Belli ki dünya bir imtihan alanı… İnsanın bu imtihan alanında en zor sınavlarından birisi de onun adâletli olmasıdır. İnanç değerlerimiz içerisinde en değerlisi insanın âdil olmasıdır. Bizim kültürümüzde öteden beri adâlet en önemli kavramdır.
Bu hususta kutsal kitâbımız Kur’ânı Kerim’de: “Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şâhit olarak adâleti gözetin; ister zengin, ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adâletinizde heveslere uymayın. Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.” (1) Buyrularak inanların âdil olmaları gerektiğine işâret vardır.
Adâletli olmak aslında tüm dünya insanlığının üzerine hassâsiyetle titremesi gereken en ehemmiyetli bir insânî erdemdir. Kişisel menfaatlerin ön planda tutulması adâlet dengesini alt üst eder. Üç kuruş etmez bireysel çıkarlar insanın saygınlığına zede vurur.
Âdil olmak kişisel bir durum olduğu kadar toplumsal boyutları bulunduğu da bir vakıadır. İdârecilerin, âmirlerin, kurum yetkililerin, devletlerin âdil olması gerekir. Toplum düzeninin doğru işleyişinde adâlet en önemli faktördür. Onu ziyan ettiğinizde bütün bir toplum ziyan olur. Devleti işleten kurumların meselâ mahkemelerin, hâkimlerin, savcıların adâletli olması şarttır. Yoksa nahak yere pek çok kişisel haklar gasp edilebilir. Bu da ‘kul hakkı’ gerektirir. Bu şimdiye kadar çok yapıldı.
Pek tabi devlet yöneticilerin de âdil olması gerekir. Kültürümüzde Hz. Ömer (r.a) denince akla önce adâlet gelir. İşte aynen bunun gibi adâlet denince akla devlet yöneticileri gelir, gelmeli. Devlet ve kurumları âdil olacak ki sosyal hayat normal işlevinde yürüsün, karmaşa çıkmasın, kişi hakları ihlal edilmesin. Ayrıca geciken adâlette insanların adâlete olan güvenini sarsar.
Adâlet insânî bir kavramdır. Kişiler hangi görevlerdeyse, hangi ortamlardaysa adâleti elden bırakmamak durumundalar. Aksi halde kargaşa olacağı âşikardır. Toplumun en küçük biriminden en üst kurumuna kadar hak ve hukukun çiğnenmemesi için adâlet lâzımdır. Ebeveynler âdil olacak evlat ayrımı yapmayacaklar, öğretmenler âdil olacak öğrencilerine eşit muamele edecek, yazarların kalemleri âdil olacak doğruyu yazacak, idâreciler âdil olacak, memur kayırmayacak… Misalleri çoğaltmak mümkün… Kişiler âdil olunca sistem doğru işler. Sistemi sekteye uğratan adâlete aykırı durumlardır.
Anne babayı, öğretmeni, yazarı, âmiri, idârecileri, devleti âdil kılan vicdânı ve sâhip olduğu değerleriyle olan ilişkisinin kuvvet bağıdır. Eğer bir insan adâletliyse bu onun en faziletli sermâyesidir. Adâlet kişilere ve ait oldukları birimlere güç ve güvenilirlik katar. Adâletli olan insan fakir olsun zengin olsun, gücü olsun veya olmasın, nüfûzu olsun olmasın hiç fark etmez. Kişinin gücü ve toplumdaki itibârı âdil olmasından ileri gelir. Böylesi insanların ve onlardan oluşan toplumların sırtı yere gelmez.
Sâdece eleştirmek için yâhut illâ da muhalefet etmek için eğrileri doğru gibi göstermek, ön yargılarla hareket etmek adâlet ölçülerine sığmaz. Eleştirirken de, muhalefet yaparken de adâletten ayrılmamalıdır. Kişilerin canı yandıysa dahi yine de âdil olmalıdır. Bizim değerlerimiz bunu söyler. Adâlet kişileri de kurumları da devletleri de yücelten bir ulvi duygudur. Kişilere ve ait oldukları toplumlara huzur ve sükun temin eder.
-----------
1) Nisa, 135