Samimiyetsiz zamanlar…!
“Döneceğiz” diyerek 100 yıllık terk edilmişlik ve çaresizliği boyunlarına taktığımız Kerküklüler ile bir bayram sabahı Nakışlı Minare’de omuz omuza hıçkırarak tekbir almadan…
***
“Yıktılar kalamızı
Sürdüler balamızı
Daha can boğazdayken
Çektiler salamızı” diyen Kerküklü ile Peşmerge namluları altında bayramlaşmadan…
***
İran’da, Cemkeran Mescidi’nde Kumlularla Kerbela Şehidi Hazreti Hüseyin’e, daha haberini yeni almış gibi yüreğine inen yumruklarla kıyama durmadan…
***
“Zülcenâh’a bindi Huseyn
Susuz yola düştü Huseyn
Fırat uzaklardan bakar
Akar mahzun mahzun akar
Eyvâh Huseyn eyvâh Huseyn” diyen İsfahanlı ile ortak acını yaşamadan…
***
Kıbrıs’ta tenha, ıssız camilerde, devrin mücahitleri ESKADCILAR ile Kıbrıs Fatihleri Lala Mustafa Paşa ve Erbakan ceddine minnet duymadan, Kıbrıs’ı yeniden manevi fethini planlamadan…
***
“Kızılısı günün kör sabahında
Hevesleri sele verdim bu gece!
Şiryan olup her yürekte cenahta
Nefesleri yele verdim bu gece!” diyen Girneli’nin derdine deva olmadan…
***
Bosna’da Batı’nın coşkun şımarıklığı ve çirkefliğinin ortasında, Gazi Hüsrev Begova Cami’nde, medrese talebelerinin, huşu ile yaptıkları kulluğa bakarak, Balkanlar’da neden dimdik ayakta durman gerektiğini öğrenmeden…
***
“Çocuklar sağa-sola kaçışıyor
Analar çocuklarını arıyor,
bulmaktan korkarak,
...her taşın altında” şiirini Saraybosna’daki, Kovaçi şehitliğinde mırıldanmadan…
***
Mekke’de, Beytullah’ta son ikindi namazında, sakalı göbeğine inen fakir Afganlı’nın tüm safı hıçkırıklara tutan, çığlık çığlığa kıldığı o namazı kılmadan…
***
“Tek istikamet Kabe;
Ve tek örnek sahabe...
Böyle yükseldi sütun,
Böyle kuruldu kubbe.” Ten'îm’den, Ci'râne’den ve Hudeybiye’den Kabe’ye doğru yürürken ellerin ayakların titremeden…
***
Suriye’de, tepeden tırnağa silahlarla kuşanmış mücahitlerle çölün ortasında bezden bir çadır mescit de namaz sonrası, tanımadığın bu yiğitlerle kucaklaşıp kucaklaşıp ağlaşmadan…
***
“Halep'e kıymayın, yakmayın Halep'i
Halep, Selahattin Eyyubi'nin gözleridir...
Halep Amed'dir,
Halep Ömer'in adaleti,
Ali'nin yüreğidir...” diyerek kenar sokaklarda, viraneler içinde, bir başına mahzun Halep’in çocuklarına sarılmadan…
***
Gazze’de, Ramallah’ta gerçeğinden ayrılması güç, oyuncak silahlarını korkmadan İsrail askerlerine nişan alan sabilerin üzüm karası gözlerini görmeden…
***
“Bir namerdin bahçesinde oyun,
Elinde kara bir koz,
Yağıyor bombalar şehrime,
Mermiler insan, insan ölmekten habersiz.
Patlıyor zaman,
Vuruluyor Müslüman.!” Sabah namazı Mescid-i Aksa’nın dar sokaklarında Nebi’nin adımlarını takip eder gibi, parmak uçlarına basarak yürümeden…
***
“Ümmeti, ümmeti” diye uzak çağlardan gelen, o iniltinin muhatabı olabilir miyiz?
***
Ne acı, ne talihsizlik bize…
***
Hepsini gördük ve hepsinden sorulacağız… Öncesinde de “Gördün de nasıl yaşadın, samimiyetsiz diye” perçemlerimizden sürüklenip, gayya kuyularında vurulacağız…
***
Yazık bize...