle fotoğrafçılık teknolojilerinde son yıllarda çok hızlı bir değişim yaşandı. Yeni geliştirilen dijital fotoğraf makineleri fotoğraf sektörünü alt üst etti. Dijital teknolojinin yaygınlaşmasıyla birlikte renkli film kullanan makinelere olan ilgi azaldı. Özellikle ülkemiz için konuşmak gerekirse çekilen fotoğrafı hemen ekranda görmek insanlarımızın çok hoşuna gitti. Dijital fotoğraftaki bu kolaylık filme olan ilgiyi azalttı. İnsanlar evlerinde birkaç tane fotoğraf makinesi bulunmasına rağmen dijital bir fotoğraf makinesi satın aldılar. Birde cep telefonlarının yeni modellerine fotoğraf ve video kaydı yapabilme özelliği eklenince durum daha da değişti. İşin sanat yönüne gelince fotoğrafla sanat olarak ilgilenen kişilerin neredeyse tamamı dijital fotoğrafa geçti. Böylelikle dia film ve negatif film kullananların sayısı da iyice azaldı. Talep olmayınca film üretimi azaldı, dia üretimi ise bitme noktasına geldi. Daha önce amatör fotoğrafçıların çokça kullandığı dia filmleri kolayca bulmak mümkünken şu anda dia satılan fotoğrafçı hiç kalmadı. Birde talep azaldığı için dia film ve banyo fiyatlarında anormal bir artış oldu. Durum böyle olunca sanatçılar ister istemez dijital fotoğrafa yöneldi. Ben son aşamaya kadar klasik yöntemlerde ısrar ettim fakat geçen yıl mecburen dijitale geçmek zorunda kaldım. Bazı arkadaşlar dijitalin sonuçlarını çok beğeniyor fakat benim gönlüm hâlâ filmden yana. Hatta bazen eski makinelere renkli negatif film takıp, çekim yapıyorum. Daha sonra negatifi banyo ettirdikten sonra taratıp CD’ye attırıyorum. Sonuç dijitale göre daha güzel, özellikle renkler çok daha gerçekçi çıkıyor. Yalnız dijital makinelerin bir özelliği var ki onu belirtmem gerek, iç mekân çekimlerinde filme göre çok avantajlı. İç mekân çekimlerinde sıfıra yakın ışıkta bile ISO değerini yükselterek kaliteli çekim yapmak mümkün. Birde dijital makinelerde ters ışık şartlarında yapılan çekimlerde (+ -) modlarıyla müdahale ederek en uygun ışığı bulmak mümkün. Buda dijitalin sağladığı çok önemli bir üstünlük.          
• Devam edecek

Küçükkoner: Fotoğrafçılıktaki dijital teknolojisinin yaygınlaşması stüdyoları da etkiledi mi? Yeni teknoloji sonucunda stüdyolarda ne gibi değişiklikler oldu?
Kuş: Dijital fotoğrafçılıktaki gelişmelerin fotoğrafhanelere yansıması daha da sert oldu. Bir kere klasik yöntemleri terk etmeyip, eskide ısrarcı olanlar silinip gitti. Fotoğrafçılar dijitale geçiş konusunda mecbur kaldılar. Bilgisayarın klavyesine bile elini değmeyen ustalar ister istemez bilgisayarla tanıştılar. Karanlık odalar, filmler, rötuş aletleri hepsi de tarih oldu. Anadolu’nun en ücra köşelerinde bile eski sistemi kullanan fotoğrafçı kalmadı. Fotoğraflara bilgisayar programları vasıtasıyla rötuş yapılmaya başlandı. Teknolojik gelişmelere direnen ve kendini yenilemeyen yılların eskitemediği fotoğrafın emektarları bir bir yok olup gitti. Fotoğrafçılığın nispeten kolaylaşması bu sektörde birçok ustanın işsiz kalmasına yol açtı. Bir şekilde ayakta kalanlarsa çok zor günler yaşıyor. Eskiden herkesin vesikalık fotoğraf çekmesi ve kolayca stüdyo açması mümkün olmadığı için mesleğin bir saygınlığı vardı fakat şimdi işyeri açmak kolaylaştığı için mahalle araları da dahil her taraf yeni açılan stüdyolarla doldu.     

