Hayat, içerisindeki zıtlıklarla kaimdir. Kalp atış çizgimiz dahi inişleriyle çıkışlarıyla yaşamımızın müjdecisidir. Oysa onun düz bir çizgi oluşu yaşamımızın son buluşunun habercisidir. Dolayısıyla yaşam, içerisindeki güzelliklerle olduğu kadar acılarla da ayakta durur.
Nursi, “Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuttan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider” ifadesiyle bu hakikati beliğ bir şekilde özetler. Bu bağlamda yeknesaklığı kıran acılar, kederler bireylerin mücadele ile hareket ederek daha iyiye, daha güzele ulaşması için çabalamasına ve kemaline vesile olabilir.
Frankl, “İnsanın Anlam Arayışı” eserinde, yaşamın anlamının keşfinde üç yol sunar. Bu üç yoldan biri, bireyin kaçınılmaz olan acıya karşı anlamlı bir tavır geliştirmesidir. İşte bu noktada yaşadığımız acılara karşı nasıl bir tavır sergilediğimiz ve onları nasıl karşıladığımız sorusu önemlidir.
Mevlâna konuyla ilgili olarak dizelerinde şöyle der;
İnsan dediğin bir misafirhane,
Her sabah yeni birisi gelir.
Bir sevinç, bir bunalım, bir zulüm,
Aniden farkına varmak bir şeyin,
Hepsi beklenmedik misafirlerdir.
Hepsini karşılayıp ağırla!
Evini vahşetle süpürüp,
Bütün mobilyalarını boşaltan
Bir keder kalabalığı bile gelse,
Her geleni alnının akıyla misafir et.
Ola ki yeni bir zevk getirmek için
Boşaltmışlardır evini.
Evet, insan denilen misafirhane her gün ayrı bir renkte duyguya, düşünceye ev sahipliği yapar. Kimi zaman evimize sevinçler, mutluluklar misafir olurken kimi zaman da acılar, kederler misafir olur. Çoğu zaman sevdiğimiz renklere bürünen, olumlu diye nitelendirdiğimiz duygu ve düşünceler, bu misafirhaneyi ziyarete geldiğinde onları hoş bir şekilde karşılarız. Oysa olumsuz duygu ve düşüncelerin ziyaretinde tavrımız tersine döner. Onları misafir etmek istemediğimiz ve onlara karşı tahammül seviyemizin düştüğü durumlarda bu misafirleri ağırlamakta zorlanırız. Böylece bilmeden ve istemeden onları yaşamımızın merkezine koyarız. Yaşam, onlardan ibaretmiş gibi davranırız. Onları kovaladıkça onlara daha da dolanırız da fark etmeyiz.
Son dönem de pek çok terapi yaklaşımı da bu konuya dikkat çekerek; bu gelen misafirleri fark etmenin, onları kabul etmenin ve onlara yer açmanın psikolojik esnekliğimizi arttırmamıza vesile olacağını vurgular. Böylece anda kalabilir, onları güzelce ağırlayıp uğurlayabilir, arkalarında bıraktıkları pek çok yaşantıyla harmanlanmış deneyimi ve güzelliği fark edebiliriz. Nihayetinde onları kovalamadan ve onlara dolanmadan, onların geçip gitmelerine izin verebiliriz.