Bu günlerde toplum olarak karşı karşıya kaldığımız ve adı kara propaganda olan bir konudan söz açmak istiyoruz.
Yani insanlara dost bildikleri bir kaynaktan geliyormuş gibi görünen ama politik amaçlar için tam aksi bir tesir oluşturmaya yönelik propagandaya verilen isimmiş.
Bu kara propaganda herkesçe çok bilinmeyen ve bilenler arasında adına tren etkisi denilen bir taktik ile uygulanır ve sonunda hedef kitle denilen topluluğa "herkes bunu yapıyor" dedirterek istenilen hareket tarzı topluma kabul ettirilirmiş.
Yazılı ve sözlü basın adı verilen kitle iletişim araçları ve sosyal medya mecraları aracılığıyla
İnsanların her çeşit kara propaganda tekniklerine maruz kaldıklarını biraz olsun öğrenmiştik de özellikle son haftada maruz kaldığımızın karadan bile daha kara bir propaganda olacağı aklımıza gelmemişti.
Aslında derdimiz kara propagandanın bizatihi kendisi değil, maruz bırakılan hedef kitledir.
Çünkü "Propagandası yapılan şeyin gerçek ya da yalan olduğu önemli değildir, önemli olan ne kadar çok kişiye ulaştığı ve ne kadar çok kişiyi inandırabildiğidir." sözünün uygulamadaki karşılığının ne olacağını tahmin ediyor olmanın kolaylığıdır karşılaştığımız durum.
Sosyal medyadan veya televizyondan uzak dur demekten daha önemlisi olan insanların medya okuryazarlığı denilen olgunun gözden geçirmelerinin daha hayırlı olacağını düşünüyoruz.
Çünkü medya şirketlerinin çoğunluğunun bir grubun elinde olması ve onların gerçekleri değil de kendi menfaatlerine uygun olanları insanların algılarıyla oynamak için kurguladıklarına inananların bile kara propagandaya kapıldıkları gerçeği bizi bu düşünceye sevk etmektedir.
Özellikle de kendilerini zeki ve ahlaklı olarak görme hatasına düşenlerin.
Bunu yapılmış bir deneyle anlatmak belki daha kolay olacak.
Araştırmacılar tarafından yapılan bir deneyde, ahlak ve zekâ arasındaki bağ şöyle ortaya
Kapalı bir kabine alınan kişilerden, tek başlarınayken bir kart çekerek tekrar desteye karıştırmaları ve dışarı çıkınca da kartın üzerindeki rakamı söylemeleri istenir.
Bu deneyin hediyesi çektikleri kartın üzerindeki rakam kadar para verilmesidir.
Deneye katılanlar dışarıdaki kişilere kartı göstermeyecekleri için çekilen kartın üzerindeki numara ile ilgili yalan söylemeye teşvik edilirken, böylesi bir durumda kimin yalan söyleyeceği tespit edilmeye çalışılır.
Deneyden elde edilen sonuçlara göre zeki insanların doğru sonucu söylemeye daha meyilli olurken, dürüstlüğün ekonomik duruma, kişilerin çalışıp çalışmamasına, dindar olup olmamalarına bağlı olmadığı görülür.
Kişilerin kendi dürüstlüklerine dair söyledikleri şeylerin ise hiç önemli olmadığı ve kadınlar ile erkekler arasında da dürüstlük farkı olmadığı anlaşılır.
Düşük zekâlıların ise yalan söylemeye daha meyilli olduklarını ortaya çıkarken zeki insanların daha şüpheci olmaları sebebiyle yalan söylememeyi tercih ediyor olabilecekleri de ortaya çıkmış olur.
Dikkat edin zeki insanlar şüphecidir demişler.
Bu düşünce sonucunda zeki insanların toplumun ahlaki kuralları dışında bir tercih yaptığında eninde sonunda bunum bedelinin olacağını, bedel ödemezse bile vicdanında kendi kendini mahkûm edeceğini ve sonunda kaybının kazancından fazla olacağının ortaya çıktığı ifade edilmiştir.
Kara propaganda sonucunda zihinleri alt üst edilenlerin ise tercihleri için doğru öngörüde bulunamadıkları adına cahil cesareti denilen aşırı bağlılıkları sonucunda kazananın kendileri olacağı gibi bir kurnazlık içinde olmalarına rağmen sonuçta sürekli olarak kaybedenler oldukları belirlenmiştir.
Şimdi son 25 yılda başarılı veya başarısız olarak toplumda öne çıkan insanlara özellikle de siyasetçilere bir bakalım.
Başarılı olanlar ahlaklı ve zeki oldukları için mi başarılı olmuşlardır. Veya başarısız olanlar ahlaksız ve aptal oldukları için mi başarısız olmuşlardır?
Bu arada belki en başta karar vermemiz gereken bir husus var.
Zekânın doğuştan geldiği veya sonradan kazanıldığı henüz net olarak ortaya konulmamış ise de ahlakın kaynağının din olduğu kesindir.
Pek çok konuda olduğu gibi zekâ ve ahlak konusunda da maalesef toplumsal bir münafıklık sendromu yaşıyoruz.
Ölüme her an hazırlıklı olması gereken Müslümanların ölümden en çok korkan insanlar olduğunu ve kendini zeki ve ahlaklı zanneden insanların virüs musibeti sebebiyle bu toplumsal münafıklığın taşıyıcıları olduğunu bir kez daha açık seçik görmüş olduk.
Virüs dolayısıyla ilan edilen p(l)andemiye inanıp millete ahkâm kesenlerin üç kuruşluk dünya menfaati için bizatihi kalabalık ortamlardan geri duymayarak kendince virüsün en çok bulaştığı söylenen ortamlara girerek zeki ve ahlaklı olduklarını ispat edenlerin zekâ ahlak ilişkilerinin de hayli enteresan olduğuna inanıyoruz.