Bahara duyulan özlem, diğer üç mevsimin toplamından her zaman çok daha fazla ve uzun sürelidir. Buna alışkınız zaten ama bu sene başka...
Bu yıl bambaşka.
Zira diğer hiç bir senede, baharı bekleyen kumruların hasreti bu kadar şiddetli ve yoğun olmamıştı her halde.
Bu hasret, vuslata erememenin getirdiği isyan ve yılgınlık ile birleşince, gönlümüzü, ümidimizi ve hatta insanımızın bizzat kendisini bile enkaz altında bıraktı bu yıl...
"Kara kış geliyor" dedikleri buymuş meğer. Deprem, sarsılma, yıkıntı, göçük, enkaz, korku ve ölüm. Karaymış hakikaten.
Kar düşmemesi de bir türlü aklamadı hem belki, tabiatı ve tekinsiz olan her türlü şeyi; mesela kaçak yapılaşmayı... Aklanmaları mümkün değil ki zaten!
Çiçeklere ne çok hasretiz ve fakat. Ağaçlardaki, tomurcuk şeklinde vücuda gelen beyaz ve pembe mucizelere.
Mucizelere... Onlara zaten her açıdan muhtacız; kahramanlara ve müjde dolu haberlere. Enkaz altından 12.günde sağ çıkan bir cana sevinmemizin hayretine ve şükrüne. Samed olanın ihtiyaçlarımızı karşılamasını niyaz ediyoruz.
Şu günlerde geride bırakmaya başladığımız mevsimin, hiç de olması gerektiği gibi yaşanmadığının farkındasınızdır bir yandan da. Hatırlıyorum, çocukken eldivenlerimiz ve kışlık botlarımız olurdu çünkü. Şimdi bunların hepsi nostaljik ve romantik aksesuarlardan ibaret sanki.
Tıpkı kol saatleri gibi.
Hele ki kağıt ve kalemle yazılan mektuplar? Bunlar nereden aklıma geldiler şimdi? Fakat silmeden yazacağım işte, tıpkı gelişine göre yaşamak gibi. O mektupların romantizmi için bile zaten fazlasıyla üşengeç değil miyiz hem şimdi? Gerçi üşengeçlik doğru kelime değil belki. Duygu ya da haber aktarımı için anlık olarak etkileşime girebilme fırsatı ve imkanı varken, o 'üşengeçlik' dediğim şeyi karalamak akıllıca olmaz pek. Teknolojinin nimetlerinden faydalanmanın nesi kötü olabilir ki? O değil de, doğanın insanı etkilemesi kadar, insanın da onu etkilemesi var işte, en azından bir o kadar. Onu diyecektim. Ne var ki baharlara ve dolayısıyla tabiatın mucizelerine ve müjdelerine olan ihtiyacımız, hiç bir teknolojik gelişmeyle ortadan kaldırılamaz yine de. Ne doğanın, ne de canlıların ihtiyacı... Etten ve kemikten oluşan bedenlerin içinde yaşam sürdüğümüz sürece, kim kimi doğadan ayrı ve münezzeh tutup, ondan bağımsız bir hale getirebilir ki? Bir şeyler değişiyor sonuçta. Ne var ki, bahara duyduğumuz hasreti, baharın bizzat kendi varlığından başka hiç bir şey dindiremez. O değişmiyor, değişmeyecek de. Dinginliği ve neşeyi eş zamanlı olarak bir arada bulabilmemize az kaldı, takvimlere bakarsak. Henüz kapıyı çalmasa da, sokağın başında gördüm de onu. Baharı... Toplumca tuttuğumuz yasa ve yaşadığımız mateme ne kadar ilaç olur ya da aklı evvel müteahhitlere ve onlara izin verenlere ne kadar akıl olur, bilmem gerçi.
Fakat yine de bu senenin gidişatından korkuyorum ben aslında. Gizlice. Diğer aylarda ne olur diye vesveselere dalmaktan kendimi kurtarmak için en azından önümüzdeki mevsimin bahar olacağını hatırlatıyorum kendime. Ve bunu yazmaya çalışıyorum, kalemi eğip bükerek; lafı. Allah vere de yılın son felaketini yaşamış olalım ve çiçekli bir baharın suya, havaya ve yeryüzüne teşrifini izleyelim