Evimize bir çekirge, dört beş günlük misafir olmuştu. Sonra ardından bir Ağustosböceği. Yakından, cır cır ötüyordu. Akıl almaz sıcacık hislerle o böcekleri, zıplayışları, ötüşleri sevdim.
…
Sıkıntılarınız, olayları algılayışınız, sahnelenenler genellikle hep aynı gözükür. Monoton, baskıcı bir süreçle karşı karşıyasınızdır.
Ama bazen bir an gelir; kulaklar gönlümüz başka seslere, nefes ve dillere açılır, değişiklikler olur.
Bir şeyler kurur durur; bir şeyler canlanır yüreğinizi vurur. Mesela yaz akşamlarında ağustosböceklerinin uzun ötüşleri; açmaya başlayan bir çiçeğin rengi, küçük resimler, içinizi huzurla, neşveyle doyurur.
Sizi aşağılara çekmeye çalışan kuvvetlere karşı, kolayca erişilmeyen gökyüzü sanki başınızı doldurur. Kâinattaki can(sız)larla bağlantılar kurulur.
Benliği saran ferahlıkla, ruhunuz savrulur.
Ne değişmiştir, dünya aynı dünyadır. Arz yerinde kaldıkça, sorunlar hep mevcuttur.
Fakat sizlikten çıkarsınız. Böcek konser verir, âsi benlik durulur. Gerçekler duyulur.
Basit gibi gözüken bir varlık kanalıyla gelen destek, inşirah, Aslî’ye Ebedi’ye işarettir, mesajdır.
Durum, irileştirdiğimiz dertlerin, kiminde ne kadar küçük olduğunu da meydana çıkarır. Çalgıcı böcekler bile, sıkıntılarınızı alıp harice atar; öğretmen olur.
Görünmez eller, ellerinizden tutar ve sarmalar. Aczimizi, duygusalın zehrini, göreceliğini, nasıl geçiş yapacağımızı, hadiselerin çıkış yollarını gösterir.
Olumsuzluklar, içinde sakladıkları ibret ve hikmetle, muhtemel bir ödül gibi gelir, sizi bağrına basar.
Bir başka “ben”; başlangıç ve Hz. Âdem’in yeryüzüne inişinden beri gelişen Büyük Hikâyenin (Bütün hikâyelerin ötesindeki/ içindeki hikâyenin) harikulâde olduğunu düşündürür.
Delisi olduğumuz, muhteşem, akıl dışı. Bir lahza, bütün hücrelerinizle “Sahibe” bağlanırsınız.
Tüm Varlık Nihaî, uçsuz bucaksız bir Güzellikten ibarettir. Yüce Akıl, Sanat, İlahî İsimler.. Hepsini, her şeyi kapsayan, kaplayan Güzellik, Cemal, Som Güzellik…
Ümitsizlik, korku, yeis silinir. Dayandığınız, duyumsadığınız “Kudretle”, hissî bir güvenceyle sırtınız yere gelmez.
Dünya küçülür, başka âlemlerin, hayatların, zamanların kokusu, görüntüsü, hayali duyulur. Kalbe sevgi kurulur.
…
Mevsim 4 değildir, gün 24, hafta 7. Geçmiş gelecekle fuzuli, yararsız ilgilenişler, üzüntüler görülmez.
Ânı yaşarsınız. “Rızaya uygun” yaşamaya çalışmak zorsa da; hadisatın bazısı hoşumuza gitmese de, yapacaklarınız vardır.
İyiniyetli olup, samimiyet, yerine göre sabır gösterdiğimizde; en azından kalbî olarak bunun karşılığını aldığınızı anlarsınız.
Kısmen de olsa, çemberimizi kırmak için bize irade, akıl, paralel olarak bakış açısı ve eylem gücü verilmiştir.
Gayesizlik, gaflet değil ama herhalde dünyanın idaresini Tanrı’ya bırakmak gerekmektedir. Biz Kâinatı idare(!) etmeye yeltendiğimizde mecnun ve perişan kalıyoruz.
Yapabileceklerimiz var; değiştiremeyeceklerimiz, gücümüzün ötesindekiler var.
Sahaları karıştırmamak, haddi aşmayıp, küçüklüğümüzü kulluğumuzu bilip gayretlendiğimizde ve O’nu unutmadığımızda mutlu bile oluyoruz. Huzurlu, mutmain…
Önümüze konan işleri yapıp, bazen küçümsediğimiz görevleri sorumlulukları yerine getirdiğimizde, başka “Benleri” düşünüp yardım ettiğimizde ve tevazu gösterdiğimizde.
Her an gebeydik. İçimizden yepyeni bir insan çıkabilirdi. Üstelik, ileri boyutlarda bir aşk ikliminde yaşayan ve “Göndereni” unutmayan güzellik numunelerini biliyorduk.
Dünyayı, zincirli kalıplı, tutucu kendimizden(!) kurtarmakla işe başlayabilirdik belki de.
Kendi zamanlarımızın dinleyicisi ve işleyicisi olmak.
Kazıcılık, define avcılığı ve ağır işçilik… Kalp, damar, beyin zevkleri…
Sonuçta, ne olursa olsun, belki de özgün şarkımızı söylemeliydik.