Her hafta çok faydalı etkinlikler içinde oturum ve konferanslar düzenlemeleri ile başarı sağlayarak hizmet veren Konya Aydınlar Ocağı…
Mail ile gönderdiği “27 Mayıs 1960 Darbesi” konulu oturuma davet etme üzerine bu Mayın konusunu ileri almış oldum.
Davete icabet için giderken Belediye davetlerine gidiş gibi tabanvaya binmeye gerek kalmadı. Zaten 15 km uzaktaki Tarihe de ses veren Sille’ye tabanvay olamazdı. Sağ olsunlar Stadyum önünden oto tahsis etmişler…
Gidiş sürecinde bizim bellek 49 yıl önceki “27 Mayıs” gününü hatırlatmakla başladı.
Sabahın beşinde namaza kalktığımda tesadüfen radyoyu açmıştım. O günler TV, cep telefonunu bırakın evlerde, hatta bazı iş yerlerinde masa telefonu bile yoktu.
Birden kalın ve sert bir sesin konuşmasını duyunca ilgilendim. Sonradan öğrendiğimiz gibi Kurmay Albay Alparslan Türkeş, isimler vermeden şöyle diyordu özetle:
"Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır"
Ve ilave ediyordu ki bu ilaveye iyi dikkat edelim. “Bu hareket hiçbir parti ve zümreye karşı değildir. Sadece kardeş kavgasını önlemektir. Vatandaşların evlerinden ikinci bir emre kadar dışarı çıkmamaları gerekmektedir.”
Otuz yaşımda olduğum o günlerde böyle bir şeye alışkın olmadığımızdan ne olduğunu önce kavrayamadım. Namaz kılmakta olan Rahmetli babama söylediğimde. “Bu askeri bir ihtilâl olsa gerek. Osmanlı zamanında olduğu gibi” derken ilave etmişti. “İnşallah hayra vesile olur” diyerek
Hayra vesile olur sebebini de şöyle izah etmişti. “Biliyorsun siyaset çok sertleşti. İki taraf birbiri ile kavgalı halde. Baksana biri “Halk” diğeri “Vatan” cepheleri kurmada yarış içinde halkı iki kutba doğru götürüyorlar. İyi bir şey değil. Talebelerin nümayişi ortalığı daha da gerginleştirdi. Hakikaten tarih öncesi İttihatçıların yaptığı gibi olmayıp kardeş kavgasını önlem ve hiçbir zümreye karşı olmama durumu olursa inşallah sükûn kaplar ortalığı. Aksi ise daha da kötü sonuçlar doğurabilir.”
Ne yapacağımı düşündüm. Kimse çıkmasın deniliyordu ama herkes dışarıda idi. Ne olur ne olmaz düşüncesi ile Hükümet konağı önüne kadar gelip iş yeri servisinin hazır olduğu servise bindim.
Çoğunun haberi bile yokmuş meğer. Karayolları Konya Bölgesi Müdürlüğü’ne geldiğimiz de “Dışarı çıkma yasağı var. Herkes evine gidecek ikinci bir emre kadar gelmeyecek.” diyerek servislerle geri çevirdiler.
Hala gözlerimin önündedir. Servise binmekte olan DP gençlik kolu 2. Başkanı Kemal beyle Daire içinde Vatan cephesi kuran merhum İsmet efendi bağrışıyordu.
“Biz bu gidişin iyi olmadığını söylüyorduk. İşte olan oldu…” gibi sözlerle güya gidişatı tasvip etmediklerini kanıtlamak istiyorlardı ama…
Aslında hiçte öyle değildi. DP zamanında yukarı mevki kapabilen bu çeşit düşünceli kişilerde olduğu gibi nitekim hemen kendilerini ezelden CHP’li göstermeyi başarıp yine de zeytin yağı gibi üste çıkmışlardı.
Sadece onlar mı?. Daire müdürleri, gazete yazar ve müdürleri hemen bir CHP taraftarı olup, maaşlı A.A. muhabirliklerini bile elde etmişlerdi.
Hele kendisine iş sağlayan DP’li vekil için dua eden bir kişinin o günler de asker eşliğinde giderken o vekilin yüzüne tükürmesini halk ibretle seyretmişti.
***
Bendeniz eve dönmemiş sayfa çıkarma yanında köşe yazısı da yazdığım DP’nin koyu taraftarı bilinen Yeni Meram gazetesine gitmiştim.
