İnsanların çoğunluğu hayatlarında kendileri için yaptıklarını mermer üzerine yazılmış bir yazıya, başkaları için yaptıklarını ise su üzerine yazı yazıyormuşçasına yapıyorlar.
Bu dünyada öylesine bir hayat yaşıyoruz ki, hayatta başarı kazandığımız veya mağlup olduğumuz zamanlarda bizi yetiştiren aile ve toplumdan böyle öğrenmediğimiz halde davranışlarımız değişirken başkalarının başarılı veya mağlup olma durumunda hiç değişmiyor.
Hâlbuki bütün yapıp ettiklerimiz kendimiz için artı veya eksi değerler ifade ederken aynı zamanda bu yaptıklarımız yine artı veya eksi değer olarak hep birilerinin hayatlarına dokunuyor.
Aslında sadece yapıp ettiklerimiz değil, yapamadıklarımız, yaparken eksik bıraktıklarımız ve yaptığımız yanlışlarımız da diğer birilerine dokunuyor ve onları da bizi değiştirdiği gibi değiştiriyor.
Bu duyguyu hayatlarında sürekli olarak gündemde tutanlar belli dönemlerde geriye dönüp bakarak kendilerine artı değer kazandıran işlerinin yanında başkalarının hayatlarına dokunan yapıp edemediklerini, yaparken eksik bıraktıklarını ve yanlışlarını gözden geçiren ve bunlardan ders çıkaran kişiler oluyor.
Yaşadıkları başarılardan başka bir şeyi görmeyen başkalarının başarılarını görmezden gelenler daha doğrusu görmek istemeyen kişiler bu hayattan ders çıkardıklarını zannetseler de başarısız olanlar gerçekte bu kişiler olmaktadır.
Ahlak denilen kavram belki de bu aşamada devreye giriyor.
Çünkü ahlak eğer inanılıyorsa insanın kendi yapabildiklerinin ve başarabildiklerinin kendi hayatında yaptığı değişiklikler nedeniyle kendini kutladığı kadar başkalarının hayatlarına verdiği zararlar nedeniyle dokunduğu insanlardan direkt olmasa bile dolayı olarak özür dilemeyi ve kendini eleştirebilmeyi gerektiren bir mefhumdur.
Bu kişisel hayatta olduğundan daha fazla toplumsal hayatta yükselen bir değerdir.
Ve bu değer ne kadar yüksek olursa o toplumun varlığının daha güçlendiği ve gelecek için kurdukları hayallerini daha kolay gerçekleştirdikleri görülür.
Birde bunun aksi davranışlar var elbette.
Kendinden başka hiç kimsenin değerini bilmeme, yardımlaşma yerine diğer insanların zaaflarından faydalanarak onların değerlerini de kendi değerlerine ilave etmeyi başarının gereği olarak gören kişiler var bu toplumda.
Uçurumun kenarında olan insanlara yardım etme yerine bir tekme de benden olsun diyen, Yaşadığı zorluklar nedeniyle bazı değerlerini kaybeden insanları teselli bile etmeyen takdir ifadelerini kendisi, tenkitleri ise başkaları için hak olarak gören insanlar var.
Birinci kategorideki insanlar kendilerinden daha fazla içerisinde yaşadıkları toplumu yüceltirken, ikinci kategorideki insanlar ise kendileri ile birlikte toplumlarını da yıkıma götürenler olur.
Söz ahlaktan açılmışken bir hususu belirtmekte fayda var.
Birinci guruptaki insanlar için ahlakın temeli din olurken, ikinci gruptaki insanlar için ahlakın temeli toplumsal kurallar oluyor.
Varlığın kabul ettikleri ama kendileri için uymak zorunda olmadıkları toplumsal kurallar.
Bu sebepledir ki birinci kategorideki insanların toplumlarındaki büyüme tabandan yukarıya yayılan ahlaki bir büyüme olurken, ikinci kategorideki insanların toplumlarındaki büyüme ise tavandakilerin aşağıdakilerin üzerine basarak yükseldikleri ve aşağıdakilere verilenlerin ulufe olarak varsayıldığı ve azınlığın çoğunluğu baskı kurarak hayatlarını sürdürdükleri ahlaksız büyüme olmaktadır.
Şimdi bu topluma dönüp bir daha bakıp dünyanın başına musallat edilen virüs pandemisi dolayısıyla neredeyse herkesin sağlık uzmanı, siyasetçi, ekonomist ve inandığını söylediği dinin âlimi olduğu bir dönemde ahlaklı mı ahlaksız mı büyüdüğümüze karar vermemiz gerekiyor.
Yıllardır çağdaş medeniyet seviyesi ve batı tipi demokrasi hayalleri ile avutulan toplumun fertlerinin gerçekte ahlaksız büyümenin profesörleri haline getirildiğini görmemiz gerekiyor.
Problemi çözmek için öncelikle problemin varlığını kabul etmek gerekir diye okullarda öğretilen bir gerçek vardı ya.
İşte o gerçekle en kısa zamanda yüzleşmemiz gerekiyor.
Aksi halde internetin ülkemizde yeni yeni popüler olmaya başladığı dönemlerde iş hayatı yetmemiş gibi bir de sosyal medyada pazarlanan ve iş ahlakı diye bir kavramı dahi tanımayan kişileri bugün bile iş hayatında duayen, sosyal medyada ise fenomen olarak görmeye devam edecek çocuklarımız.
Bir tarafta ahlaksızlığı meşrulaştıran bir aile ve okul çevresinde yetiştirdiği evlatlarının küfürbaz olup çıkmasına göz yuman, iş aramak yerine torpil bulmayı ve mafya ya katılmayı tercih eden, milletine ve şehrine ihanet eden yöneticileri baş tacı eden, diğer taraftan ise inandığını söylediği dinin kitabını elinden düşürmeyen ama uygulamaya geldiğinde kitabın söylediklerinin tam zıddını yapmakta mahzur görmeyen, azgın denilecek derecede kamu malını israf ederken kendisini ikaz edenleri anında tekfirle karşılayan insanların pratiğini yapanlarla ahlaklı bir toplum ve ahlaklı bir büyüme oluşturulamayacaktır.