Bir 19 Mayıs Atatürk’ü anma, Gençlik ve Spor bayramını daha geride bıraktık
Bu bayramı meydana getiren 19 Mayıs 1919 günü İstiklâl Mücadelesinin başlangıcı olan İstiklâl güneşinin doğduğu gün olup iftiharla kutladığımız bir gün olması herkesçe kabul ve ittifak halinde. Bu hususta yanılgı ve yanlışlık yok.
Sadece bu oluşuma ait anlatımlarda nedense çeşitli oluşumlar ortaya atılmakta.
Bizlerin otuzlu yıllar sonu ve kırklı yıllarda okuduğu tarih kitapları ve anlatımlar bu günlere göre ki anlatılanlardan değişik şekil almakta idi.
Örneğin özetle, Osmanlı padişah ve idarecilerinin vatanı bölmeyi kararlaştırılmış Sevr antlaşmasını imza ve kabul etmelerine karşı gelen Mustafa Kemal Paşa…
Anlaştığı Bandırma vapuru kaptanıyla bir gece İstanbul’dan kaçarcasına yola çıktığı, arkasından İngiliz destroyerinin takip edip ulaşamadığı, sonra da Samsun’a çıkmış olarak İstiklâl savaşını başlattığını öğrenmiş olduk. Zamanın kitap ve dergilerinde de bu minvalde anlatım vardı.
İyi ama Sevr antlaşması o günlerde değil 10 Ağustos 1920’de yani 19 Mayıs’tan bile sonra oluşuyordu.
Bu oluşum şekli bile kimlerin isteği kimlerin istemediği karışıklıklar vardı. Bu karışıklık ve hakiki olabilen olay ve anlatımları başka bir yazıma bırakayım da…
Bizzat o günleri yaşayanlar nedense yıllarca suskun durduktan sonra hakikatleri açıkladıklarını söylemeleri yanında anlatmak isteyip kitap basmaya çalışanların kitapları matbaa basarak yaktırıldığından ancak yıllar sonrası yayınlanabilmesi ile Osmanlı arşivlerinin SKA’ya verilme veya kaloriferlerde yakılmaktan kurtulabilen belgeler başka bir anlatımı ortaya koymakta olduğu da var sayımlı.
***
Nitekim sadece bu oluşum değil bundan önceki ve sonraki oluşumları bile okudukça araştırmalara ait yayınlananlar yanında, bizzat araştırmalarımda da bulabildiğim belge ve yayımlar ki Osmanlı yazı (eski yazı) basımlı ilk yayınlanan “Nutuk” bile yanıltıları çözmekte.
Türk devletleri ve bilhassa Osmanlı devrine ait tarihî olayların Meşrutiyetin kuruluş sonrasında hakikatlerin yanıltılarak yazıldığını…
Hâlâ resmen bile devam edebilen bu yanıltmaların neden yapılmak mecburiyeti duyulduğunu bir türlü idrak edemiyorum ama…
Her halde bu olaylar da yaşamı olup da hükmetmeye sahip olanlar…
Oluşum hakikatlerinin açıklığa kavuşmaması ve kendilerini “kahraman veya iyi idare eden” ler gibi gösterme için mi bu yolu tuttular acaba? Diye düşünürüm.
***
Bizim resmî veya gayri resmi bazı tarih kayıtlarımız ve okullarda bile öğrendiklerimizin aksine…
Yabancı tarih yazarları, kitaplarında başka görüşe yer verişlerine baktığımız zaman. Bu görüşlerin yakın zamanda ortaya atılan belgelere göre de doğru oluşunu gördükçe düşüncemin hakikat olasılığı meydana gelmekte
Örneğin; Osmanlı Devleti Sultanı II. Abdülhamid Han bizlere “Kızıl Sultan, İstibdatçı, hafiyeci,millete zeval veren” olmakla kalmayıp batı medeniyetini sokmamakla suçlanmakta.
Buna karşılık bırakın bizdeki belgeleri İngiliz tarih yazarı Joan Haslip eserinde, onu çok değerli, Osmanlıyı borçtan kurtaran devletlerin Osmanlıyı yıkma arzularına gem çeken, Demiryolu, Mithat Paşa’nın da tavsiyesiyle Sanayi mektepleri ve Emniyet sandıklarını kuran, Osmanlı hudutları içinde sosyal hizmet olarak han, hamam, aşevleri yapan Filistin’i Osmanlı devleti borcunu silme hatta ilave para vermelerine rağmen vermemekte direnip peşkeş çektirmemeye çalışan bir Sultan olarak belirtmekte…
Buna benzer bir oluşumda yıllarca “Vatan haini Vahdettin” denilmesini kendisinin de devam ettirmesine rağmen ebediyete ulaşacağı günlerde “O vatan haini değildi” diyen merhum Ecevit bile neden son demine saklamıştı hakikatleri?