Küçükkoner: Konya’da fotoğraf sanatı ne durumda, neler yapılıyor, ülkemizdeki diğer şehirlere göre fotoğrafçılıkta hangi noktadayız?
Kuş: Konya fotoğrafçılık alanında çok iyi noktada, özellikle son yıllarda çok sevindirici gelişmeler yaşanıyor. Konya’da fotoğraf sanatının gelişiminde KONFAD ve FOTOSEL gibi fotoğraf derneklerinin çok önemli katkıları oldu. Birde Selçuk Üniversitesi’nin bazı fakültelerinde kurulan fotoğraf kulüplerinin ve bağımsız çalışan Çalı Fotoğraf Grubu gibi fotoğraf gruplarının kayda değer çalışmaları oldu. Açılan fotoğraf temel eğitim kursları sayesinde yeni genç fotoğrafçılar yetişti. Bunlardan başka birde KOMEK tarafından düzenlenen fotoğraf kursları var. Bu kurslarda şehrimizde amatör fotoğrafçılığa ilginin artmasına vesile oldu. Kurslar, geziler, yarışmalar ve sergiler sonucunda fotoğraf sanatıyla ilgilenenlerin sayısında artış oldu. Son dönemde yetişen Konyalı fotoğrafçılar yurt dışında ve yurt içinde düzenlenen fotoğraf yarışmalarında büyük başarılar elde ettiler. Albümler yayınlanmaya ve sergiler açılmaya başladı. Bu verimli süreç çok kaliteli çalışmaların yapılmasına vesile oldu.      

Küçükkoner: Yaptığınız bu geziler sırasında mutlaka ilginç hatıralarınız olmuştur. Bu hatıralardan birkaç tanesini anlatabilir misiniz?
Kuş: 1998 yılının Mart ayında Bozkır’ın Ulupınar Köyü’nün biraz ilerisinde bir tepe üzerinde yer alan Zengibar Kalesi’ne bir gezi düzenlemiştik. Şehrimizde amatör fotoğrafçılığın ilk geliştiği dönemler olduğu için geziye ilgi bir hayli fazlaydı. Tabiat ve fotoğraf meraklıları bir otobüsü doldurmuştu. Grup içerisinde çocuklarda bulunuyordu. Kafilemiz güneşli bir kış gününde Ulupınar Köyü’ne ulaştı. Otobüsü köye bırakıp, kalenin bulunduğu tepeye doğru yürümeye başladık. İlerledikçe hava kapanmaya ve soğumaya başladı. Zirveye vardığımızda soğuğun şiddeti daha da arttı ve bir süre sonra da kar yağmaya başladı. Rüzgârında etkisiyle kar tipiye çevirdi. Grubu aceleyle bir kayanın kuytusuna götürdük ama tipiden göz gözü görmüyordu. Etraftan topladığımız çalı çırpı ve odun parçalarıyla küçük bir ateş yaktık, çocukları ateşin etrafına topladık. Böylelikle çocukları biraz olsun üşümekten kurtarıp, tipinin dinmesini beklemeye başladık. İki saat kadar sonra tipinin şiddeti azaldı ve grubu zorda olsa köye kadar indirmeyi başardık. Bu ilk günlerin acemiliği bize çok iyi tecrübe oldu ve özellikle kış ayında yaptığımız tabiat gezilerine çocukları götürmedik. Yine 2000 yılında sıcak bir Ağustos günü Hadim tarafına beş kişilik küçük bir grupla fotoğraf gezisine gittik. Bir köyden bir köye geçerken yolun sağ tarafında bir sarnıçta keçilerini sulayan iki çoban dikkatimizi çekti. Sohbet edelim, hallerini hatırlarını sorup, bölge hakkında bilgi alalım diye durduk. Selam verdikten sonra biri ihtiyar diğeri de orta yaşlı olan Hadimli çobanlarla sohbet etmeye başladık. İhtiyar, sohbetin bir yerinde “Sizde makine var mı?” dedi. Hepimiz gayri ihtiyari boynumuzda asılı olan fotoğraf makinelerimizi gösterdik fakat ihtiyar sorusuna beklediği cevabı alamamış olmalı ki garip garip yüzümüze baktı. Sonra olayın boyutu anlaşıldı. Meğer bize metal detektörü var mı diye soruyormuş. İhtiyar nereden bilsin bizim ne gayeyle geldiğimizi, o bölgede çok sayıda ören yeri olduğu için bizi de defineci zannetmiş. Sonra ihtiyar ve arkadaşına gezimizin amacını neler yaptığımızı anlattıktan sonra ikna oldu da defineci yaftası yemekten kurtulduk. Özellikle Bozkır, Taşkent ve Hadim çevresi definecilerin gözdesidir.                

