Adını sen koy

Mervenur Dalbudak

 

İnsan çoğu kez söylediklerinden değil de söylemediklerinden dolayı pişmanlık duyuyor. İçinde biriktiriyor ama dile getiremiyor. Sözcüklerin bazen yıktığını bildiğimiz için susmayı tercih ediyoruz. Yıkmak istemediğimiz için susuyoruz. Sustukça çoğalan şeyler gün geliyor taşınamayacak ağırlığa ulaşıyor. En başında söylesek belki işe yarayacak. En azından hafifleyeceğiz. Söyleyemiyorsun çünkü korkuyorsun.

**

Kırmaktan, üzmekten, kaybetmekten… sen değer verdiğin için susuyorsun ama karşındaki kendini kusursuz sanıyor. Oysaki sen onu tüm kusurlarıyla seviyorsun söylemediğin için o kendini mükemmel sanıyor. Karmaşık bir giriş yaptığımın farkındayım. “acaba ne anlatmaya çalışıyor?”diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu hafta yazmayı planladığım bir konuyu erteleyip son derece rahatsız olduğum bir mevzu paylaşmak istiyorum.

**

Nedir diye soracak olursanız: insan ilişkilerinin zayıflığı, değersizliğimiz, duyguların hiçe sayılması, bencillik, kimseyi gerçekten sevmeyişimiz… Etrafıma bakıyorum da insanları ne de kolay harcayabiliyoruz. Kimse kimsenin duygularından emin değil. Dost görünen ama içten pazarlıklı insanlarla dolu dünya… Yüzler diyorum çünkü tanıdığımızı sandığımız kişiler her gün bambaşka bir yüzle çıkıyor karşımıza. Her gün artık duyduğum, gördüğüm hiçbir şeye şaşırmama kararı alıyorum sonra bir bakıyorum yine şaşırmışım. İnsanların aniden değişen ruh hallerine yetişemiyorum. Dilleri ayrı konuşuyor, gözleri ayrı, bedenleri ayrı… Değer verdikçe ağırlaşmak yerine değer verdikçe hafifleyen, egolarıyla kanatlanıp uçan insanlara ne demeli. Sevdiğimizi söylerken kuyusunu kazıyoruz. Hiç soruyor muyuz kendimize ne kadar masumuz diye. Şarkı da diyor ya “masum değiliz hiçbirimiz.”

**

Kazanmak yerine kaybetmeyi, inşa etmek yerine yıkmayı, onarmak yerine kırmayı tercih edenler ne kadar masum olabilir ki? Dost, arkadaş, eş seçerken egolarımızı ön planda tutarak, çıkarlarımızı gözeterek davranıyorsak nasıl masum olabiliriz? İşi bitince sırtını dönen, tabiri caize çöpe atan insanlar varken nasıl masum olabiliriz? Bu devirde ne yazık ki kalbin, yüreğin bir önemi yok. Oysa “…bütün iş yürekte “ demişti Nazım Hikmet. Ama biz yüreksizleri baş tacı yaparken -sırf işimize böyle geldiği için- karakteri sağlam olan saf ve temiz insanları görmezden geliyoruz. Biz insanoğluyuz. Yüreğe değil güce bakarız. Öze değil söze inanırız. Duygularına değil mevkisine kıymet veririz. Biz gerçekten sevmeyiz işimiz görülsün yeter deriz.

**

Bizi olduğumuz gibi kabul ettiğini inkâr eder kendimizi eşsiz görürüz. Biz fedakârlık nedir bilmeyiz görevi deriz bizim için yaptıklarına. Affetmek nedir bilmeyiz hata yapsın diye bekleriz. Biz kötü günleri unutturmayız hep hatırlatırız. Biz kendimizden başka kimseye değer vermeyiz, düşünmeyiz. Biz insanoğluyuz. Bir dergide okudum bu sabah” insanoğlunun içtiği süt kimine çiğ geliyor, kötülüğe maya oluyor.” Daha ne diyeyim. Biriniz çıksın ve yanıldığımı söylesin. İyiliğin de var olduğuna inandırsın beni. Karmaşık bir yazı demiştim. Çünkü öfkeliyim. İnsanların birbirlerine eziyet etmesine, sığınak olmak yerine felaket olmasına öfkeliyim.

**

Tahammülsüzlüğe, saygısızlığa, değersizliğe, kıymet bilmeyişimize öfkeliyim. Bu dünyada ölüm var. Bu dünyanın bir sonu var, zenginliğin, malın, mülkün bir sonu var. Bu dünyada yerin altı var bu dünyada kıyamet var. Öyleyse sarılalım artık birbirimize. Merhem olalım. Yara değil yar olalım. Çöp değil gül bahçesi olalım. İnsan insana fırtına değil demirlediği liman olsun. Susmak yerine paylaşalım içimize attıklarımızı. Söylediklerinize değil söylemediklerinize fırsat verin. Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) hadisiyle selamlıyorum hepinizi o zaman belki kalbimiz yumuşar umuduyla:”…biriniz kardeşini(Allah için)seviyorsa söylesin. MONAROZA