Eskiden insanımızda bir Batı hayranlığı ve sempatizanlığı vardı ki sormayın gitsin. Körü kürüne Batıyı taklit neredeyse hastalık derecesindeydi. Son yıllarda bunun kırıldığını görüyoruz. Batının oynadığı Ali-Cengiz oyunlarını halkımızın idrak ettiğini düşünüyoruz. Ve Batı’nın sağ gösterip sol vurduğunun artık fark edildiğini, bizi birbirimize düşürmek için çevirdiği dolapların tutmadığına şahit olabiliyoruz. Hatta bu gerçeğin hem milletçe hem de devletçe kavrandığı kanaatini taşıyoruz.
Başbakanımızın one minute hâdisesi ile İsrâil’in zâlimliğini bizzat devlet bakanının yüzüne dünyânın gözü önünde haykırması ile birlikte geçtiğimiz günlerde G-20 zirvesi sırasında cereyan eden hâdiseler bizleri hakikaten sevindirdi. Bilindiği gibi geçen yıllarda Danimarka’da kâinâtın Sevgili Gülüne hakaret içeren karikatür krizinde dünya Müslümanları ayağa kalkmasına rağmen devlet bünyesinde hiçbir geri bildirim göstermeyen, utanmadan destek veren Danimarka hükümetine karşı devletimizin yürüttüğü onurlu politika herkesin takdirini topladı. 60. Yılını kutlayan Kuzey Atlantik İttifakı (NATO)’nın zirvesinde, Danimarka Başbakanı Rasmussen’nin NATO Genel Sekreterliği hadisesine bizim hükümetimiz tepki gösterdi ve bunu tüm dünyânın gözü önünde duyurmaktan çekinmedi. Bu kararlı ve haklı tavır karşısında bazı kazanımlar elde edildi. Bunlar; NATO Genel Sekreterliğine getirilen Rasmussen’in bir yardımcısı ile İttifâk’ın Afganistan özel temsilcisi Türk olacak. Danimarka Başbakanı, Medeniyetler İttifâkı’nda karikatür kriziyle ilgili İslam âlemine olumlu mesajlar verecek. Kürt propagandası yapan Roj TV’nin kapatılması için Danimarka harekete geçecek. ABD Başkanı bunun yakın takipçisi olacak. Rasmussen’nin bizzat kendisi de: ‘Türkiye’nin endişelerini anlıyorum. Türkiye ve İslam âlemi ile iyi ilişkiler kuracağım.’ Deyiverdi. Hayret!
Evet, bunlar cidden güzel gelişmeler. Bir zamanlar ABD Başkanının karşısında oturmaya çekinen, elleri titreyen Başkanlar gördüğümüzden şu ortaya çıkan tabloya sevinmeyen yoktur herhalde, diye düşünüyoruz. Ancak her şeyin bir bedeli de olduğunu unutmamak gerekir. Yaptığımız bu onurlu davranıştan pişman olmamak için taşları yerinde kullanmak ve oynamak lâzımdır. Aksi takdirde ödenecek faturaların listesi kabarık olabilir. Zira bu adamlar güvenilir kişiler değildir. Bugün ak dediğine yarın kara diyebilecek vasıfta insanlar. Onlar için her zaman kendi çıkar ve menfaatleri insanlığın önünde gelir. Temkinli, tutarlı ve kararlı tavır şart. Fakat ne olursa olsun bütün dünyânın gözü önünde bizim de kendi çıkarlarımızı ifâdelendirme adına sergilenen tutum herkesin takdirini topladı. Bu tebrik edilecek ve alkışlanacak bir durum. Şükür bu günlere geldik.
Bugünlere kadar Müslüman dünya az şey çekmedi. Bir zamanlar insanlarda Batı hayranlığı ve Batı taklitçiliği hat safhadaydı. Müslüman insanlar sanki geri kalmışlığından dolayı bir aşağılık kompleksi vardı. Müslüman insanlar karşılaştığı her bir durumda körü körüne Batı’dan gelirse ‘Tamam’ ama İslam’dan gelirse ‘Hayır’ diyordu. Tâ ki Demirperde ülkelerinin bir bir çözülme sürecinde ülkesel sıkıntılar yaşayarak bölünen Yugoslavya’da Sırbistan-Hırvatistan ve Bosna-Hersek’de yaşananlar Batı’nın gerçek yüzünü ve gerçek insanlığını ortaya koymaya yetti. Dünyânın en ahlaksız, en âdi ve basit milleti olan Sırplar yıllardır beraber yaşadıkları Bosna-Hersekli kardeşlerine sergiledikleri cânice, âdice, ahlaksızca tavırlarını bu millet gördü. Tüm hümanist Avrupa’nın gözü önünde küçücük kızlara tecâvüz eden Sırp askerleri o körpe yavruları tıpkı ineklerin barındırıldığı bir yerde hamililik sürecinde tutup ‘Sırp doğuracaksınız’ dayatmasıyla zulümler icra etmişlerdir. Bunların yan sıra sayısını dahi hatırlayamadığımız binlerce Boşnak kardeşimizi en zâlim işkencelere ve âdiliklere tâbi tutarak toplu katliamlar yapmıştırlar. Hem de o hümanist Avrupa’nın gözü önünde. Bizi biraz olsun uyandırdı bu gerçekler.
