Selçuklu nasıl başardı?

Selçuklu nasıl başardı?

Prof. Dr. Bayram: Selçukluda vilayetlerin etnik yapısına göre özel yöneticiler tayin ediliyor, o bölgelere uygun devlet adamları görevlendiriliyordu

UFUK TURU TOPLANTILARI - 6
Yazı: Ahmet KUŞ
Fotoğraflar: İbrahim DIVARCI

(4. BÖLÜM)
V. OTURUM: “TARİHİMİZDEN BİRLİKTE YAŞAMANIN ÖRNEKLERİ”
18 Mayıs 2009 tarihinde saat 12.00 de gerçekleştirilen altıncı oturumda ise birlikte yaşamanın tarihimizdeki örnekleri ele alındı. Bu oturumun başkanlığını ODTÜ İktisadi ve idari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. İhsan Dağı yaptı. İlk olarak Selçuk Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Demirci “Endülüs Tecrübesi”ni anlattı. Daha sonra Selçuk Üniversitesi Tarih Bölümü’nden emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mikail Bayram “Selçuklu Dönem” hakkında bir konuşma yaptı. Son olarak Zaman gazetesi yazarı Mustafa Armağan “Osmanlı Dönemi”ni anlattı.
Doç. Dr. Mustafa Demirci – Endülüs Tecrübesi:
Müslümanlar 715 yılında Endülüs’e ayakbastılar. O dönemde İber Yarımadası’nda Germen asıllı bir ulus olan Vizigotlar yaşıyordu ve başkenti Toledo şehriydi. 694 yılında Vizigot Kralı Yahudilere yönelik bir ferman yayınlar. Bu fermanla Hıristiyanlığı kabul etmeyen Yahudi ailelerin malları ve çocukları Hıristiyan ailelere teslim edilir ve ülkeyi terk etmeleri emredilir. Müslümanlar Tarık bin Ziyad komutasında 4000 kişiyle Endülüs’e çıkartma yapar. Tarık bin Ziyad’la Rodrigo’nun oğulları arasında anlaşma yapılır. Anlaşmaya göre Müslümanların idaresi altındaki Hıristiyan ve Yahudi mallarına ve çocuklarına dokunulmayacak. Düşmanlarımız hakkındaki bilgileri bizden saklamayacaklar. Cizye ödeyecekler.
Meşhur Hollandalı tarihçi Dozy Müslümanlar Endülüs’e girdikleri ilk zaman şirin göründüler daha sonra kiliseleri soydular diyor. Kurtuba fethedilirken katedraller zorla alındı ve cami haline dönüştürüldü. Kiliselere el koyup Hıristiyanlara ibadet edecek yer bırakmadılar. Dozy’nin bu iddiaları asılsızdır. Zira tarih boyunca çok sayıda kilise vardır. O dönemdeki yönetim tarafından katedraldeki kilise satın alınarak cami haline dönüştürülüyor. Bu paraya diğer kiliseleri tamir ediyorlar. Dozy tüm bunlara rağmen eskiye göre Müslüman idare daha adildi diye yazıyor. Araplar kimseyi Müslüman olmaya zorlamadılar.
Yahudiler asimilasyonla karşı karşıya kaldıkları için Müslümanları davet ediyorlar. Yahudiler tarihin en rahat dönemini Müslümanlar yönetiminde yaşıyorlar. 1492 yılında Müslüman hâkimiyeti düşünce 120 – 125 bin Yahudi sınır dışı ediliyor. Bu Yahudiler padişahın emriyle Selanik ve İstanbul’a getiriliyorlar. Sefarad Yahudileri ile Aşkenaz Yahudileri arasında yazışmalar oluyor. Aşkenaz Yahudileri gelin biz burada rahat yaşıyoruz diyorlar.
