Türkiye son birkaç haftadır hukuk ve adalet kelimeleri üzerinden bir tartışma yaşamaktadır.
Öldürülen 2 küçük çocuk sebebiyle hemen herkes Kendi anladığı şekilde bir adalet mekanizması kurup, suçluları yargılayıp ceza infazına kadar varan bir hukuk sistemi talebiyle adalet istemektedir.
Bu istek artık son günlerin moda deyimiyle sosyal platformlarda örgütlenen insanların Mevlana Meydanı gibi meydanlarda imza kampanyaları düzenleme ve toplu yürüyüş taleplerini de içerdiği görülmektedir.
Doğrudur. 2018 Türkiye’sinde Ramazan Bayramından bu güne kadar geçen yaklaşık 20 günlük bir sürede hiçbir kimsenin beklemediği bir şekilde kaçırılan 10 a yakın çocuktan 2 sinin ölüsünün acısını yaşamış ve kalanlarında öldürüleceği gibi bir endişe taşımaktadır.
Çocuk kaçırma işi bu gün gerçekleşmiş olsa da her müessif olayda olduğu gibi bunun da bir geçmişi olduğu gerçeği yine göz ardı edilmektedir.
Ailevi meseleler bir yana cinsel istismar olduğu ifade edilen bu aşağılık olayın bir evveliyatı vardır ve bu evveliyat meselesi çözümlenmeden bu olayların sona ermesi de zordur.
Çok kimse her zaman olduğu gibi bu aşağılık işin de yine eğitimsizlikten kaynaklandığı konusunda hayli sözler söyleyecektir.
Doğrudur. Eğitim mutlak gereklidir.
Ancak 100 yılı aşkın bir süredir uygulanagelen materyalist eğitimin de bir sonucudur bu günkü olaylar.
Günümüzdeki eğitimin içler acısı halini gören pek çok eğitimci kendilerine eğitimci olarak nitelemekten kaçınıyorlar.
Tıpkı üniversite öğretim görevlileri dahil olmak üzere Hakim, savcı ve avukatlardan pek çok insanın hukuk sisteminin bu günkü halini gördükleri için kendilerini hukukçu olarak nitelemekten kaçındıkları gibi.
Aslında bunun tek bir çözüm yolu var ve hem eğitimciler hem de hukukçular bu yolu biliyorlar ama uygulamak istemiyorlar.
Yine tıpkı siyasilerin bu işin çözüm yolu olan idam cezasının yeniden yürürlüğe konulmasının gereğini bildikleri halde idam cezası hükmünü ceza kanunlarına koymak istemedikleri gibi.
Bu ülkede eğitimciler ile hukukçular siyasilerle bir araya gelmedikçe çözülemeyecek pek çok konunun başında maalesef hukuki meseleler gelmektedir.
Türk vatandaşı için söylenen meşhur sözü burada kısaca hatırlatmanın tam zamanıdır.
“Türkler İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ve Fransız hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişilerdir.”
Bu halinden şikâyetçi olmayanların şimdilerde katiller için istenen idam cezasını hem de İslami kurallara uygun olarak kısas şeklinde uygulanmasını istemeleri de eğitimsizlikten kaynaklandığına inanmıyoruz.
Daha 10 gün önce yapılan seçimde kendilerine Avrupa Birliğine üye olmayı hedef olarak koyan ve bu uğurda ceza kanunlarında var olan idam cezasını kaldırmayı ve bir daha bu tür ceza koymayacağını taahhüt eden bir iktidara oy verenlerin şimdilerde idam cezasını istemelerini anlamanın eğitimsizlikten kaynaklandığını zor da olsa anlamaya çalışıyoruz.
Hukuk ile adaletin birbirinden farklı olduğunu anlayamayanların çoğunlukta olduğu bir toplum yapısını geride bıraktığımıza inanıyoruz.
Ama halen uygulanmakta olan hukukun üreticilerinin darbe severler olduğunu da düşündükçe daha alınacak pek çok yolun olduğu da unutulmaması gereken bir gerçektir.
Adaletli bir devleti herkesin ağzında pelesenk olan hukuk devletinin nitelikli hali olarak kabul etmedikçe hukuk devleti tanımı insanların istedikleri olan adil devlet tanımını karşılamaktan uzak olacaktır.
Sözün burasında Tunus’taki Nahda Hareketi Lideri Raşid el Gannuşi’nin “Bugün bize adil bir demokrasinin haram olduğunu savunanlar, aynı zamanda diktatörlüğün helâl olduğunu da savunmakta olduklarının farkındalar mı? Gerçek haram olan, zulüm ve diktatörlüktür.”
Geçtiğimiz hafta öldürülen 2 kız çocuğunun katillerinin idam edilmesi yoluyla adaletin bu toplumda ikame edilmesini istiyorsak yapacağımız ilk şeyin her Cuma günü hatiplerin hutbenin sonunda okudukları Nahl Suresi 90. Ayetini hayatımıza uygulamak olduğunu hiç unutmamamız gerekir.
Eğitim ve hukuk mu? Onlar kendiliğinden hayatınıza zaten hâkim olur.