Yine 90’lı yıllarda yanı başımızdaki komşu Bulgaristan’da yaşayan Türk ailelerine yapılan işkenceler, çocuklarını İslam inancına göre sünnet ettirmek isteyen Müslümanlara yapılan olmadık zulümler, Müslümanların sayısı çoğalmasın diyerek onları kısırlaştırmak için yapılan aşılar, ‘Belene kamp’larında yapılan işkenceler daha neler neler… Bunlar yüreklerimiz dağlamıştı ve bizlerin Batı’nın gerçek yüzünü görmemizi sağlamıştı.
Daha dün Irak, Afganistan, Gazze olayları da dünyanın gözü önünde olup biten şeyler. Hani ne yapıldı? Ama ayni şeyler İsrâil’e yapılsa dünya böyle sessiz kalır mıydı?
İşte bu ve benzeri sebepler insanımızı uyandırdı ve daha bilinçlendirdi. Bu adamların ne mal olduğunu anlamamızı sağladı. Fakat illâ da bu gerçekleri idrak etmemiz için böylesi musibetler mi olması lâzım. Oysa bizim inancımızın değişmez prensipleri var. “Küfür tek bir millettir.” Öyle değil mi?
Evet, bunlar cidden güzel gelişmeler. Bir zamanlar ABD Başkanının karşısında oturmaya çekinen, elleri titreyen Başkanlar gördüğümüzden şu ortaya çıkan tabloya sevinmeyen yoktur herhalde, diye düşünüyoruz. Ancak her şeyin bir bedeli de olduğunu unutmamak gerekir. Yaptığımız bu onurlu davranıştan pişman olmamak için taşları yerinde kullanmak ve oynamak lâzımdır. Aksi takdirde ödenecek faturaların listesi kabarık olabilir. Zira bu adamlar güvenilir kişiler değildir. Bugün ak dediğine yarın kara diyebilecek vasıfta insanlar. Onlar için her zaman kendi çıkar ve menfaatleri insanlığın önünde gelir. Temkinli, tutarlı ve kararlı tavır şart. Fakat ne olursa olsun bütün dünyânın gözü önünde bizim de kendi çıkarlarımızı ifâdelendirme adına sergilenen tutum herkesin takdirini topladı. Bu tebrik edilecek ve alkışlanacak bir durum. Şükür bu günlere geldik.
Bugünlere kadar Müslüman dünya az şey çekmedi. Bir zamanlar insanlarda Batı hayranlığı ve Batı taklitçiliği hat safhadaydı. Müslüman insanlar sanki geri kalmışlığından dolayı bir aşağılık kompleksi vardı. Müslüman insanlar karşılaştığı her bir durumda körü körüne Batı’dan gelirse ‘Tamam’ ama İslam’dan gelirse ‘Hayır’ diyordu. Tâ ki Demirperde ülkelerinin bir bir çözülme sürecinde ülkesel sıkıntılar yaşayarak bölünen Yugoslavya’da Sırbistan-Hırvatistan ve Bosna-Hersek’de yaşananlar Batı’nın gerçek yüzünü ve gerçek insanlığını ortaya koymaya yetti. Dünyânın en ahlaksız, en âdi ve basit milleti olan Sırplar yıllardır beraber yaşadıkları Bosna-Hersekli kardeşlerine sergiledikleri cânice, âdice, ahlaksızca tavırlarını bu millet gördü. Tüm hümanist Avrupa’nın gözü önünde küçücük kızlara tecâvüz eden Sırp askerleri o körpe yavruları tıpkı ineklerin barındırıldığı bir yerde hamililik sürecinde tutup ‘Sırp doğuracaksınız’ dayatmasıyla zulümler icra etmişlerdir. Bunların yan sıra sayısını dahi hatırlayamadığımız binlerce Boşnak kardeşimizi en zâlim işkencelere ve âdiliklere tâbi tutarak toplu katliamlar yapmıştırlar. Hem de o hümanist Avrupa’nın gözü önünde. Bizi biraz olsun uyandırdı bu gerçekler.
Yine 90’lı yıllarda yanı başımızdaki komşu Bulgaristan’da yaşayan Türk ailelerine yapılan işkenceler, çocuklarını İslam inancına göre sünnet ettirmek isteyen Müslümanlara yapılan olmadık zulümler, Müslümanların sayısı çoğalmasın diyerek onları kısırlaştırmak için yapılan aşılar, ‘Belene kamp’larında yapılan işkenceler daha neler neler… Bunlar yüreklerimiz dağlamıştı ve bizlerin Batı’nın gerçek yüzünü görmemizi sağlamıştı.
Daha dün Irak, Afganistan, Gazze olayları da dünyanın gözü önünde olup biten şeyler. Hani ne yapıldı? Ama ayni şeyler İsrâil’e yapılsa dünya böyle sessiz kalır mıydı?
İşte bu ve benzeri sebepler insanımızı uyandırdı ve daha bilinçlendirdi. Bu adamların ne mal olduğunu anlamamızı sağladı. Fakat illâ da bu gerçekleri idrak etmemiz için böylesi musibetler mi olması lâzım. Oysa bizim inancımızın değişmez prensipleri var. “Küfür tek bir millettir.” Öyle değil mi?