Önceleri tarihin akışını değiştiren bir millet iken sonraları tarihini değiştiren bir millet olduk çıktık ya artık her şey bence normal demeye başladık ülke insanı olarak.
Mesela okulların açıldığı şu günlerde 11. sınıflara bedava verilen Türk Dili ve Edebiyatı kitabında Victor Hugo’nun romantizmin kurucusu olduğundan bahsedilerek geçmiş dönemlerde de olduğu gibi tarihi bir yanlış yapıldı yine.
Bu henüz kişilikleri gelişmemiş okul öğrencilerinde öylesine tesirli olabilecek bir yanlış ki devamında Victor Hugo’nun doğumundan yaklaşık 150 yıl önce ölen William Shakespeare’in ise bu akımı geliştirdiği ifadeleri ile birlikte ayrıca Fransız İhtilali’nden önce ölen Shakespeare’in ise bu olayın etkisiyle romantizme yöneldiği gibi ifadeler yer aldı.
Gençlerin siyaset yapmaları yerine Victor Hugo’nun ve William Shakespeare’in isimlerinden ilham alarak romantizme kaymalarının daha ehven olacağını düşünmüş olmalılar ki kimsenin geçmişten beridir bu tür yanlışlarla ilgilendiği görülmemektedir.
Diğer taraftan Diyarbakır HDP binası önünde oturma yapan ailelerin çocuklarının dağdan indirilmesi istekleri birden bire son günlerin en önemli olayı olarak gündemin birinci sırasına taşınıverdi.
Bir taraftan görünmeyen bir el tarafından başlatılmış veya birileri tarafından planlanmış gibi başlatıldığı iddia edilen, diğer taraftan ise ailelerin devlet kapısı yerine PKK ile özdeşleştirilen bir parti binasının önünde oturma eylemlerine her gün nerede ise birkaç ailenin katılması hatta botokslanmış makyajları ile magazin ve sinema ile tiyatro dünyasının bazı temsilcilerinin magazin ile siyaseti karıştırarak bir tiyatro sergilemeleri ortada hayli garip bir durum olduğunu göstermektedir.
Çocukları PKK/HDP işbirliği ile dağa kaçırıldığını iddia eden ailelerin çocuklarının evlerine dönüşü konusunda devletten göremedikleri babalığı HDP/PKK ikilisinden beklediğinize mi yanarsınız yoksa PKK iltisaklı olması nedeniyle görevden alınan belediye başkanlarını ziyaret eden belediye başkanının pejmürde hale getirecek olan bakanın başka bir bakan ile Diyarbakır HDP binası önündeki aileleri ziyaretinin pejmürdeliğine mi yanarsınız?
Malum çocuklarını arayan anneler sadece Diyarbakır’daki annelerle sınırlı değil bu ülkede.
Milletimiz şimdiki annelerin eylemine benzer eylemler gördü geçmişte.
Adına Cumartesi Anneleri denen bir gurup insan 1995’ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Lisesi civarında oturma eylemleri düzenleyerek gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden çocuklarını aramakta olduklarını iddia etmektedirler.
Mayıs 1995’ten beridir her cumartesi günü Galatasaray Meydanı’nda polis tarafından gaz bombaları ve tomalarla bu insanlar dağıtılırken, Diyarbakır’daki anneleri terör örgütü mensuplarından korumak amacıyla polisin sürekli kordon oluşturması hayli bir tezat oluşturmaktadır.
Birde bunun üstüne Diyarbakır Kulp’ta ki terör saldırısı sonrası PKK destekli HDP adaylarının en fazla oy aldıkları yerler olan Tunceli, Ağrı, Siirt, Mardin ve Şırnak'ta Valiler ve belediyelere atanan kayyumlar ile sivil toplum kuruluşları ile vatandaşların katılımıyla "Teröre Lanet, Kardeşliğe Davet" mitingleri yapıldığını ilave ettiğinizde terör örgütü mensuplarının bölgede nasıl bir yeni oyun oynanmaya başladığını anlamak sanki daha kolay olacak.
Hep beraber yıllardır oynanan siyaset oyunu bize gösterdi ki Milletimize ya birilerinin ya övücüsü ya da sövücüsü olma rolü biçilmiştir.
Hatta bu ülkedeki bazı siyaset zübükleri tarafından milletin görmemesi gereken gerçeklerin milletten saklanması amacıyla siyasilerin etki altına aldıkları tarikat veya cemaat liderlerinin çapının büyüklüğü oranında kendilerinin savunucusu olanların daha çok olduğuyla ilgili ateşli söylemler geliştirildi.
Hal böyle olunca memleketimizde ve dünyada gelişen olaylara karşı bakış açımız ile bu bakış açısı sonunda elde ettiğimiz neticeler farklı olmaya yani olaylar magazinleşmeye başladı.
Bu magazinleşme sonucunda ister acı veren olsun ister sevinç oluşturan olsun bir olay karşısında o olaydaki kişiyi övücü oluyorsak bir zaman sonra aynı şekildeki bir olay karşısında sövücü olmamızı isteyenlerin akıllarımızla veya zekâlarımızla oynamalarına müsaade ettik.
Bu durum maalesef siyasette de böyle gelişti.
Olayları kimler için faydalı kimler için zararlı olur diye bir düşünme bilinci geliştirmeden görmek istediğimiz için de bizim siyasetçilere değil de siyasetçilerin bize ihtiyaçları olduğunun farkına varamadık bir türlü.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen eğitim ve siyasetin içler acısı halini magazinleştirmekten kurtarmak ümidini yaşatanların uzun yaşamalarını dilemekten başka diyeceğimiz yoktur.