Küçükkoner: Ahmet Bey bugüne kadar 14 tane fotoğraf albümüne imza attınız. Bu albümleri hazırlarken yaşadığınız zorluklar oldu mu?
Kuş: Bu albümlerin temel konusu tarihî eserler olduğu için en fazla sıkıntı çektiğimiz mesele görevlilere meramımızı anlatamamaktı. Hiçbir çekime izin belgesi olmadan gitmememize rağmen bazı engellemelerle karşılaştığımız çok yer oldu. Görevlilere öncelikle izin belgesini göstermemize rağmen içeriye almamak için anahtar yok, imam izinli, eser tadilatta gibi küçük yalanlarla bizi atlatmaya çalıştılar. Çoğu yerde daha önce eski halılar çalındığı için gündüz keşif yapmaya gelip, gece halıları çalacaklar düşüncesiyle potansiyel halı hırsızı muamelesi gördük. Konya’daki Osmanlı Eserleri albümünü hazırlarken Beyşehir yolu üzerinde bir kasabaya gitmiştik. Özellikle öğle vaktine denk getirdik ki imamı aramayalım diye. Namazı cemaatle kıldıktan sonra birde baktık ki dışarıda jandarmalar bekliyor. Camiye gelen Jandarma erleri bizimle karakola kadar geleceksiniz, hakkınızda şikâyet var, komutanım sizi bekliyor dedi. İzin kâğıdını göstersekte erler laf anlamıyor. Çaresiz onlarla birlikte karakola gidip, derdimizi birde komutanlarına anlatıyoruz ve komutan olayı anladıktan sonra bizi bırakıyor fakat lüzumsuz yere iki saat kaybediyoruz. Vatandaşlardan biri bizden şüphelenmiş ve karakola ihbarda bulunmuş. Albümleri hazırlarken yaşadığımız en önemli hususlardan biride özellikle Selçuklu döneminden kalan yapıları ararken çektiğimiz sıkıntılar. İlçelerin, kasabaların, köylerin adları ve çoğu yerde yol güzergâhı değiştiği için bir köprüyü ya da hanı saatlerce aradığımız oldu. Tarla açmak maksadıyla kervan yoluna ait izler yok edildiği için bazı köprü ve hanları çok zor bulabildik. Özellikle adı değiştirilen yerleşim birimlerinin eski adlarını bilmiyorsanız işiniz çok zor.           

Küçükkoner: Albümlerin kültür hayatımızdaki yeri nedir?
Kuş: Selçuklu Belediyesi için hazırladığımız Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı albümlerindeki gayemiz, Konya ve ilçelerinde bulunan tarihî yapıların durumunu görsel olarak tespit etmekti. Aynı zamanda bir nevi envanter çalışması niteliği de taşıyan bu albümleri yayınlamaktaki diğer bir amaç da bu yapıların durumlarını toplu bir şekilde ortaya koyup, restore edilmelerine vesile olmaktı. Albümlerimiz yayınlandıktan sonra harap vaziyette bulunan yapıların çoğu ilgili yöneticilerin himmetiyle restore edildi ve yeniden topluma kazandırıldı. Birde çağımızda görsel yönü kuvvetli olan çalışmalar çok dikkat çekiyor. İnsanlar okumaktan ziyade bakmayı tercih ediyorlar. Bizde sahip olduğumuz tarihî zenginlikleri bir sanatçı gözüyle tespit ederek geleceğe sağlam belgeler bırakmak istedik. Allah’a hamdolsun ki basiretli ve ileri görüşlü yöneticilerimizin himayesiyle bu amacımıza ulaştık.

