Malumunuz Adalet üzerinde son yıllarda hayli münakaşa bile değil sürtüşmeler oluşmakta.
Hepsi ben haklıyım derken
Evvelce Adalet yok diye feryadı figan edenlerin, yeni kanun ve strateji değişimleri neticesi bu sefer karşı taraf Adalet yok diye feveran ediyor.
Hangisi haklı haksız çözüm bulmak hiçte kolay olmuyor. Hele ideolojik beyanlarda araya girince bir karmaşadır gidiyor.
Gidiyor ama yıllarca değil nerede ise asır süren Osmanlı Adalet ve vazifeli Kadılarını hiçte adalet vermediği yanında birde fıkralarla yermeleri devam edenler hiçte az değil,,,
Pek çok kişide olabildiği gibi bendenizin yıllar evveli davalarda bazı hâkimlerin kanunların hükmünü bile yok sayarcasına aleyh veya ret kararlar vermesini burada anlatmam sayfalar tutar.
Demek istediğim şu ki sadece Yargıtay vb. yerlerde aramayın bizzat hâkimin kürsüsünde olağanlığı hiç eksik değildir.
Yani Hâkim kendisi Adalet içinde değilse hangi makam da olması düzeni değiştirmiyor.
Birde Osmanlı devletinde olanları okuyalım. Ve “İşte adalet budur” demekten kendimizi alamadan kalmayalım.
***
Kanuni: “Adalet Devletin (Mülkün)Temelidir”
Yaşamındaki tek gelir kaynağı iki dönümlük tarlası olan geçimi kıt bir kişi, bir gün ellerinde kazma ve kürekle gelip tarlasının bitişiğindeki araziyi kazmaya başlayan kişilere merakla ne yaptıklarını sordu.
Araziyi kazmaya başlayan kişiler “Biz burada cami yapacağız” dediler.
Aradan günler geçti. Kazı, geçimi kıt komşunun tarlasına girdi, dolaştı ve tarlanın yarısını çevreledi.
Sonunda cami, tüm yapısıyla görkemli bir abide örneği tamamlanmıştı; ama komşu kıt geçimli kişinin ağzını bıçak açmıyordu.
Caminin bir bölümü, onun geçim kaynağı toprağının yarısını kaplamıştı. Bu da, ailesinin geçiminin yarı yarıya azalması demekti.
Geçimi kıt kişi önce mahallenin büyüklerine gitti, derdini onlara anlattı.
“Toprağının üstüne yapılan herhangi bir bina değil ki, yıkalım da senin hakkını geri verelim” dediler. “Cami bu... Camiye de dokunulmaz ki...”
Geçimi kıt kişi, müftüye gitti, kadıya gitti; fakat derdine onlar da bir çare bulamadılar.
Sonunda, Padişah, Kanuni Sultan Süleyman’a gitmeye karar verdi. Sarayın kapısına gitti, karşısına çıkan ilk görevliye derdini anlattı:
Bir süre sonra huzurdaydı. Padişah Kanuni Sultan Süleyman kendisini dikkatle dinledikten sonra camiyi yapanları da getirtti onları da dinledi.
“Cami çok daha güzel olsun diye biraz genişletmek istedik Sultanım” dediler. “Çevredeki tek uygun arsa da bu komşunun arsasıydı. O nedenle onun arsasına doğru genişlettik camimizi...”
Kanuni Sultan Süleyman buyruğunu duyurdu:
“Şimdi gideceksiniz, o camiyi yıkacaksınız” dedi. Sonra da, onların şaşkın bakışlarına aldırmadan, sözlerinin gerisi getirdi:
“Ben yıkılan bir caminin yerine her zaman daha büyük bir cami yaptırabilirim ama” dedi.
“Adalet bir kez yıkılırsa devlet de yıkılır. Çünkü adalet devletin temelidir.”
Sultan M. Fatih in adaleti
Her şey Fatih'in Ayasofya'dan daha yüksek kubbesi olan bir cami yaptırmak istemiyle başlıyor.
Ancak Hıristiyan olan mimar işin gereğini yerine getirmiyor; belki de gönlü razı gelmediği için inşa ettiği caminin kubbesi yeterince yüksek olmuyor.
Bunun kasıtlı yapıldığından şüphelenen Fatih'de, mimarın elini kestiriyor.
Hıristiyan mimar kadıya müracaatla dava açıyor.
Davalının Padişah olması uygulanacak olan prosedürü değiştirmiyor (Şimdileri bizler “olur mu?” diye feverandayız!) ve Fatih kendi şehrinde, üstelik bir Hıristiyan davacının önünde kendisini savunmaya çağrılıyor. Mahkeme salonu...
Padişah, makamında oturan Hızır Bey'in karşısında sıradan bir sanık gibi ayakta duruyor.
Dava görülüyor ve karar açıklanıyor:
"Sen Murat oğlu Mehmet! Bu kişinin elini yargılamadan kestirdiğin için kısas olunacaksın!
Senin elinde onun ki gibi kesilecek. Ya da onu razı edebilirsen ölünceye kadar onun ve ailesinin geçimini temin edersin."
Bu adaletli karar karşısında mimar dayanamayarak Padişah'ın ellerine kapanıyor...
Herkes dağıldıktan sonra Fatih, Hızır Bey'e hitaben : "Eğer padişahlığımdan korkup
haksız bir karar verseydin billahi kılıcımla kelleni kesecektim." diyor. Bunun üzerine
Hızır Bey kürsünün altından çıkardığı topuzunu göstererek cevap veriyor:
"Hünkârım, siz de padişahlığından gururlanıp mahkemenin kararını dinlemeseydiniz Billahi bu topuzla başınızı ezerdim."
İşte Osmanlı kadısının adaleti…
***
İngiliz Yargıç’ın düşünüş ve kararı
İngiliz yargıç, gece yarısı parktan gecen kızı korkutan adama 7 yıl 7 gün hapis verince, şaşıran gazeteciler sormuşlar:
“Adam kıza elini bile süremedi. Kaçan kızın çığlıklarına yetişenler de, adamı yakaladılar. Bu 7 yıl, 7 gün çok değil mi?”
Yargıcın yanıtı şu olmuş:
“Kızı korkutmanın karşılığı 7 gündür. 7 yıl, İngiliz kızlarının gece yarısı parkta dolaşma özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır.”
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…