‘AB küresel anlamda 2-3 yaşında bir çocuk’

LONDRA İZLENİMLERİ -2-
Mustafa ARSLAN
marslan@merhabagazetesi.com.tr
 

AB’nin küresel oyuncu olmak istediğini ancak, dünyanın sorunlu bölgelerinde zayıf kaldığını, İngiltere’nin İsrail ve ABD ile birlikte hareket ederek bölgemizde kan döktüğünü, AB içinde özellikle Almanya-Fransa ile ayrıştığını, bu şartlar altında nasıl küresel oyuncu olabileceğini Avrupa Birliği İngiltere Temsilciliği Başkanı Başkanı Jonathan Scheele’e soruyorum. Cevabı oldukça ilginç oluyor; AB küresel anlamda 2-3 yaşında bir çocuk. Küçük işleri yapabiliyoruz ama büyük işleri yapamıyoruz. Londra Şehir Üniversitesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Brock mesleğimiz için de ilginç tespitlerde bulunuyor. Yazılı basın iş modelinin bitmekte olduğunu vurgu yapıyor ve yeni açılımlar yapması gerektiğini anlatıyor. Bununla birlikte internet basını devrinin ise tam başlamadığını ara dönemde olduğumuz belirtiyor. İnternet gazeteciliği için ücret alınamadığını ancak bir yolunun bulunacağına inandığını söylüyor. Öte yandan Brezilya ve Hindistan’da gazete satışlarının arttığına da işaret ediyor.

Avrupa Birliği İngiltere Temsilciliği Başkanı Jonathan Scheele son derce tecrübeli bir devlet adamı. Renkli heyetimizin zaman zaman kendi içinde görüş ayrılığına düştüğü anlarda bıyık altı gülerken, yine heyetimizin kendisini sıkıştırdığı anları ustalıkla atlatıveriyor. Devlet tecrübesinin yanı sıra özel sektör deneyimi de var. Scheele AB’yi ilginç bir benzetme ile tanımlıyor; Deve aslında bir komite tarafından tasarlanmış bir attır. AB bir komite tarafından tasarlanmış bir devedir.
Türk gazetecilerden gelen ‘Sizce AKP, AB konusunda samimi mi’ sorusuna da yine bir İngiliz deyişi ile cevap veriyor: Ördek gibi vaklıyorsa, ördek gibi yüzüyorsa, bilin ki o ördektir.
AB’nin Türkiye’yi üyeliğe kabulü konusunda bir karar vermesi gerektiğini hatırlatarak başladığımız sorumuzu, Hz. Mevlana’dan bir deyişle müşahhaslaştırıyoruz; Söylediğinizin karşınızdakinin anladığı ile kaim olduğunu hatırlatıyoruz. Buradan hareketle AB’nin Türkiye ile ilgili kararının olumsuz olarak algılandığını söylüyoruz. Scheele ise AB’nin Türkiye ile ilgili kararını 1963’te verdiğinin altını çiziyor. Ahde vefa ve verilen sözün AB tarafından tutulmasının gereğine işaret ederek, şahsi görüşünün birkaç yıl içinde AB’nin Türkiye’ye girin diye baskı yapacağı yönünde olduğunu anlatıyor.
AB’nin küresel oyuncu olmak istediğini ancak, dünyanın sorunlu bölgelerinde zayıf kaldığını, İngiltere’nin İsrail ve ABD ile birlikte hareket ederek bölgemizde kan döktüğünü, AB içinde özellikle Almanya-Fransa ile ayrıştığını, bu şartlar altında nasıl küresel oyuncu olabileceğini soruyorum. Cevabı oldukça ilginç oluyor; AB küresel anlamda 2-3 yaşında bir çocuk. Küçük işleri yapabiliyoruz ama büyük işleri yapamıyoruz.



