Dünya, varlık âleminde yüce Yaratıcıya en uzak nokta iken kendisi için oluşturulan muhteşem bir mekân olması yönüyle de insana en yakın noktadır. İnsan için dünya sonlu ve sınırlıdır. İnsanın kendisi eksiktir, kusurludur, hatâlıdır yâni insanda kemâlat (=en güzel) yoktur. Ancak insanın dünyâ yaşamı kemâta göre düzenlenmesi kendi kârınadır. Kemâlât değerlerindeki gizem görülmeyen âleme yöneliktir. İnsan kul olarak davranışlarını kemâlâta göre biçimlendirirse zirve ahlâka erişebilir. Bu iş insanın eliyle organize olan her işte böyle olursa hayat güzellik kazanır dünyâda bu güzellikten nasiplenir.
İnsanoğlu dünya âleminde kendisine ikram edilen mahdut bir süreyle hayâtiyetini devam ettirir. Bu varlık âleminde, insan bâki değildir. Ömrü sınırlıdır. İnsan ayni zamanda bu dünyâya ait değildir. Onun asıl kalacağı ebedi âlem yâni âhiret âlemidir. O bu hâliyle insan dünyâda süresi sınırlı kalacak olan bir yolcu gibidir. Yolcular yabancı bulundukları her mekandan geçerken hep tedirginlik yaşarlar ama kendi mekanlarına varınca bu yabancılık hissi geçer. İşte aynen bunun gibi insan bu dünyâda ayni tedirginliği yaşamalı. Oysa bugün bunun tam zıddı sanki insan sonsuz seneler bu dünyâda yaşayacakmış gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibi hayâtını dizayn ediyor. Hele ölüm gibi bir düşünce onun gündeminde hiç bulunmuyor. Ancak birilerinin ölümüyle ölüm aklına gelince de hemen zihninden o düşünceyi kovalıyor. İnsan, ölümü kendi için değil de diğer insanlar için gerçekleşecek bir olgu olarak görüyor.
İnsanın kendisi eksikli, kusurludur. Yaptığı şeyler de öyle. Noksanlık ve kusurluluk kula kulun kendi eliyle inşa ettiklerine aittir. Dolayısıyla insan eksikli ve kusurlu bir dünyâda yaşıyor. Ancak kâinatta insan adına oluşturulan ve yüce Yaratıcı tarafından gönderilen her bir şeyde muhteşem bir ahenk, denge ve uyum söz konusudur. Varlık ve âlem mükemmeldir, eşsizdir. Çünkü Allâhü Teâlâ’nın yarattığı her şeyde bir ‘Kemâlat’ vardır. İncelenirse hem de bu doruk noktadadır. Eğer insan bu hikmete râm olduysa her işini bu kemâlat çerçevesinde yapar. Bunun neticesinde ise kusurlar ve eksiklikler en aza indirgenir. İnsanın bu çabası onun elinden mükemmel davranışlar, mükemmel çalışmalar, mükemmel kurum ve kuruluşlar çıkarır. Bu vakıa ise tüm dünyânın istediği ve özlediğidir.
İşte bu ideal ölçütü gerçekleştirmek için insanın hedefi ve gâyesi dünyâyı kazanmak maksatlı olmamalıdır. Ancak ‘Allah rızâsı’ amacıyla yaşayanlar bunu başarabilirler. Yıllardır arkalarından iz bırakan nice mâneviyat büyüğü Cenâbı Hakk’ın veli kulları bu hedefle yaşayarak bizlere hakiki bir medeniyet nasıl oluşturulur göstermişlerdir. O mâneviyat kahramanları içi dolu bir medeniyeti inşa eden ruh mimarlarıydı. Haz. Mevlânâ’yı cümle âlem biliyor ve seviyor. Abdül Kâdir Geylâni Hazretleri, Şâhı Nakşibend Hazretleri, Yunus Emre Hazretleri, Ahmet Yesevi, Hacı Bektâşı Veli Hazretleri daha niceleri mükemmel şahsiyetleri ile bizlere mükemmel bir hayat bıraktılar. Demek ki olmuş, oluyor ve olacak inşaAllah. Yeter ki biz o kıvâmı yakalayabilelim.
Ancak bugün yaşadığımız çağdaş, modern hayat bizi o kadar sayısız, gereksiz teferruatlarla meşgul ediyor ki bırakın böylesi bir ideali kavramayı insanın burnunun önündeki doğruları dahi görecek kalp gözü, gönül gözü kalmamıştır. Modern hayat insanı öylesine küçük küçük ince ayrıntılarla uğraştırıyor ki insan nasıl bir hayatta gittiğinin farkında bile olmuyor. Bu önemsenmeyen ufak detaylar kendi içlerinde de daha küçük detaylara bölünüyor. Derken insan bu ince ayrıntılarla uğraşırken bir de bakıyor ki ömrün sonlarına yaklaşmış... Ayni zamanda insanı bekleyen öyle çok işler var ki insan daha bir işi sonlandırmadan bir diğeri çıkıyor. Sonra bir başkası diğeri bitince diğeri yâni hiç bitmeyen zincirleme bir iş yoğunluğu döngüsü söz konusu insan için. Bir de bu işlerin ayrıntılarıyla da uğraşıldığını düşünsenize! Bütün bunlara bir ömür harcanıyor. Sonra insan bir de bakıyor ki yolun sonuna gelmiş. Derken hastalıklar, yaşlılık ve neticede o hazin son! Eyvâh aldandık, bu dünya boşmuş desen artık ne anlamı var!