756 yılında Endülüs Emevi devleti kuruldu. 992 yılından itibaren zayıflamaya başladı. Kuzeyde yeni Hıristiyan tarikatlar oluştu. Krallıklar buradan elde ettiğiniz ganimetleri size vereceğiz dediler. 1038 yılında Vizigotların başkenti düştü. Müslüman devleti fakirleştikçe barış ortamı bozuldu. Granada’yı kuşatanlarla Hıristiyanlar işbirliği yapıp kendi devletlerine ihanet ettiler. 710 yılından 12. yüzyıla kadar süren barış ortamı bozuldu. Yahudiler ise iki tarafı da idare ettiler. 1492 yılında Granada Emirliği düştü. 1500 yılında ilk defa başörtüsü yasaklandı, oruç tutmaları engellendi, domuz eti yemeye zorlandılar. Müslümanlar açısından dünya tarihinin en dramatik yılları burada yaşandı. İspanyollar bu toprak Katolik toprağıdır, burada sadece Katolikler yaşar idealine sahiptiler. Engizisyon sistemi içerisinde bir sistem oluştu. Dünya tarihinde İspanyollar en katil millettir. Yahudileri, çingeneleri, Müslümanları katlettiler, zulmettiler. İslam dünyasında en çok kitap yakılan coğrafya Endülüs’tür.
Prof. Dr. Mikail Bayram – Selçuklu Dönemi:
II. Bayezid döneminde yaşayan bir Osmanlı tarihçisi Velâyetname’de Anadolu’nun fethiyle ilgili bir yorum getirir; “Türkler Anadolu’yu üç ayrı zamanda fethettiler. Birincisi Bizans sınırlarına Emevi ve Abbasi askerlerinin getirilerek surların kuşatılması, ikincisi Oğuz Türkleri komutanları yönetiminde yapılan askeri akınlar ve üçüncü olarak da kültürel fetihtir.” Askeri fetihler ne kadar güçlü olursa olsun bir kültürel değerlerle desteklenmediği zaman fetih gerçekleşmez. Ahmed Yesevi Ocağı’ndan beslenen Türkmen dervişler Diyar-ı Rum’a geldiler, burada teşkilatlandılar ve Anadolu’yu fethettiler. Esas fetihte budur. 1071 Malazgirt Savaşı’nı fethin başlangıcı olarak kabul ediyoruz. Fetihten sonraki yüz yıllık dönemde haçlı seferleri Anadolu üzerinden geçtiği için Anadolu’da istikrar sağlanamadı. II. Kılıçarslan’nın başarılı uygulamaları sayesinde istikrar ortamı oluşmaya başladı. Bundan sonra Anadolu baştan sona imar edildi, güven ve huzurun sağlanmasına yönelik müesseseler kuruldu. I. Gıyaseddin Keyhüsrev ikinci defa iktidara gelince devlet yönetiminde Bizans hanedanından gelen kayınpederi Manuel Mavrozomes’i melik tayin etti ve Denizli bölgesinin yönetimini Ona verdi. Mavrozomes melik olabilme statüsünde olmadığı halde meliklik unvanı verildi. Mavrozomes böyle olmasına rağmen yönetimde çok başarılı oldu.
Selçuklu döneminde Rum ve Ermeni çocuklarını yetiştirmek amacıyla Gulamhaneler kuruldu. Burada yetiştirilen çocuklar ileride devlet yönetimine getirildiler. Sultan Alâeddin Keykubad da buna benzer bir uygulama yaptı. Alanya’yı fethettikten sonra şehri yeniden kurdu ve Alanya Kalesi’nin komutanı olan Muzafferiddin Ertokuş ve Kirfart’la anlaşma cihetine gitti. Alanya Kalesi komutanı Kirfart Alanya ve Alara kalelerini anlaşma sonucu rızasıyla teslim ettiği için mükâfatlandırıldı. Daha sonra Alâeddin Keykubat Kirfart’ın kız kardeşi Hunad Hatun ile evleniyor. Akşehir, Karahisar, Bolvadin Kirfart’a veriliyor ve bu bölgeler vali olarak tayin ediliyor.