AB’nin ABD gibi birleşik bir devlet olup olamayacağı ya da parçalanıp parçalanmayacağı yönündeki soruyu da ABD gibi bir birlikteliğin henüz öngörülmediğini ancak bunun öngörülmeyeceği anlamına gelmediği ve AB’nin tüm sorunlarına rağmen parçalanmayacağına inandığını ifade ederek cevaplıyor.
İlk program ve ilk gün için oldukça sert geçen sunum ve soru cevaplardan sonra kendimizi Londra’nın caddelerini atıveriyoruz. New York’ta sizi saran duygu burada da buluyor. Sanki yabancı bir yerde değilsiniz. Gerçekten televizyon dizileri ve filmler zihinlere bu şehirleri kazımış.  Görkemli bir tarih, taş yapılar, Harods gibi dünyaca ünlü mağazalar,  koşan insanlar,  bisikletleri ve kısmen motosikletleri ile trafikte rahatlıkla seyredenler, bisiklet parkları, otobüsler için ayrılmış ve belli saatlerde başka araçların giremediği şeritler, sürekli yağmur nedeni ile asfalt üzerinde pırıl pırıl kalan trafik işaretleri,  yönlendirme levhalarının yerli yerinde olması, nerede ise yol tamirinden daha fazla zaman alacak şekilde alınan güvenlik tedbirleri ve malzemeleri, onca araca rağmen diyebilirim ki hiç çalmayan kornalar, yayalara gösterilen adeta ayrıcalık, şehir aydınlatması, zengin şehir mobilyaları dikkatimizi çekiveriyor. İngilizler’in çoğu zayıf. Obezite çok az uğramış buralara. Genellikle siyahiler obez. Binlerce yıllık tarihin her aşamasındaki kahramanlarını, sanatçılarını anlatan eserler ve heykeller Londra’ya ayrı bir renk katmış bizdekinin aksine. Bizde dönemlere düşmanlıklar olduğu için bu anlamda kesintili bir görüntü yaşanmakta.
2. gün Londra Şehir Üniversitesi’nde başlıyor.
Tecrübeli bir gazeteci olan Profesör George Brock, The Observer ve The Times gibi dünyaca ünlü yayın organlarında üst düzey yönetici ve makale yazarı olarak çalışmış. Halen Üniversite’nin gazetecilik bölüm başkanlığını yürütüyor.
Üniversitede Türk Master öğrencileri ile de karşılaşmak bizi de onları da mutlu ediyor.
Profesör Brock Lonrda’da çok sayıda üniversitenin mevcudiyetinden bahsediyor. 19. Yüzyılda kurulan Şehir Üniversitesi’nin şehrin Doğu ve Kuzeyi’ndeki fakir öğrencilerin eğitimi için kurulduğunu anlatıyor.



Gazetecilik bölümündeki eğitim hakkında da bilgi veren Prof. Brock, genel eğitimin yanı sıra ekonomi, siyaset, araştırmacı gazetecilik masterlerı ile girişimci gazetecilik ve internet gazeteciliği master eğitimleri verdiklerini de söylüyor. Bir yıllık eğitim ücreti AB üyesi ülke vatandaşları için 8 bin sterlin, AB dışı ülke vatandaşları için ise 15 bin sterlini buluyor. Öğrencileri eğitimleri sonrası yüzde 90 iş bulabiliyor.
Prof. Brock mesleğimiz için de ilginç tespitlerde bulunuyor. Yazılı basın iş modelinin bitmekte olduğunu vurgu yapıyor ve yeni açılımlar yapması gerektiğini anlatıyor. Bununla birlikte internet basını devrinin ise tam başlamadığını ara dönemde olduğumuz belirtiyor. İnternet gazeteciliği için ücret alınamadığını ancak bir yolunun bulunacağına inandığını söylüyor. Öte yandan Brezilya ve Hindistan’da gazete satışlarının arttığına da işaret ediyor.
Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Edebiyatı Bölümü ile Siyaset Bilimi Bölümleri mezunu olan Londra Büyükelçimiz Ünal Çeviköz, Türkçe’yi son derece güzel kullanıyor. Şehir Üniversitesi’nden sonra kendisini ziyaret ediyoruz. 15 dakika olarak planlanan görüşmemiz 1 saati aşkın sürüyor. İlginç bir dönemde İngiltere’de bulunduğumuza işaret ediyor. Zira 1945’ten bu yana ilk defa bir koalisyon hükümeti kuruluyor, muhafazakâr parti 13 yıl sonra ilk defa iktidar oluyor.
İngiltere 2008 finansal krizinden en fazla etkilenen ülkelerden hatta en fazla etkilenen ülke. 1 yılda 43 milyar sterlin faiz ödeniyor ki bunun günlük karşılığı 120 milyon sterlin. Ülke kemer sıkma politikalarına hazırlanıyor. 5 yıl içinde 500 bin kişinin işine son verilmesi bekleniyor.



