Ramazan ve Eğlence
Başlıktaki iki kelime birbiriyle hiç alakası olmaması gereken, ardı ardına yazılmaması gereken birer kelime. Çünkü Ramazan’la eğlencenin, eğlenceyle Ramazan’ın bir alakası yok.
Ramazan demek ibadet, Kur’an, hatim, mukabele, oruç, iftar, sahur, yardımlaşma, sadaka, teravih, itikaf, umre, kulluk, arınma, tevbe, zikrullah, tefekkür… demektir. Daha buna benzer elli tane kelime saysak ne ellinci, ne yüzüncü sırada “eğlence” diye bir kelime ya da mefhum akla gelmez, gelmemesi lazım.
Ama her nasılsa bizim memlekette belki de bir kısım medyanın yönlendirmesi ve bazı belediyelerin sözüm ona kültür-sanat etkinlikleri adı altında yaptığı şuursuz ve İslami hassasiyet taşımayan organizeler etkisiyle böyle bir Ramazan algısı oluşturuluyor.
Bayramlarda sıla-i rahim, eş-dost ziyareti yerine otellerde tatil furyası yapıldığı gibi Ramazan’da da ibadet, taat yerine böyle bir eğlence havası estiriliyor.
Osmanlı’nın Lale Devri anlayışının ürünü olarak “Direklerarası” tabiri ile piyasaya sürülen bu eğlence furyasının tarihçesine baktığımız zaman şunları görürüz:
İstanbul’da büyük çoğunluğunu gayri müslim teb’anın oluşturduğu bir topluluk Ramazan akşamları kanto, tiyatro, musiki vb. işler icra ediyor. O sıralar, vaktiyle 3 kıtada at koşturan Osmanlı’da cihadın kendisi kalmadığı gibi cihad ruhu da kalmamış. Eli boşa çıkan yeniçeri takımı pala bıyıklarını burup, ellerindeki koca tesbihleri sallayarak böyle meydanlarda olta atıyor.
Bu işi yapanların bir kısmı zaten müslüman olmadığı için teravih-namaz-cami derdi yok. Onlar böyle bir eğlence başlatıp nefse hoş gelen bir takım işler yapınca yavaş yavaş bazı müslümanlar da kimi teravihten kaytararak, kimi de cami çıkışı şöyle bir göz atayım derken zamanla böyle bir sektör oluşuyor.
Ve al sana Ramazan Eğlenceleri daha doğrusu Ramazan Bid’atları.
Halbuki eğlenmek yerine Ramazan akşamını mübarek hoca efendi ve cemaatlerin olduğu en güzel bir camide namazı eda ederek, daha sonra ilmi, ahlaki, tasavvufi, tarihi, edebi güzel sohbet ve muhabbet meclislerinde bulunup zaten sahurla bölünen uyku ihtiyacını da makul ölçüde karşılayacak şekilde geçirmek lazım.
Bir kere her müslüman Ramazan dolayısıyla kendisi bizzat sağlam ilmihal ve fıkıh kitaplarından Oruç ve Ramazan bahislerini okumalı, içinden çıkamadığı, anlamadığı yerleri de ilmine, ihlasına ve dünya görüşüne güvendiği hocalara sormalıdır.
Her müslüman mutlaka Kur’an hatmi ile meşgul olmalı, manası ve tefsiriyle birlikte ilahi kitabla haşır neşir olmalıdır.
İslam, somurtkan, asık suratlı, IŞİD tiplemesinde bir din değildir. “Meşru ölçüler içinde” müslüman yorgunluk ve stresini atmak için bir takım dinlendirici şeylerle de meşgul olabilir, gezebilir, eğlenebilir, spor yapabilir.
Ama Ramazan, içinde bin aydan daha hayırlı gecelerin, müstesna saatlerin bulunduğu, senenin bir başka mevsiminde bir daha aynı fazilet ve sevabı yakalaması mümkün olmayan özel bir zaman dilimidir.
Böyle müstesna bir ayı eğlence, zevk, safa kılıfına sokulmuş bid’atlarla geçirmek yerine fırsatı ganimet bilerek biraz daha manevi yönü ağır basan hayırlı meşgalelerle geçirmek daha akıllıca bir iş olsa gerektir.
Bu hususta Belediyeler yaptıkları faaliyetlerde daha seçici, hassas ve itinalı olmalıdır. Bir kişiyi cemaatle namaz kılmaktan alıkoymanın, delikanlı erkek ve kızları meydana doldurup günaha sokmanın, türbanı-mantosuyla sağa sola sallanarak eğlenmenin vebali bu işi yapanlar kadar o organizeyi tertip edenlerin de üzerine yazılır.
Seviyeli, kaliteli, ilmi, edebi, kültür ve sanat faaliyetlerini ise elbette ayrı tutuyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.