Anadolu fethedilmeden önce Anadolu’da Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Kürtler ve Gürcüler yaşıyordu. Çok uluslu bir yapıya sahip olan bölgede Selçuklular iktidar olabilmek için bir takım formüller arıyorlar. Vilayetlerin etnik yapısına göre özel yöneticiler tayin ediyorlar. O bölgeler uygun devlet adamları görevlendiriyorlar. Alanya Kalesi’nde yer alan kitabede Alâeddin Keykubad’ın unvanı Arap, Acem ve Rum illerinin Sultanı olarak yazılıdır. Bu unvanların kullanılmasındaki amaç Anadolu’da yaşayan etnik gruplara bakın biz sizinde komutanınız mesajının verilmesi içindir. Selçuklu komutanları İranî isimler kullanarak Anadolu’daki halklara mesaj veriyorlardı. Rum halkına hitap etmek için “Kayzer-i Rum” unvanını kullanıyorlardı. Eğirdir Kervansarayı kitabesinde II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in “Zamanın İskenderi” ve “Zamanın Zülkarneyn”i gibi unvanları yazılıdır. Kitabelerde bölgenin etnik yapısını dikkate alıcı unvanlar kullanmaya özen gösteriyorlardı. Karatay Medresesi’nin çinilerinde Musa, İsa, Davut ve Muhammed adlarını kullanıp bu dini zümreleri sahiplendiklerini kanıtlamak istiyorlar. 
Bu dönemde Anadolu boydan boya kervansaraylarla donatıldı. Böylelikle Anadolu’da canlı bir ekonomik hayat oluşması sağlanmıştır. Kayseri ili Pınarbaşı ilçesi Pazarören mevkiinde “Yabanlu Pazarı” denilen bir yer tesis edilmiştir. Orası milletlerarası panayır yeriydi. Her milletten tüccarlar buraya mal getirip buradan mal götürüyorlardı. Selçuklu devlet adamları titizlikle ticari hayatın denetlenmesini sağlıyorlardı. Bir tüccar grubu Antalya’ya giderken malları yağmalanıyor ve bunun üzerine Gıyaseddin Kaeyhüsrev yol güvenliğini sağlamak için Antalya’yı fethediyor.
Mustafa Armağan – Osmanlı Dönemi:
Osmanlı büyük İslam medeniyetinin son temsilcisidir. Batılı tarihçi Walter Benjamin “Tarih tıpkı günebakan çiçeği gibidir, sürekli yüzünü güneşe döner” der. 1919’da Atatürk Ankara’da bir konuşma yapıyor; “Biz medeni bir milletiz, içimizdeki gayrimüslimlere hep iyi davrandık. Yüce Fatih İstanbul’u fethedince bütün azınlıkların haklarını korudu ve onlara adalet içerisinde davrandı” diyor. 1923’de Lozan sonu konuşmalarında ise patrikhaneye verilen imtiyazları eleştirerek bu bizim için kötü sonuçlara sebep oldu diyor. 1931’de ise Lise Tarih Kitabı’nda patrikhaneye imtiyaz verilmesinin iyi olduğundan bahseder. Bu zikzağı anlaya bilmek mümkün değildir. Bu zikzak nedendir? Biz 1919’da Osmanlı’nın devamıyız, bu toprakları yönetmede hak sahibiyiz, 1923’deki tezimiz patrikhane buradan gidecek söylemi üzerinedir. 1931’de ise Venizelos gelir ve patrikhaneye imtiyaz verilmesinin iyi olacağı söylenir. Tarih tehlikeli bir oyuncaktır.