***
İşte Anadolu da istiklâl ateşinin başlaması için oluşumları bilenlerde yıllar sonrası ortaya atmıştı hakikatleri
Bunlardan birisi O günlerde Osmanlı Devleti Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın (Mareşal Fevzi Çakmak) eşine anlatımı hayret verici nitelikte.
Daha önceleri de yayınladığım bu ifşa anlatımında da Paşa eşine şöyle başlayarak söylemiş olmakta.
«Fitnat. Öyle bir şey biliyorum ki ortaya çıkıp söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranışlarımız müsait değil. Mecburum, bu sırrı kendimle beraber mezara götürmeğe»
Bu konuşmayı daha önce de köşemde yayınlamıştım ama görememiş olan okuyucuların zaman zaman isteğini yerine getirmek için bir daha sunmaktayım.
“Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
“Paşa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler ancak Anadolu'da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu'da teşkilat kuracak, memleketi bu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yazıp getirin"
Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. Sonra yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, tane tane konuşmaya başladı:
“Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır?” / “Hâşâ Padişahım” / “Bir namussuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır?” / “Hâşâ Padişahım” / “Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?” / “Hayır efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir” / “O halde bu listeye niçin onun adını yazmadınız?..”
Hiç düşünmeden cevap verdim: “Padişahım, Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır”
Padişah elindeki kâğıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı... Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek: “Paşa, Paşa... Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun... Kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa’yı göreceğim” (kaynak Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun cilt1 S.134–135)
Rahmetli Mareşalimiz Fevzi Çakmak Paşa, herhalde vicdanının sesiyle bu doğruları söylemekle, Sultan Vahdettin'in vatansever bir insan olduğunu ve kurtuluşu (İstiklal savaşın kazanılması) Anadolu'da gördüğünü apaçık göstermiş olmaktadır.
Sadece onun söyledikleri mi?
Başka bir anlatım yanın da, vazife verildiğini bizzat açıklayan Mustafa Kemal paşanın söyledikleri…
Bunlar, vazife veriliş töreni ile Bandırma vapurunun törenle yolculuk ile Samsuna çıkışını da gelecek yazımda izleriz inşallah
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Bu bayramı meydana getiren 19 Mayıs 1919 günü İstiklâl Mücadelesinin başlangıcı olan İstiklâl güneşinin doğduğu gün olup iftiharla kutladığımız bir gün olması herkesçe kabul ve ittifak halinde. Bu hususta yanılgı ve yanlışlık yok.
Sadece bu oluşuma ait anlatımlarda nedense çeşitli oluşumlar ortaya atılmakta.
Bizlerin otuzlu yıllar sonu ve kırklı yıllarda okuduğu tarih kitapları ve anlatımlar bu günlere göre ki anlatılanlardan değişik şekil almakta idi.
Örneğin özetle, Osmanlı padişah ve idarecilerinin vatanı bölmeyi kararlaştırılmış Sevr antlaşmasını imza ve kabul etmelerine karşı gelen Mustafa Kemal Paşa…
Anlaştığı Bandırma vapuru kaptanıyla bir gece İstanbul’dan kaçarcasına yola çıktığı, arkasından İngiliz destroyerinin takip edip ulaşamadığı, sonra da Samsun’a çıkmış olarak İstiklâl savaşını başlattığını öğrenmiş olduk. Zamanın kitap ve dergilerinde de bu minvalde anlatım vardı.
İyi ama Sevr antlaşması o günlerde değil 10 Ağustos 1920’de yani 19 Mayıs’tan bile sonra oluşuyordu.
Bu oluşum şekli bile kimlerin isteği kimlerin istemediği karışıklıklar vardı. Bu karışıklık ve hakiki olabilen olay ve anlatımları başka bir yazıma bırakayım da…
Bizzat o günleri yaşayanlar nedense yıllarca suskun durduktan sonra hakikatleri açıkladıklarını söylemeleri yanında anlatmak isteyip kitap basmaya çalışanların kitapları matbaa basarak yaktırıldığından ancak yıllar sonrası yayınlanabilmesi ile Osmanlı arşivlerinin SKA’ya verilme veya kaloriferlerde yakılmaktan kurtulabilen belgeler başka bir anlatımı ortaya koymakta olduğu da var sayımlı.
***
Nitekim sadece bu oluşum değil bundan önceki ve sonraki oluşumları bile okudukça araştırmalara ait yayınlananlar yanında, bizzat araştırmalarımda da bulabildiğim belge ve yayımlar ki Osmanlı yazı (eski yazı) basımlı ilk yayınlanan “Nutuk” bile yanıltıları çözmekte.