Küçükkoner: Yayınlanan albümleriniz genellikle tarihî eserlerle ilgili ve albümlerde gördüğümüz kadarıyla bu eserlerin bazıları harap bir vaziyette, bu eserlerin yok oluşunu önlemek için ne gibi tedbirler alınabilir?  
Kuş: Çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan ülkemizde tarihî eser sayısı oldukça fazla. Haliyle bu yapıların hepsini birden restore etmek mümkün değil fakat özellikle son yıllarda yapılan restorasyon çalışmaları takdir edilecek düzeyde. Daha önce kendi haline bırakılan tarihî yapılar Vakıflar Genel Müdürlüğü ve yerel yönetimler tarafından sırasıyla restore ediliyor. Bu çalışmalar öyle bir noktaya geldi ki bir zamanlar şehirlerden uzak yerlerde bulunan ve her türlü tahribata açık bir şekilde kaderine terk edilen hanlar bile birer birer restore ediliyor. Özellikle hanlar yerleşim birimlerine çok uzak yerlerde bulunduğu için korumak pek mümkün değildi. Hanların içide çoğu zaman bilinçsiz bir şekilde yıkıldı, yok edildi ve harabe halini aldı. Sadece hanları değil tüm eski eserlerimizi tarih sevgisi ve bilinci oluşturarak kurtarabiliriz. İnsanlar o yapıları taş ve toprak yığını olarak gördüğü sürece yapacak pek bir şey yok. Birde restore edilen eserleri kendi haline bırakıp, boş olarak bekletmemek gerek. Binalar içerisindeki insanlarla birlikte yaşar. İnsanlar ne zaman bir yeri terk ederse orası da zaman içerisinde yıkılıp, viran olur.  

Küçükkoner: Edebiyatla fotoğraf sanatı arasında bir ilişki var mı?
Kuş: Fotoğrafın sadece edebiyatla değil resimle, mimariyle, tarihle, coğrafyayla da ilişkisi var. Fotoğraf çok büyük bir altyapı ve birikim gerektiriyor. Sadece temel fotoğraf eğitimi almakla bu iş olmaz. Şayet teknik imkânlarla iş halledilseydi, özellikle teknolojinin çok geliştiği çağımızda işimiz çok kolaylaşacaktı. İki kişi düşünsek biri yıllarını fotoğraf sanatına vermiş, diğeri de daha fotoğrafçılığa yeni adım atmış. Her ikisine de aynı kalitede fotoğraf makinesi versek, aynı yeri çekmelerini söylesek, sonuç hiçbir zaman aynı olmaz. Sanat eseri bir birikimin eseridir. Bu işler emek çekmeden olmaz.  Sanatçı arı misali her çiçekten öz toplayıp, bala dönüştürür. Fotoğrafçı donanımlı olmalıdır. Özellikle okuduğu edebi eserler onun dünyaya bakışını ve insanlarla olan ilişkilerini etkiler çok daha kalıcı eserlere imza atmasına vesile olur. Fotoğraflar da küçük birer öykü gibidir. Kompozisyonları ile insanlara bazen sevinçli bazen de acılı öyküler anlatırlar.           

