Kendisiyle yapılmış bir söyleşiden:
“Artık, romanımıza, hikâyemize, edebiyatımıza zenginliklerin yansıtılması, ulusal duyarlılıkların gösterilmesi zamanı geldi. Yani biz, yeteri kadar özümüzden uzaklaştık. Oysa dünyanın en güzel, en cazip romanları, yüzyıllardır unutulmayan yazarları bakın dikkat edin, kendi uluslarına hayran, onlara âşık, kendi kültürlerine meftûn insanlardır. (Nesrin Tağızade, Edebiyatımızın Kadın Kalemleri)
Türk Edebiyatı’nın müstesna isimlerinden Afet Ilgaz, 16 Ocak 2015 tarihinde Hakka yürüdü.
Araştırmacı yazar Mahmut Çetin, onun hakkındaki yazısında hayat yolculuğundaki duraklarından ve mutasavvıf tabiatından söz ediyordu:
“Afet Ilgaz, Kocamustafapaşa semtinde oturuyordu. Semtle organik irtibatı vardı. Bu semtte metfun üç mutasavvıf Sümbül Efendi, Merkez Efendi ve Ramazan Efendi, Ilgaz’ın manevi dünyasını derinden etkilemişti. Bu üç evliyanın ortasında bulunduğunun farkına varmak Ilgaz’a ayrı bir manevi neşe veriyordu.”
Son romanı Sorgu ve Derviş’ ti. Kitabı hakkında pek az şey söylenmişti. Sanki yoktu.
Küçük bir yazı yazdım gönderdim, memnun oldu.
“Afet Ilgaz; edebî hüviyetiyle olduğu kadar cesur, muhalif kimliğiyle de dikkat çeken usta bir yazar. Günlük yazılarında kolaylıkla ortaya döktüğü sorunlara; romanlarında da değiniyor, yoğun memleket meseleleri üzerine kafa yoruyor” diye başlamıştım Sorgu ve Derviş yazısına.
Romanıyla ilgili değerlendirmeleri paylaştığı köşe yazısında şahsımdan, “romandan korkmayan cesur bir kalem” diye bahsederek gönül alıyordu.
Sükût suikastına uğramıştı, hayal kırıklığı vardı. Bir ara, bundan böyle roman artık yazmayacağını belirtti. Yeni çalışmaları varsa da ömrü vefa etmedi.
Mahmut Çetin’in, şöyle ilginç bir tespiti vardı:
“Afet Ilgaz’ın Milli Gazete’deki yazılarıyla Yeniçağ’daki yazıları arasında hiçbir eksen kayması olmadı. Ilgaz; Yeni Şafak ve Milli Gazete’de yazarken de Yeniçağ’da yazarken de Osmanlı-Türk eksenli İslam ve devlet fikirlerini savunuyordu.”
Bazı düşüncelerine belki katılmayabilirsiniz ama 78 yaşına kadar eserler vermiş, Türk tarihini bir “bütün” olarak severek kabul etmiş, inanç ve fikirlerinden taviz vermeyen bir edebiyatçıya bugünlerde rastlamak kolay değil.
Bilhassa muktedirlere yanaşmak, y(apışmak) için kapışıldığı; paraların, akilli koltukların ve içsel yılanların kıskacında sıkışıldığı bir dönemde; onun yiğit sesini, ince bir ironinin hüküm sürdüğü özlü yazılarını, edebî ürünlerini çok özleyeceğiz.
El etek öpüp yuvarlansaydı, fırıldaklığın kitabını, yamukluğun tarihini yazsaydı çok başka yerlerde olurdu eminim.
Sorgu ve Derviş hakkında: “Kitap, sorgu kavramının ağırlığı, yansımalarıyla dikkat çekiyor. En Yüce Sorgucu Tanrı’dır; en başta O bizi sorgular. Dervişin nihaî meselesiyse, bir bakıma son duraktaki sorgudan, alnının akıyla çıkabilmektir.
Sorgu(lanmayı) içinde bir imtihan, hesap barındıran ve konumumuzun, duruşumuzun önemli olduğu bir sahaya çekip, anlam yüklediğimizde; sadece dervişin değil, sade bir müminin de “inancına” göre yaşamasının güçlüğü açıktır” diyordum.
Son yazısı “Rüya ile Karışık”da, rüya ile gerçeğin iç içe geçtiği hastane izlenimlerini yazıyordu. Ve ötelerden, herhalde malûm akıbetten güzel haberler veriyor, müjdeler hissettiriyordu:
“Bildiğiniz gibi değil burası, şimdi bir masal ülkesi haline geldi. Yattığım yerden gördüğüm, Melek’e de haber verdiğim gökten süzülen Arap harfleri bunu gösteriyor. Bak Melek, Arap harfleri iniyor gökten dedim.”
17 yaşında yazı hayatına başlamış, bugüne kadar yayınlanmış 30 kadar eserin sahibi olan seçkin yazarın, bir cesur yüreğin yeri kolay doldurulamayacak.
Kimler dimdik, dosdoğru kaldı ki?
Sizi seviyoruz güzel hanımefendi!
Allah rahmet eylesin. Mekânınız Cennet olsun!