İngiltere, Türkiye’nin AB üyeliğine güçlü destek veren ülkelerden.
Büyükelçi Çeviköz, bölgesinde güçlü bir Türkiye’nin AB için de iyi olacağına vurgu yaparak, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Avrasya’dan sonra Afro-Avrasya yaklaşımının İngiltere’deki yansımalarını değerlendiriyor.
İngiltere ve Türkiye’nin geçmişte savaştığı halde birbirine saygı duyan iki ülke olduğunu söylüyor.
Irak Saldırı ve katliamlarında ABD’ye kolaylık sağlayan Türkiye’nin İngiltere’ye soğuk durması halen hafızalarda tazeliğini korurken, İngiliz Başbakanı Cameron ile Kraliçe’nin Türkiye ziyaretleri sonrası havanın değişmekte olduğu dikkatlerden kaçmıyor.
8-9 Kasım’da da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İngiltere’yi ziyaret etti.
İngiltere dış ticaret açığı vermediğimiz bir ülke. Beyaz eşya ihracatımız doruk noktada.
Güneş arayan İngilizler’in tercih ettiği ülkelerin sıralamasında Türkiye ön taraflarda yer alıyor.
30 bin İngiliz Türkiye’de mülk sahibi. Ülkede yaşayan 400 bin Türk’ün 200 bine yakını Kuzey Kıbrıs kökenli ki Londra’da kurulan bir halk pazarında Kıbrıslı pazarcı kardeşlerimizle sohbet ediyoruz.
Çeviköz’den aldığımız bilgiye göre Londra’da Türk Mahallesi de bulunuyor. Gençlerin suça karışma eğilimi kaygı verici boyutta.
Çok sayıda Türk Derneği Kurulu ve Federasyon çatısı altında da birleşmiş durumdalar.
Her partinin Türkiye’nin Dostları Grubu parlamentoda yerini almış durumda.
Büyükelçimize veda ederek öğle yemeği için Sofra Restaurant’a geçiyoruz. Londra’da bizden ve gezi boyunca yediğimiz en mükemmel yemeği burada lokantanın sempatik sahibinin güleryüzü esprileri eşliğinde yiyoruz.
Barones Meral Hüseyin Ece Kuzey Kıbrıs kökenli bir ailenin evladı olarak geldiği Londra’da yaptığı sosyal çalışmalar ile dikkat çekmiş ve Lordlar Kamarası’na Mayıs 2010’da atanmış.