Türk devletleri ve bilhassa Osmanlı devrine ait tarihî olayların Meşrutiyetin kuruluş sonrasında hakikatlerin yanıltılarak yazıldığını…
Hâlâ resmen bile devam edebilen bu yanıltmaların neden yapılmak mecburiyeti duyulduğunu bir türlü idrak edemiyorum ama…
Her halde bu olaylar da yaşamı olup da hükmetmeye sahip olanlar…
Oluşum hakikatlerinin açıklığa kavuşmaması ve kendilerini “kahraman veya iyi idare eden” ler gibi gösterme için mi bu yolu tuttular acaba? Diye düşünürüm.
***
Bizim resmî veya gayri resmi bazı tarih kayıtlarımız ve okullarda bile öğrendiklerimizin aksine…
Yabancı tarih yazarları, kitaplarında başka görüşe yer verişlerine baktığımız zaman. Bu görüşlerin yakın zamanda ortaya atılan belgelere göre de doğru oluşunu gördükçe düşüncemin hakikat olasılığı meydana gelmekte
Örneğin; Osmanlı Devleti Sultanı II. Abdülhamid Han bizlere “Kızıl Sultan, İstibdatçı, hafiyeci,millete zeval veren” olmakla kalmayıp batı medeniyetini sokmamakla suçlanmakta.
Buna karşılık bırakın bizdeki belgeleri İngiliz tarih yazarı Joan Haslip eserinde, onu çok değerli, Osmanlıyı borçtan kurtaran devletlerin Osmanlıyı yıkma arzularına gem çeken, Demiryolu, Mithat Paşa’nın da tavsiyesiyle Sanayi mektepleri ve Emniyet sandıklarını kuran, Osmanlı hudutları içinde sosyal hizmet olarak han, hamam, aşevleri yapan Filistin’i Osmanlı devleti borcunu silme hatta ilave para vermelerine rağmen vermemekte direnip peşkeş çektirmemeye çalışan bir Sultan olarak belirtmekte…
Buna benzer bir oluşumda yıllarca “Vatan haini Vahdettin” denilmesini kendisinin de devam ettirmesine rağmen ebediyete ulaşacağı günlerde “O vatan haini değildi” diyen merhum Ecevit bile neden son demine saklamıştı hakikatleri?
***
İşte Anadolu da istiklâl ateşinin başlaması için oluşumları bilenlerde yıllar sonrası ortaya atmıştı hakikatleri
Bunlardan birisi O günlerde Osmanlı Devleti Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa’nın (Mareşal Fevzi Çakmak) eşine anlatımı hayret verici nitelikte.
Daha önceleri de yayınladığım bu ifşa anlatımında da Paşa eşine şöyle başlayarak söylemiş olmakta.
«Fitnat. Öyle bir şey biliyorum ki ortaya çıkıp söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranışlarımız müsait değil. Mecburum, bu sırrı kendimle beraber mezara götürmeğe»
Bu konuşmayı daha önce de köşemde yayınlamıştım ama görememiş olan okuyucuların zaman zaman isteğini yerine getirmek için bir daha sunmaktayım.
“Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
“Paşa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler ancak Anadolu'da teşkilatlanarak kurtarılabilir. Bana Anadolu'da teşkilat kuracak, memleketi bu karanlık durumdan kurtarabilecek Paşaların bir listesini yazıp getirin"
Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladığım listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. Sonra yarı kapalı gözleriyle ağır ağır, tane tane konuşmaya başladı:
“Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır?” / “Hâşâ Padişahım” / “Bir namussuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır?” / “Hâşâ Padişahım” / “Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?” / “Hayır efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir” / “O halde bu listeye niçin onun adını yazmadınız?..”
Hiç düşünmeden cevap verdim: “Padişahım, Mustafa Kemal Paşa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftarıdır”
Padişah elindeki kâğıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı... Ayağa kalkıp pencereye döndü. Limanda demirli İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan) gemilerini göstererek: “Paşa, Paşa... Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun... Kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Paşa’yı göreceğim” (kaynak Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun cilt1 S.134–135)
Rahmetli Mareşalimiz Fevzi Çakmak Paşa, herhalde vicdanının sesiyle bu doğruları söylemekle, Sultan Vahdettin'in vatansever bir insan olduğunu ve kurtuluşu (İstiklal savaşın kazanılması) Anadolu'da gördüğünü apaçık göstermiş olmaktadır.
Sadece onun söyledikleri mi?
Başka bir anlatım yanın da, vazife verildiğini bizzat açıklayan Mustafa Kemal paşanın söyledikleri…
Bunlar, vazife veriliş töreni ile Bandırma vapurunun törenle yolculuk ile Samsuna çıkışını da gelecek yazımda izleriz inşallah
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…