Dünya gazetesinin eski idarecilerinden olan, bendenizi de yazarlığa teşvik eden Yeni Meram’ın yazı işleri Müdürü Merhum Tacettin Öney’ın “Ahmetçiğim. Bu ihtilâlı Milliyetçiler yapmışsa Celal Bayar asılır. Yok, Masonlar yapmışsa Menderes’i asarlar…” dediği tespit sözü hala kulaklarımda ve düşündürücüdür. Çünkü ne kadar doğru olduğunu bilmesem de, pek çok kişi tarafından ve Büyük Doğu’da bile okuduğum bilgi olarak Merhum Bayar’ın bu yönde olduğu söylentileri vardı.
Gerçek bir durum ise o yıllarda Bayar-Menderes arasında gizli bir milliyetçilik mücadelesi olduğudur. Konu arası olacak ama hakikatleri söylemek gerekir. 1957 seçimleri sırasında bu mücadele su yüzüne çıkmakta iken DP taraftarı hatta halkın Menderes’i tutması ile karşılaşan Bayar, Konya’da yaptığı bendenizin de izlediği siyasi konuşmasın da “Sevgili başbakanım Menderes…” hitabıyla geri adım atmıştı.
***
Günler sonra değil. Her ne kadar merhum Türkeş radyoda “Hiçbir zümreye karşı değil…” sözlerini akşama kadar defalarca tekrarlasa da, tatbikat tersini gösteriyordu daha saatler geçerken bile.
Bütün DP’li siyasi vazifeliler bir yana taraftarı görünenler bile tevkif ediliyor nereye götürüldükleri bile bilinmiyordu.
Kaçabilenlerde kurtulan olmuştu ama ne zamana kadar. Mesela konu ettiğim Yazı işleri Müdürü Merhum Tacettin Öney İstanbul’a kaçmıştı ama yakalanmışsa da Dünya gazetesi bırakılmasını temin etmişti.
***
Kimine göre “İhtilâl” kimine göre ki bilhassa CHP yanında sol görüşlü takım “Devrim” olarak gördüğü bu hareket aslında 12 Eylül gibi TSK yani Genel Kurmay teşkilatı tarafından hiyerarşi, yani emir komuta altında olmadığıdır.
Ve ayrıca bırakın devrimi demokrasiyi rafa kaldırmakta öncü olduğunu bu günler daha iyi göstermektedir.
Kurmay Albay ve Yüzbaşılar rütbesinde olan 15 kadar kişinin Harbiye Okulu ile Madanoğlu’nu sonradan kendilerine çekerek istifade ederken.
Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanı Osman Paşa’yı tehditle ya bizden ol yoksa.. diyerek, kendilerine çekmişler, Genelkurmay Başkanı ve etrafındaki bütün paşaları tevkif etmişlerdir.
Bunları duyan 3. Ordu komutanı Ragıp Gümüşpala Paşa’nın, “Eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını” söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Milli Birlik Komitesi'nin başına getirilmiştir. Yoksa onun asla haberi olmayıp mektup meselesi de tahrif edilmiştir.
***
Bunları, anılarım olarak geçerken buraya sığdıramadığım çok şeylerde oldu ama otomuz Sille konağına gelince kayboluverdi.
Başka bir yazımda inşallah yazabileceğim diğer oluşumlar yanında iki tespiti sizlere sunmadan edemeyeceğim.
Zamanın Devlet Su İşleri Genel Müdürü olan Süleyman Demirel “Dün dündür. Bugün bugün” düşüncesi altında şimdileri darbe taraftarı gibi sözler söylese de!.
“1950 seçimi Devlete karşı, onların yönettiği devlete karşı kazanılmış bir zaferdi... Onların elinden devleti alma hareketidir. 1960, halkın elinden devleti alma hareketidir” demesi ile Rahmetli Ord. Prof. Ali Fuat Başgil’in tespiti olarak dört mesuliyetten bahsetmesi;
1) Demokrat iktidarın, örfi idareyi devam ettirmek için yalnız silahlı kuvvetlere müracaat edip, zabıta kuvvetlerini ihmal etmeleri ve halka olan sonsuz güvenleri vb. hataları,
2) Muhalefetin çevirdiği dolaplar,
3) Bazı aydın çevrelerin ihaneti,
4) Müzayede ile satılan basın.
***
Sağlık ve esenlik içinde yaşam dileğimle…