Lafı eğip büğmeden açıkça söyliyeyim. Futboldan anlamam. Kendim fırsat buldukça spor yaparım ama saatlerce başkalarının spor yapmasını seyrederek ya da yorum yaparak vaktimi harcamak istemem. Bugün yazacağım konu her ne kadar futbolla ilgili gibi gözükse de esasında futbolla ilgili değil, ülkenin itibarı, tarihi, geçmişi ve bugünü ile ilgili bir konu.
Malum, Türk Milli Takımı dünya şampiyonu Brezilya ile özel bir maç yaptı ve 4-0 yenildi. Önce bu maçın yapılması için Brezilya’yı maç yapmaya ikna etmek için para verildiği “iddia” edildi. Yalan-malan, hık-mık derken sonra bu resmen itiraf edildi. Evet para verilmiş.
Sonra paranın miktarı sansasyon konusu yapıldı. “3 milyon avro“ rakamı ortaya atıldı. Daha sonra bu rakamın abartılı olduğu söylendi ve doğru rakamın “2 milyon dolar” olduğu açıklandı.
Şimdi tartışmasız, spekülasyonsuz kabak gibi 2 milyon doların Türkiye tarafından Brezilya’ya verildiği açık bir gerçek olarak resmen ortaya çıktı.
Yazık ki ne yazık! Baştan hemen belirtiyim. Ben paranın miktarında filan değilim. Oturup ta bu paraya şu kadar okul, şu kadar hastane yapılırdı… hesabına da girişecek değilim. İsterse delikli 1 kuruş olsun. Paranın “miktarı” değil de “verilmiş olmasını” anlamıyorum, daha doğrusu hazmedemiyorum.
Başta dedim ya futboldan anlamam. Ama anlayan dostlarım ikaz etti, dediler ki bu tür özel maçlarda deplasman takımlarına böyle para vermek adettir. İyi de kardeşim ben her ne kadar bu işlerden anlamam dediysem de kusura bakmayın o kadar da salak değilim.
Sen Brezilya’nın güzide(!) futbolcularını Türk seyircilerine parayla seyrettireceğine dünya kupasına katılmayı hak etseydin de ilin gavuru bırak rica minnet, parayla, rüşvetle geleceğine tıpış tıpış kendi parasını kendi karşılayarak gelseydi, hatta bırak sen onlara para vereceğine üstüne üstlük bu işten para bile kazansaydın kötü mü olurdu?
Biz okullarda tarih hocalarımızdan yıllarca “Batılılar ecdadımızın atının özengisini öpmek için sıraya girerdi” sözlerini dinleyerek tahsil yaptık. “Kanuni’nin bir fermanıyla Fransa’da yıllarca dansın yasak edildiğini” gururla okuduk, anlattık.
Şimdi o maçın yapıldığı İstanbul’da yatan ecdad, türbelerinden başını uzatsa da rica-minnet, parayla-rüşvetle sambacıları bu topraklara getirdiğimizi, üstelik de 70 milyonun önünde de 2 milyon dolara 4 gol yediğimizi görselerdi ne derdi acaba?
Adı “Fatih” olan Milli Takımın anlı şanlı hocası Fatih Sultan Mehmed’in toprağında dünyaya rezil olurken hala o koltukta oturmayı nasıl hazmediyor?
Şimdi onun aldığı parayı, maaşı da dilime dolamak istemiyorum, çünkü derdim para pul değil. Paramızla rezil oluyoruz da ona yanıyorum.
Biz bu Fatih Terim’in adını filan da bir yerlere verdik. Ne yalan söyleyeyim, bir zamanlar ben de bu adama birazcık sevgi beslerdim. Ama birkaç sene önce, uçak kazasında ölen kayınpederinin ölüm yıldönümünde ölüyü anmak için Avcılar sahiline gelip de “denize viski bıraktığı” haberini okuyunca tüm kanaatlerim değişti. “Ölüyü anmak” ve “Denize viski bırakmak” tabirlerini ben inancım, örfüm, adetim, geleneğim… açısından bir yere yerleştiremedim.
Bu kültüre sahip bir adam şımartılarak “Milli Takım”a hangi “Milli Ruh”u verecek merak ediyorum?
Ben ona Gonyalıların gullandığı manada ancak “Aferim” diyorum.