Barones Ece İngiltere’6e çok sayıda Türk gazetesi bulunduğunu, uydu yayınları aracılığı ile Türk televizyonların izlendiğini anlatıyor. Türk toplumunun olgunlaştığını anlatan Ece, 70-80’li yıllardaki göç dalgası ile çok sayıda Türk’ün İngiltere’ye özellikle Londra’ya yerleştiğini söylüyor. Türk toplumunun İngiliz ekonomi ve kültürüne katkısını vurguluyor.
Türkler’in kamu görevlerine çok iltifat etmediğine işaret eden Barones Ece 20 kadar belediye encümeninin seçildiğini bunun de son derece yetersiz olduğunu söylüyor. Yönetime katılmadıkça sorunların çözümünün de zorlaştığını belirten Ece, gençlerin sorunlarının büyümekte olduğunu ve uyuşturucu kullanan, suça yönelen Türkler’in varlığını üzülerek anlatıyor.
Barones Meral Hüseyin Ece’ye eşlik eden Lord Teverson, Romanya ve Bulgaristan’ın AB’ye alınmasını bir hata Güney Kıbrıs’ın da sınır sorunu çözülmeden alınmasını bir diğer hata olarak vurguluyor.
Barones Ece bize Lordlar Kamarası’nın görebileceğimiz yerlerini gezdiriyor. Dünyayı bazen bölen, bazen parçalayan ama her zaman yönetmek isteyen İngiltere’nin yüzlerce yıllık yönetim merkezini geziyoruz.
Yağmurla birlikte bize romantik rehberimiz eşlik ediyor ve otobüsle Londra’yı gezdiriyor.
Buckingham Sarayı başta olmak üzere adını duyduğumuz, filmlerden gördüğümüz pek çok mekanın önünden geçiyoruz. Kimilerinin de önünde durup fotoğraf çektiriyoruz. Londra’da belli bir merkeze araçla girme 8 sterlin. Yoğun trafiğe böylesi bir çözüm üretilmek istenmiş.
İngiltere’de olağanüstü zengin aileler mevcut. Bunlardan kimi zengin Yahudi aileler de var.
Toprak ve bina zengini bu ailelerin servetleri milyarlarca sterlini buluyor. Bir dairenin 2-3 milyon sterlin ettiği, 20-30 milyon sterlinlik dairelerin bulunduğunu de rehberimizden öğreniyoruz.
Centilmenlerin kulüplerinin önünden geçiyoruz. Hoş melon şapkalı, şemsiyeli centilmenleri göremiyoruz. Kim bilir belki geceleri çıkıyorlar sokağa…
Londra dünyadaki pek çok borsanın da merkezi konumunda. Dünya Metal Borsası, Dünya Altın Borsası da bunların arasında.
Borsaların ve finans merkezlerinin bulunduğu bölge gündüz yüzbinlerce insanın barındırırken gece son derece sakin.
Örümcek ağı gibi yer altını sarmış metro ağı ve çift katlı otobüsler şehrin her bölgesine insanları getirip götürüyor. Klasik taksiler nerede ise trafikteki araçların yarısını oluşturuyor.
Yukarıda da belirttiğim gibi 16 milyon nüfuslu bir şehir için trafik katlanılabilir boyutta.
Çok ilginçtir Londra’da özellikle merkezinde bir tek bilboard, rahatsız edici bir işyeri levhasına rastlamadık. Bir tek New York’taki Times Meydanı benzeri küçük bir alanda ışıklı Sanyo reklamı bulunuyor.
Rehberimiz bize, Londra’nın tarihi merkezi ile birlikte modern binalarının bulunduğu alanlarını da gezdiriyor. Yatay yapılaşan Londra’da küçük bir alanda da çok katlı binaları görmek mümkün. MI5 ve MI6  (iç ve dış istihbarat binaları)’nı da görüyoruz. Londra’da trafik kontrolü ve güvenlik için olmak üzere binlerce kamara günlük hayata çevrilmiş durumda. Buna karşın bulunduğumuz süre içinde hiçbir güvenlik görevlisi tacizine uğramadık.
Şehirlerimizi kirleten, işgal eden bilboard, megaboard ve raketlerle Londra’yı karşılaştırdığımızda ortaya çıkan tablo son derece üzücü.
Londra aynı zamanda bir sanat merkezi. Dünyanın en büyük modern sanat müzesi Londra’da. Çok sayıda tiyatro ve opera mevcut.
-----
YARIN: Türkiye Avrupa’nın 2. büyük ülkesi olacak


Londra İzlenimlerinin birinci bölümünü okumak için>>>>>>

Londra İzlenimlerinin üçüncü bölümünü okumak için >>>>>>

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Haberleri