Çocuğu okula yeni başlayan, 1. sınıfa başlayan bir annenin ahvalini anlatacağım bu yazıda.
Babadan değil, anneden söz edeceğim sadece.
Babalar kusura bakmasın... Zira annelik bir içgüdüdür. Çok daha içsel ve derinlere uzanan bir kaynaktan beslenir. Onun karnında büyüyüp gelişen ve onun kanalıyla dünyaya gelen bir çocuğun varlığı var ortada çünkü. Dolayısıyla çocuğu okula yeni başlayan bir annenin durumuna odaklanmalı daha çok; kalbi daha fazla pır pır edenin. Baba, çocuğun anne karnındaki gelişimine ve doğumuna dışarıdan tanık olur ve elbette evladını çok sevebilir, inkar etmek mümkun değil fakat oluşum, gelişim ve doğum sürecinde anne üzerinden hayatla kurulan bir organik bağ vardır, malum. Babalık ise, dışarıdan ve sonradan kurulan bir ilişki değil midir bu senaryoda?
Yazıda neden ama neden babadan değil de anneden; o yüregi pır pır edenden söz edeceğimi bir nebze rasyonalize edebildiysem, şimdi başlayabiliriz.
Çocugu 1. sınıfa başlayan annenin ahvali...
Telaş, heyecan, merak ve endişe dolu ruh halini, eğer biraz bilinçliyse, ufaklığa yansıtmak ve göstermek istemeyen, dışarıdan bakılınca kaya gibi sağlam durmaya calışan kadının alfabe ve kırtasiye ürünleriyle imtihani... Kendi tarihinde muhtemelen 20 30 yıl öncede kalan bir gündemin, şimdi farklı bir kılıkla yeniden kadının karşısına çıkıp dikilmesi...
Çocuğun... Acaba öğretmenleriyle arası nasıl olacak? Ya sınıf arkadaşlarıyla? Dışlanmayacak öyle değil mi, yoksa yürek dayanmaz! Peki bunların cevabını nasıl almalı, öğrenmeli? Öğretmene de her gün sorulmaz ki canım, yoksa hemen 'sorunlu ve manyak veli' etiketini yapıştırırlar. Aa onu hiç istemeyiz işte! Klasörlenip rafa kaldırılmak bir kaç dakikalik iş artık... E çocuktan neyi ne kadar ögrenebiliriz peki, doğrudan ona sorsak? Bilgisi ve birikimi ne kadar ki, gerçekleri aktarabilsin bana? Yapacak bir şey yok işte... Anne, endişesini ve merakını yutup üzerine soğuk bir şeyler içmeli ve oturup beklemeli yalnızca. "Tevekkül Allah'adır" sözünü şiar edinerek...
Okula başlamadan önce okuma yazmayı öğrenmiş olan cocuklar da var sınıfta üstelik. Biz öğretmedik azizim. Hata mı yaptık? A'yı B'yi düzgünce bir yazsana çocuğum! Bu ne biçim el yazısı? Karmakarışık, çarşı pazar! Gerçi öyle de söylenmez ki cocuğa şimdi. Belli etmeyelim, özgüvenini zedelemeyelim, aman diyeyim. "Aa bunu sen mi yazdın? İnanamiyorum! Ne kadar da güzel yazıyorsun sen öyle!" gibi şeyler söylemeli daha ziyade. O değil de, el, el ele, elle, lale, ela gibi pek nadide sözcüklerimiz de var bir yandan tabi. Hak getire de çocuk güzelce oturup dinlese bari. Beni dinlemiyor bile! Sınıfta da mı böyle yapıyor bu çocuk? Parmak kaldırıyor mu hocam? Derslere katılıyor mu?
...
'Okula başlamak' eyleminin beyinde oluşturduğu etki, 'hayata başlamak' gibi devasa büyüklükteki çağrışımlarla dirsek temasında, çoğumuzun bilinçaltında. Sanki okulda başarılı olmak, hayatta da mutlu ve başarılı olunacağını garantiliyormuş gibi bir yanılsamamız var. Hoş, birbirinden tamamen bağımsız durumlar da değil bunlar aslında ama aradaki bağ, sandığımız kadar kuvvetli değil sadece. Fakat bu konuya girmeyeceğim şimdi. Doğrudur ya da yanlıştır, ya da, ne ölçüde doğrudur ya da yanlıştır tartışması, bu yazjya dahil olmasın şimdi. Ne var ki, çocuğu 1. sınıfa başlayan annenin ciğerini köpeklere atmışlar, köpekler bile yememiş. Parça parçaymış çünkü. O derece. Ne de olsa, vücudunun içinden çıkıp gelen bir canı, evin kapısından uğurlayıp, bir meçhule gönderiyormus her sabah. Okuldan çıkıp eve sağ salim dönen çocuğunu, bir mucizeyle karşılaşmış gibi karşılayıp gizlice şükrediyormuş. Sonra da ödev zamani... El ele gelsin elalar, hopa şinanay havada uçuşan kalemtıraşı artıkları... Peki yemeği ne zaman yedirecektik? Bir de bu çocuklar sabah erkenden uyanıyorlar, artık uyumaları gerek.
Ve en sonunda da baba gelip çocukların başını okşar.