Küçükkoner: Fotoğrafın yanı sıra yazı da yazıyorsunuz, yazmaya nasıl başladınız?
Kuş: İlk yazılarım 1997 yılında çıkmaya başlayan Yeni Gazete’de yayımlandı. Şimdiki adı Hakimiyet gazetesi olan Yeni Gazete sevgili dostlarım Yusuf Gürbüz ve Celalettin Boyalı tarafından çıkarılıyordu. O dönemde çok iyi bir yazı kadrosu olan bu gazetede bende haftada bir ya da iki gün kültür – sanat yazıları yazmaya başladım. Gazetenin genel yayın koordinatörü olan merhum N. Yalçın Dikilitaş’ın teşvikleri benim için moral kaynağı oldu ve yazmaya devam ettim. Yazılarım daha sonra Yalçın ağabeyin çıkardığı CÖNK ilavelerinde yayımlandı. Halen gazetemiz Merhaba’nın yayınladığı sevgili M. Ali Uz ve Ali Işık’ın editörlüğünü üstlendi “Akademik Sayfalar” ilavesinde yazmaya devam ediyorum.      

Küçükkoner: Bu ara hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz? Biraz da yeni projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Kuş: Şu anda üzerinde çalıştığımız en önemli proje “Rumeli’de Osmanlı Mirası” projesi. İlk cildi önceki yıl yayımlanan projenin ikinci cildinin araştırma ve çekimlerini bu yaz tamamladık. Birinci ciltte Arnavutluk ve Makedonya’da bulunan Osmanlı yapılarına yer verdik. Bir iki ay içerisinde yayımlanacak olan ikinci ciltte ise Bosna – Hersek ve Kosova’daki Osmanlı dönemi yapıları bulunuyor. İstanbul’da faaliyet gösteren Hazinedaroğlu İnşaat Şirketi’nin desteğiyle hazırladığımız kitap yılbaşından sonra ilgililerine dağıtılacak. Bundan başka birde Kıbrıs’taki Osmanlı yapılarıyla ilgili bir projemiz var. Bu proje henüz taslak halinde, İnşallah sponsor bulabilirsek 2009 yılında çekimlerine başlamak istiyoruz. Bu arada “Mevlevîhanelere Yolculuk” adlı birde seyahatname yazıyorum. 2006 yılında dünyanın farklı ülkelerinde bulunan Mevlevî Tekkeleri’ne yaptığımız yolculuğun hikâyesini anlattığım seyahatname tamamlanmak üzere. Kısmet olursa 2009 yılı içerisinde yayınlamayı planlıyorum. Birde 2009 yılının ilk aylarında faaliyete geçirmeyi düşündüğüm şahsi web sayfası hazırlıklarım var. Bu web sayfasında yayımladığımız kitaplar, makaleler, biyografi, muhtelif sergiler, eski Konya fotoğrafları, Konya’yla ilgili yazılar ve kitap tanıtımları gibi zengin bir içerik yer alacak.       

Küçükkoner: Ahmet Bey bu güzel söyleşi için size teşekkür ediyorum, bu vesileyle şehrimizde fotoğrafçılığın durumuyla ilgili bilgiler edindik. Son olarak fotoğraf sanatına yeni başlayanlar için neler tavsiye edersiniz?
Kuş: Öncelikle sabır tavsiye ediyorum. Hiç bir şey kısa sürede olmuyor. Fotoğrafın temel kurallarını öğrendikten sonra bolca çekim yapmaları gerekiyor. Şehrimizde bulunan fotoğraf derneklerinin ve fotoğraf gruplarının etkinliklerini takip etsinler. Bıkmadan, usanmadan çekim yapıp, çektikleri fotoğrafları deneyimli sanatçılara göstersinler. İmkânları varsa fotoğrafla ilgili yayınları takip etsinler, imkânları yoksa fotoğrafla ilgili internet sitelerini incelesinler. Açılan sergileri gezmeyi ihmal etmesinler. Okumayı, araştırmayı ve dinlemeyi ihmal etmesinler. İyi fotoğrafçı olmak için güçlü bir donanım ve birikim gerekir. Bu dediklerimi yaparlarsa başarı bir süre sonra kendiliğinden gelecektir.   
 
KONYA İLİM VE KÜLTÜR ADAMLARIYLA SÖYLEŞİLER
Şefika Funda KÜÇÜKKONER

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Röportaj Haberleri