Osmanlı’nın 600 yıllık büyük bir birikimi vardır. Ermeniler içerisinde bile dört mezhep, farklı uygulamalar ve bölgesel farklılıklar vardır. Onun için işimiz çok zordur. Büyük bir imparatorluk karşısındayız ve ulus devlet içerisinde yaşayan bizlerin olayları kolayca anlamamız biraz zor gibi… Farklılıklar Osmanlı’da çok büyük bir yer kaplıyordu. Osmanlı esnekliği ve uyarlanma kabiliyeti çok yüksek olan bir devlettir. Dünya değişti, insanlar değişti, yine de Osmanlı 20. yüzyıla kadar Osmanlı olarak kaldı. Orhan Gazi zamanında Selanik piskoposu bir yere ziyarete giderken askerler tarafından yakalanıyor ve Orhan Gazi’ye getiriliyor. Orhan Gazi Onu misafir ediyor ve konuşmalarına, hal ve tavırlarına bakıyor ki bu insan çok değerli biridir. İlim adamlarını topluyor ve piskoposun da katıldığı bir sohbet yapıyorlar. İslam ile Hıristiyanlık hakkında konuşuluyor. Orhan Gazi, Piskopos G. Palamas’a farklı bir şey söylüyor; “Biz sizin peygamberinizi kabul ediyoruz siz neden bizim peygamberimizi kabul etmiyorsunuz?” Palamas dinden çıkma tehlikesi olduğu için Hıristiyanlık’ta bir esneklik bulunmadığını söylüyor. Bu Türkler Hıristiyanlığa çok yakın şeyler düşünüyorlar galiba giderek bunlar Hıristiyanlaşacaklar diye bir öngörüde bulunuyor.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra azınlık haklarını güvence altına alıyor, Bosna’da Fransiskenler’e yönelik ahidname veriyor, Galata için Cenevizlilere verilen ferman öne çıkıyor. Fatih Sultan Mehmet yeni düzeni kurarken etrafındakilerin özelliklerine bakarak fetihten sonra bunların tamamını tasfiye ediyor ve onların yerine başvezir olarak Mehmed Paşa’yı yani Bizans hanedanından bir genci getiriyor. Mesih Paşa Bizansda Konstantin’in yeğenidir. Mesih Paşa Enderun’da yetiştiriliyor. İkincisi de Şehit Murad Paşa’dır. Bu da Bizans’tan alınan bir gençtir. Fethedilen ülkeler yakılıp, yıkılmıyor, onların olumlu enerjilerinden istifade edici çalışmalar yapılıyor.
Osmanlı’nın Anadolu’yu bütünleştirdiği söylenir. Oysa örneğin Adana Sancağı 18. yüzyılda merkezî idareye bağlanmıştır. O zamana kadar Ramazanoğullarının idaresinde kalmıştır. Gaziantep’te 16. yüzyılda bir kadın eğitim faaliyetleri yaptırıyor. Hocalar çağırıyor ve bir dizi eğitim faaliyetleri yapıyor. İzmir’de yaşayan fakir Yahudilerin zengin Yahudilerle bir ihtilafı olduğu zaman hahama gitmezler, Osmanlı kadısına giderlerdi. Zengin Yahudiler hahamı etkileyebilirlerdi fakat kadıları etkileyemezlerdi. Kadı onlara sizi Osmanlı hukukuna göre mi yoksa Yahudi hukukuna göre mi yargılayayım diye sorardı.
Kıbrıs’ta Rumlardan kalan evleri gelişi güzel dağıtmışız. Biz Güney Kıbrıs’a dava açamazken onlar gayrimenkulleri Osmanlı vakıf idaresine bağlamışlar. Dava açıp haklarını arıyorlar. Onlar Osmanlı’yı bizden daha iyi incelemişler. Örneğin Macaristan fethedildikten sonra bir uygulama başladı. Macaristan’a giden kadılar Macaristan kanunlarını bilerek giderlerdi. Fethedilen bölgelerin kanunları tamamıyla lağvedilmez sadece İslam’a aykırı kısımlar çıkarılıp diğer bölümleri uygulamada kalırdı. Kadı Macarca öğrenip öyle giderdi.
Hicaz Demiryolu’nun yapılışı emperyalizme karşı en büyük meydan okuma projesidir. Hiçbir yerden destek almadan biz bu işi başarabiliriz diye yola çıkılıyor. Yurt içerisinde yardım toplanırken bir kısım yerlerde gayrimüslim memurlardan da kesinti yapıldığı tespit ediliyor. Bu kesintiler kuruşu kuruşuna geri iade ediliyor.
(Devam Edecek)
 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.