Duydum ki, o hikmetli sırlar, o kadim ve ahir bilgi, zaman içinde, bir gedikten sızıp, tarafından hiç mi hiç bilinmemesi gereken insanların, kirli ellerine düşmüş... Şeytanlar gökten çalıp o sırları, getirip dünyadaki kendi yandaşlarına sunmuşlar bir altın tepside.
Olmaması gereken şey, böylece olmuş. Olmuş bulunmuş…
Sır, zaman içinde, dile düşmüş. Ağızlara sakız olup çiğnendikçe, zehire dönmüş bal. Ve hayatın tadı da, böylece kaçmış…
Bir zamanlar cennet olan, cehenneme dönmüş. Önce tek bir ağacı tutuşturulmuş cennetin ve alev her yanı kaplamış sonra. Huriler, zebanilere dönüşmüş; nur, nara; zevk, azaba…
Çünkü olmaması gereken şey, olmuş. Sırlar, aşikar eylendikçe; avam, havası öğrendikçe; hokkabazlar, keramet gösterdikçe ve bir sarhoşun şiirlerinde apaçık ayetler arandıkça… Olmaması gereken şey, olmuş bulunmuş!
Gökten çalınan sırlar, hırsızlarca, yandaşlara sunulmuş!
İşte bundandır Dünya’nın çivisinin çıkması. Tam da bundandır, celil olanın zelil olması. Bundandır sırların ağızlara sakız edilmesi. İç içe olanların, birbirlerine alternatif/rakip olarak gösterilmesi… “Kadın mı yoksa erkek mi?” “Din mi yoksa bilim mi?” gibi seçim zorunlulukları mesela. Ve daha pek çoğu…
Kardeşler, birbirlerine düşman edilmiş. Çünkü şeytan, gökten çalıp o sırları, getirip dünyadaki kendi yandaşlarına sunmuş, bir altın tepside.
Şimdi alevler içinde can çekişiyor, bir zamanlar cennet bahçesi olan. Gel de bir seyreyle trajediyi!
Hikmet, ulaşılmazlığını kaybetmemeliydi hiç. Sırlar, hiç kimseye verilmemeliydi! Şu zavallı ve nankör insan, bunca bilgiyle lanetlenmemeliydi. ‘Bilgi güçtür’ sözünün iki kelimesi arasına ‘bazen’ eklenmeliydi. Bilginin bazen de zayıflık demek olacağı, çünkü şu aciz insanın bünyesinin, hikmeti kaldırabilecek kadar güçlü olmadığı anlatılmalıydı öncelikle, çok soru soranlara. Hatta “öncelikle” bile değil. Cevaplar sadece bu önsözle bitirilmeliydi. Son söz, bu olmalıydı bazen! Çünkü insan, nankördür. Sırrı aşikar eyler. İhanet eder. Güvenilmezdir insan. Biraz kaypaktır yani…
Hayranlık uyandıracak nice kadim değer, şimdi yerlerde sürünüyor. Bu yüzden insan, yerde sürünene bakıp da, işin aslı budur sanıyor. Büyüklüğü küçümseyecek, çokluğu azımsayacak bir cahil cesaretiyle, nankörce, tükürüyor sırrın apaydınlık yüzüne.
Ama bir yandan bunu yaparken, yine de affa mazhar, hoşgörüye layık bir tarafı da var insanın. Suçun tamamı ona ait değil. Hatta belki, suçtan ve sorumluluktan tamamen muaf. Eh, aslını ne bilsin, gördüğüne inanıyor. Alay ettiği şeyin, kendinin ve dolayısıyla alemin manası olduğunu sezebilecek kadar hünerli değil ki! Yılanın başı, o semanın hırsızı olan şeytan ve buradaki yandaşları. Şimdi kıs kıs gülüyorlardır dünyanın haline. Bundan eminim.
Günü gelince, hesap soracağız onlardan. Hikmeti çöplük olarak gösterip bizi yanılttıkları için, bunca vebalin karşılığını alacağız, tam bir adalet tecellisiyle. Hatta belki hakkımızın fazlasına bile layık görülürüz, o yüce Merhamet Padişahı tarafından, kim bilir?
Aslı, az da olsa sezilse, heybetinden ve haşmetinden, insanın nefesini kesecek olan o hikmetli sırlar, şimdi avamın ağzına sakız olup, duyulduğunda bir dudak kıvrımıyla küçümseniyorsa eğer, işte budur ahir zaman; dünyanın paslanmış çivisinin çıkması…