Yeryüzünde ve gökyüzünde yankılanan ayak seslerini duyuyorum. Uzaktan gelen sesler. Fakat yakınlaşmış yine de. Belli. Gittikçe büyüyor sesler. Öncesinde nice adım attığı belli olan ayakların sesleri bunlar, her nasılsa. Yine de yorgun değil, aksine, hayat enerjisini barındıran, taşıyan ve bunu bizlere bırakıp armağan edecek olan sesler.
Peki, kim geliyor? Ya da, ne geliyor?
Havadaki bu çiçek kokusunun, az sonra başlayacak olan renk cümbüşünün şimdiden göz alan ve kamaştıran parlaklığının, kedilerin üzerindeki bu arsız telaşın, yaklaşan bir doğumun -ama büyük ve görkemli bir doğumun- kadınların başlarındaki yazmaların renklenişinin, erkeklerin daha dik bir şekilde yürüyüşünün ve en çok da çocukların, evet çocukların içindeki bu neşenin müsebbibi kimdir? Yaklaşmakta olan, sahi, nedir?
Yeni yılı 1 Ocak gününde değil de, gerçekte 21 Mart'ta başlatacak olan yıl dönümü; o çok sevdiğim ve aylar boyunca hasretle beklediğim, gelişini iple çektiğim ilkbahar mı geliyor? Bu nazlı ama kendinden emin ayak sesleri, onun sülün gibi narin vücuduna mi ait?
***
Ezoterik bilgilere göre Güneş eril; Ay ise dişildir. Güneş'in peçesini kaldırıp güzel yüzünü aralamaya başladığı bu zaman dilimine, bu bereket dolu mevsime, olsa olsa dişilliği atfedebilirim oysa. Ya da, toprak 'ana' eril enerjiyle -Güneş ile- buluştuğu için mi böyle işvelenip cilveleniyor, bilmem. Zıttıyla buluşunca kaim olup tamamlanan ve bütünlenen her şey ve herkes gibi...
Sonuçta, "Kim geliyor?"un kimi kimsesidir bahar. Bahar dediysem, ilkbahar! Sonbahara hiç kimse 'bahar' demez çünkü. Olsa olsa, mart, nisan ve mayıs aylarına verilebilecek bir isimdir bu: bahar... Bir erkeğe değil, bir kadına verilen isimdir.
Yıl, 21 Mart'ta başlar böylece... Mevsimlerin ilkiyle, ilk günüyle. Kışın yağan karın altında, yeryüzünün yeni bir yılı kucaklıyor olduğuna inanmıyorsunuz, öyle değil mi? Hem, takvim ve zaman, kağıt üzerinde değil, kafanın içindeki bir olgu değil midir esasında?
O halde şimdi ayağa kalkıp, 21 Mart'ın, baharın, yeni bir yılın -döngünün- başlamasını saygıyla selamlamanın vakti gelmedi mi?
Gerçi... Kışlığını yap(a)mamış olan bir kış mevsimini bıraktık geride. Yarım ve eksik kalan her şeyin uhdesi gibi, göğsünde bu hüznü taşıyor tabiat şimdi. Biliyorum. Hal böyleyken, koynunda bahara ne kadar yer açar, göreceğiz. Ya da, şımarık ve arsız bir çocuk gibi, her şeye rağmen sevdirir mi kendisini, bahar? Göreceğiz, az kaldı...
Yeni yılın, gerçekte ilkbaharın gelişiyle başladığını söylemiştim. Mevsimlerin ilkiyle; bir seneyi oluşturan dört mevsimin ilkiyle döngünün başlıyor olması fikri, sizin de aklınızı kesiyor olmalı. Kağıt üzerindeki takvim nerede, kafamızın içindeki zaman algısı nerede?
O halde tohumlara, denizlere, kıvılcımlara ve kedilere verilmiş olan bu habere karşı duyarsız kalmayın şimdi. En renkli yazmalarınızla, en dik duruşunuzla ve tüm çocuklarla birlikte ayağa kalkın, saygılı bir şekilde. Gelen, büyük... Onu karşılayın!