Kendini bu yoğun koşturmaya kaptıran insan hayâtın akışı içinde ne yazık ki kaybolup gidiyor. Yapması ve bitirmesi gerekli işleri yerine getirmekle ömrünü tüketiyor. Ve bu hâliyle insan âdeta dünyâya tapar hâle geldi. Kendini kurtarabilenlere ne mutlu! Hâkim sistem bize hem kendimizi hem asıl gâyemiz olan kulluğumuzu unutturdu. Âhiret hedefli yaşamayan insan bütün zevk ve arzularını yalnızca şu kısacık dünya hayâtına sığdırma amaçlı sığ bir yol tuttu. Halbuki bitip tükenmek bilmeyen gündelik işler bizim elimize tutuşturulan dünya hayâtının oyuncakları mesâbesindedir. Bir ömür bunlarla oyalanmayla geçerse insan doğrusu kendine yazık etmiş olur. Bizi oyalayan Hak’tan uzaklaştıran bu gündelik işler aslında insanın önüne konmuş tuzaklardır. İnsanın hayat boyu peşinden koştuğu mal-mülk, evlâdu iyal, makam-rütbe, şan-şöhret lâyığından fazla önem verildiğinde meşru zemin dışına çıkar ve insana zarar verir. İnsanın bitip tükenmek bilmeyen arzu ve istekleri onu asli görevi olan kulluk sorumluluğundan hızla uzaklaştırır. Böle bir insan için dünya artık onun tek derdi ve hedefi olur. Bu meşgalelerin hak etmedikleri ehemmiyetle algılanması insan için çok tehlikelidir. Her şey bize işâret edildiği kadar karârınca kendi dengesi içinde güzeldir. Helal nimetler keyfe kâfidir. İnsanoğlu kulluğunu bir kenara koyarak sâdece bu dünya nimetlerinin aldatıcı zevklerine daldığında kendisi için en kötü işi yapmış olur. Zira böylesi bir durumda insan yüce Yaratıcıyı unutup nefsine uyarsa bunun neticesi sonsuz bir aldanıştır. Ve yine bu hal insanın başına gelecek en kötü felâkettir. İnsanın dünyâya bağlanması ahretten kopması anlamına gelir. Âhiretten kopan insan cennetten de kopar. İşte bu şekilde insan varlığını dünyâya indirgenmesi onun için en büyük tehlikedir. Rabb’im bu konuda hepimizi uyandırsın inşaAllah. Böylesi bir hazin aldanışa sürüklemesin. Hürmetle…
İnsanoğlu dünya âleminde kendisine ikram edilen mahdut bir süreyle hayâtiyetini devam ettirir. Bu varlık âleminde, insan bâki değildir. Ömrü sınırlıdır. İnsan ayni zamanda bu dünyâya ait değildir. Onun asıl kalacağı ebedi âlem yâni âhiret âlemidir. O bu hâliyle insan dünyâda süresi sınırlı kalacak olan bir yolcu gibidir. Yolcular yabancı bulundukları her mekandan geçerken hep tedirginlik yaşarlar ama kendi mekanlarına varınca bu yabancılık hissi geçer. İşte aynen bunun gibi insan bu dünyâda ayni tedirginliği yaşamalı. Oysa bugün bunun tam zıddı sanki insan sonsuz seneler bu dünyâda yaşayacakmış gibi ve hiç ölmeyecekmiş gibi hayâtını dizayn ediyor. Hele ölüm gibi bir düşünce onun gündeminde hiç bulunmuyor. Ancak birilerinin ölümüyle ölüm aklına gelince de hemen zihninden o düşünceyi kovalıyor. İnsan, ölümü kendi için değil de diğer insanlar için gerçekleşecek bir olgu olarak görüyor.
İnsanın kendisi eksikli, kusurludur. Yaptığı şeyler de öyle. Noksanlık ve kusurluluk kula kulun kendi eliyle inşa ettiklerine aittir. Dolayısıyla insan eksikli ve kusurlu bir dünyâda yaşıyor. Ancak kâinatta insan adına oluşturulan ve yüce Yaratıcı tarafından gönderilen her bir şeyde muhteşem bir ahenk, denge ve uyum söz konusudur. Varlık ve âlem mükemmeldir, eşsizdir. Çünkü Allâhü Teâlâ’nın yarattığı her şeyde bir ‘Kemâlat’ vardır. İncelenirse hem de bu doruk noktadadır. Eğer insan bu hikmete râm olduysa her işini bu kemâlat çerçevesinde yapar. Bunun neticesinde ise kusurlar ve eksiklikler en aza indirgenir. İnsanın bu çabası onun elinden mükemmel davranışlar, mükemmel çalışmalar, mükemmel kurum ve kuruluşlar çıkarır. Bu vakıa ise tüm dünyânın istediği ve özlediğidir.
