Kaybettiğimiz bir âlemin en mûtena isimleri, kavramları yoktur yahut içi boşaltılarak bir şekilde aslî hüviyeti silinmiştir. Hâlbuki bazı isimlerin ve mefhumların hayatımızda aldığı, oynadığı rol önemlidir.
Muhtelif sebeplerle, bir dünyayı barındıran ve ihtiva eden bazı isimler hatırlanmakta, bir kısmı modalaştırılıp, kimileri de unutturulmaktadır.
Biz önemse(me)diğimiz veya görüp geçtiğimiz bir “isimler dünyasında” yaşarız. Kıymet verdiklerimize ise sevdiğimiz, beğendiğimiz adları veririz.
Adlandırma bir bilgiyi de gerektirse, sahip olduğumuz bilginin cirmi, doğrultusu, mahiyeti ve millî şahsiyetimizle paralelliği önemlidir.
Ad koymalarımızda rol oynayan unsurlar nelerdir; kalp odaklı mıdır, yoksa mânâdan arındırılmış despot akıl, güdülmüş beynin tesiriyle mi isimler benlikler savrulmaktadır? Çünkü “etiket” gözüken adlar bu olguya göre de değişmektedir.
Çocuklarımıza Melissa, Betim…vs.gibi isimleri koyarken veya beğenmediklerimizi mahkeme kararıyla değiştirirken de, arkasında belirli bir tahayyül, kavrayış ve heves vardır kuşkusuz.
İsim koyarken sınırlandırır, bir alan içine sokarız.
Yeni isim almakla, varlık tasavvurumuzu ne kadar değiştiririz. Modernleşirken, hangi güzel isimleri kaybederiz?
Kâmilleri, Yücelleri, Bâkîleri azgın çağdaş bir sel sürükler götürür mü? Kâmil’in “..mil’i kalırken mânâsı kılığı da değişir mi? Bülbüller hangi “çöplükistan’da, bataklık güllerine karşı kanını dökmektedir?
Gene kızına şuursuzca “BMC” adını veren babanın; zamanını ne “kıymetlendirmiş” ve o derece meşgul etmiştir ki; bir türlü sahip olamadığı arabanın adını çocuğuna takarak, kızında hayalini tecessüm ettirmiş; yahut eşyayı öne koyarak, önceliğini, birincil hedefini göstermiştir.(16.11.2004, günlük bir gazete)
Yaptığımız sayısız adlandırmada, bu kertede bir daralma, lâübalilik; bir inkârın, Müslüman Türk’ü şekillendiren bir kaynağın şuurlu ya da şuursuz reddini hatıra getiriyor, kültürümüzü ve dünyayı kavrayışımızda mühim aksamalar olduğunu düşündürtüyor.
Esasen bazıları kendi ismine de sahip çıkamamıştır. Çünkü ismi etrafında bir beşer tasviri ve ömrü süresince bir “mükemmelleşme/olgunluk” beklentisi vardır. Ali, Ömer, Alparslan Fatih vs gibi önemli isimleri taşırken de; bazen içindeki kutsalı öldürebiliriz; benliğimizdeki “iddialı boşluk” galip gelir.
Şaşmaz bir nizamın neticesi olarak Kâinat eşya yaratılıyor, insanlar dünyaya geliyor; Mutlak bir ölçü daima vardır ve o ölçüye göre isimlendirmek, yaşamak gerekmektedir. Oysa güç ve ehemmiyet neye atfedilmektedir.
İsimler de bir güzellik kıstası gözetilerek konulmalıdır. Gelişigüzel isimler, hatalı seçimlerin neticesi olabilir. Yaratanı, yaratışı, fıtratı hafife almaktır en azından. Bir kopuşun alâmetidir, istikameti tersine çevirmektir.
…
Meseleye ad koymaksa zannedildiğinden önemlidir.
Günlük hayatımızda karşılaştığımız problemlere, çeşitli adlar koyarız; küçük teşhislerde bulunup, tespitler yapıp bir tabana oturturuz. Çoğunun üzerinde durmayız, gelir geçer.
Oysaki yanlış tanımlamalardır. Aynı yahut benzeri sorunlar tekrar önümüze geldiğinde; eskisinden hareketle verdiğimiz peşin ve düşünmesiz hükümler, yanılgıları devam ettirip büyütür.
Hareketlerimizin, fiillerimizin bir “adı” vardır. Genellikle başkalarına sunduğumuz, kâğıt üzerindeki adımızla, kabımızın derinindeki yazı, içimizdeki tanımlama adlandırma farklıdır.
Hevayı hevesimizin, gerçek niyetlerimizin, uzak ülkülerimizin ve ruhumuzda gezen tilkilerin apayrı adları vardır. Açılımı, tatbikatı, çıkış-varış noktası bambaşkadır. Bidayetteki adından ayrılarak, değişik anlamlar alır; gelir esarete, bağnazlığa dayanır sözgelimi, o zaman adı da farklılaşmalıdır.
Ad koyarken bazen mefhumları adsızlaştırır, kimliksizleştirir, yersizleştiririz. Dünyamızda; gerçek yüzleri adları sanlarıyla onları kim kullanır, kim tanır? Sözgelişi demokrasi, özgürlük, din derken kaçımız aynı tarifte birleşir? Uygulama, mânâsının özünü vermekte midir?
Rüyalarımıza, tasavvurlarımıza ve bütün süzüp geldiklerimize, geride bırakacağımız manevî miras veya birikime, kısaca beşeriyetimize ne “AD” koyarız, anlamı nerede neyde buluruz ki; sürüklenerek, kuru gürültüyle yahut yüce bir hedefin peşinde ömrümüzü muttasıl sürdürürüz.
Öte yandan “Üzerimde nam nişan kalmasın” diyen “adsızlar”, kendilerini “Tek İsim’de” eritmemişler midir?
Mağripli meşhur bilgenin yaklaşımı hoştur:
“Yaratıcı’ya oranla, O’ndan gayrı olarak algılanan her şey, bir yanılsamadan ibarettir. O’ndan başkasına ad olarak kullandığımız her sözcük bir ikilik içeriyor, aşılması gereken bir eksikliğe işaret ediyor. Rab ile kul arasında bir ayrımdan söz edilince, bu ikilik aşılması gereken sınırlar üretiyor. Oysa varlık birdir, ikiliksiz Tek’in dışında ne varsa bir hayal, bir gölgedir.” diyor İbn Arabi.(Sadık Yalsızuçanlar, Gezgin, sh. 31)
Kahramanlarımızı ve şahsî bir dünyayı yeniden oluştururken bazı isimler ve kavramlar çerçevesinde, tekrar düşünmeli; bir inanç ve muhabbet dünyası inşâ etmeliyiz diyorum.