İşte bu ideal ölçütü gerçekleştirmek için insanın hedefi ve gâyesi dünyâyı kazanmak maksatlı olmamalıdır. Ancak ‘Allah rızâsı’ amacıyla yaşayanlar bunu başarabilirler. Yıllardır arkalarından iz bırakan nice mâneviyat büyüğü Cenâbı Hakk’ın veli kulları bu hedefle yaşayarak bizlere hakiki bir medeniyet nasıl oluşturulur göstermişlerdir. O mâneviyat kahramanları içi dolu bir medeniyeti inşa eden ruh mimarlarıydı. Haz. Mevlânâ’yı cümle âlem biliyor ve seviyor. Abdül Kâdir Geylâni Hazretleri, Şâhı Nakşibend Hazretleri, Yunus Emre Hazretleri, Ahmet Yesevi, Hacı Bektâşı Veli Hazretleri daha niceleri mükemmel şahsiyetleri ile bizlere mükemmel bir hayat bıraktılar. Demek ki olmuş, oluyor ve olacak inşaAllah. Yeter ki biz o kıvâmı yakalayabilelim.
Ancak bugün yaşadığımız çağdaş, modern hayat bizi o kadar sayısız, gereksiz teferruatlarla meşgul ediyor ki bırakın böylesi bir ideali kavramayı insanın burnunun önündeki doğruları dahi görecek kalp gözü, gönül gözü kalmamıştır. Modern hayat insanı öylesine küçük küçük ince ayrıntılarla uğraştırıyor ki insan nasıl bir hayatta gittiğinin farkında bile olmuyor. Bu önemsenmeyen ufak detaylar kendi içlerinde de daha küçük detaylara bölünüyor. Derken insan bu ince ayrıntılarla uğraşırken bir de bakıyor ki ömrün sonlarına yaklaşmış... Ayni zamanda insanı bekleyen öyle çok işler var ki insan daha bir işi sonlandırmadan bir diğeri çıkıyor. Sonra bir başkası diğeri bitince diğeri yâni hiç bitmeyen zincirleme bir iş yoğunluğu döngüsü söz konusu insan için. Bir de bu işlerin ayrıntılarıyla da uğraşıldığını düşünsenize! Bütün bunlara bir ömür harcanıyor. Sonra insan bir de bakıyor ki yolun sonuna gelmiş. Derken hastalıklar, yaşlılık ve neticede o hazin son! Eyvâh aldandık, bu dünya boşmuş desen artık ne anlamı var!
Kendini bu yoğun koşturmaya kaptıran insan hayâtın akışı içinde ne yazık ki kaybolup gidiyor. Yapması ve bitirmesi gerekli işleri yerine getirmekle ömrünü tüketiyor. Ve bu hâliyle insan âdeta dünyâya tapar hâle geldi. Kendini kurtarabilenlere ne mutlu! Hâkim sistem bize hem kendimizi hem asıl gâyemiz olan kulluğumuzu unutturdu. Âhiret hedefli yaşamayan insan bütün zevk ve arzularını yalnızca şu kısacık dünya hayâtına sığdırma amaçlı sığ bir yol tuttu. Halbuki bitip tükenmek bilmeyen gündelik işler bizim elimize tutuşturulan dünya hayâtının oyuncakları mesâbesindedir. Bir ömür bunlarla oyalanmayla geçerse insan doğrusu kendine yazık etmiş olur. Bizi oyalayan Hak’tan uzaklaştıran bu gündelik işler aslında insanın önüne konmuş tuzaklardır. İnsanın hayat boyu peşinden koştuğu mal-mülk, evlâdu iyal, makam-rütbe, şan-şöhret lâyığından fazla önem verildiğinde meşru zemin dışına çıkar ve insana zarar verir. İnsanın bitip tükenmek bilmeyen arzu ve istekleri onu asli görevi olan kulluk sorumluluğundan hızla uzaklaştırır. Böle bir insan için dünya artık onun tek derdi ve hedefi olur. Bu meşgalelerin hak etmedikleri ehemmiyetle algılanması insan için çok tehlikelidir. Her şey bize işâret edildiği kadar karârınca kendi dengesi içinde güzeldir. Helal nimetler keyfe kâfidir. İnsanoğlu kulluğunu bir kenara koyarak sâdece bu dünya nimetlerinin aldatıcı zevklerine daldığında kendisi için en kötü işi yapmış olur. Zira böylesi bir durumda insan yüce Yaratıcıyı unutup nefsine uyarsa bunun neticesi sonsuz bir aldanıştır. Ve yine bu hal insanın başına gelecek en kötü felâkettir. İnsanın dünyâya bağlanması ahretten kopması anlamına gelir. Âhiretten kopan insan cennetten de kopar. İşte bu şekilde insan varlığını dünyâya indirgenmesi onun için en büyük tehlikedir. Rabb’im bu konuda hepimizi uyandırsın inşaAllah. Böylesi bir hazin aldanışa sürüklemesin. Hürmetle…