Onlar Da Kadındı
Bir savaşın getirdiği şiddet, yarattığı tahribat normal hayatta olağanlaşan şiddetten, durumdan çok daha öte ve üstün olsa gerek. Bu ülkenin kadınları, bir felaket zincirinde nice savaşın dehşetini de yaşadılar. Ve ağır bedeller ödediler.
Kadınlardan konuşulurken, Millî Mücadeledeki kadınlarımızı da hatırlamalı ve anmalıyız. Ve elbette bayramlar, “kutsanıyor” diye küçümsenen kurtuluş günleri de bize en başta vatan için ödenen bedeli, akan kanı, heder olan bir dönemin gençliğini; geleceğe, genç nesillere de örnek olması gereken bir direniş, varoluş iradesini hatırlatmalı, bir şuuru mutlaka hayata geçirmeli. Tarihe bakmayı unutmamalıyız.
Hatırlamalıyız; Yunanlılara karşı mücadele verilirken kendisinden bilgi alınmak istenmesine şiddetle direndiğinden, düşman tarafından işkence yapılarak öldürülen ve müteakiben fırında yakılan Nazife Kadın’ı. 12 yaşındayken, “Onbaşılık” rütbesini alan Küçük Nezahat’ı; bir müfrezenin komutanlığını yapan, Osmaniye’de Fransız karargâhına saldırı için görevlendirilen müfrezede bir duraklama meydana gelmesi üzerine, “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” diyerek askerleri hareketlendiren ve şehit düşen Tayyar Rahmiye’yi. Kara Fatma, Nene Hatunları…
Kan ve gözyaşı dolu bir harpte elbette nice kadın şehitler vardır. Hamit Ercan Bey’in Sakarya Savaşı ile ilgili bazı hatıralarından:
“Yunan askeri o kadar zulüm yapmış ki ben Balkan Savaşında bulundum, Birinci Dünya Savaşında bulundum, hiçbir yerde bu kadar feci, insanlık dışı davranış görmedim. Mesela Kozağaç Köyünde, ayakta tek ev kalmamıştı. Harman yerinden geçerken yanık insan cesetleri gördüm. Kül yığınları içinde yatıyorlardı. Yunanlılar köyde bulunan kadınların ağızlarını, burunlarını, göğüslerini kesmişler; otların sapların üzerine yatırmışlar, sonra da ateşe vermişler.
Aşağı yukarı yirmi-yirmi beş kadar kadın öyle yanmıştı. Biz bunların kadın olduğunu saçlarından anladık.” (1)
“Çukur ovanın en çetin savaşlarından biri Haçın ilçesindedir. 1920’de başlayıp, yedi ay süren kuşatma sırasındaki Ermeni işkencelerini anlatan bir destan yazan ve şehit düştükten sonra da, bu destanı bohçasında bulunan Şair Melek Hanım’ı anabiliriz mesela. Ermeni fedaileri, onbir yaşındaki iki Türk çocuğunu yere yatırıp boğazlarken, Eşraftan Lo-zade İsmail bey namındaki bir genç çocukları kurtarmak için rica ve müdahalede bulunmuş fakat o da kulağı burnu kesilmek ve gözleri oyulmak suretiyle idam edilmiştir. Ermeni kahramanları(!) tarafından bu şekilde şehit edilenlerin listesi vardır; bunların arasında kadınlarımız da yer almaktadır. Kozan işgali sırasında, ayrıca dağlar ve yollarda parça parça edilmiş 140 Türk cesedi bulunmuştur.”(2)
Alaşehir’de geçen bir olay ibret vericidir. Zafere doğrudur, düşman birlikleri kaçmaktadır. Sekiz-on kadar Yunan askeri, silahları alınmış, elleri arkadan bağlanmış halde, üç muhafız askerimizin nezaretinde Esir Toplama Noktasına götürülürken, yol kenarında bir çeşmede su içmek isterler. Çeşme kenarındaki testili, güğümlü kadınlar geçmişte yaşadıkları o acı tiksinti verici günleri hatırlar. Dehşete düşüp, çevrede buldukları taş-sopa ne varsa ellerine alıp, esir Yunan askerine saldırırlar.(3)
Öylesine zulümler yaşanmıştı ki mesela, 1877-78 Rus harbinde, cenazeler içinde ağlayarak, kendisine bir Rus askeri gösterilmesini rica eden bir hanıma rastlanmıştır. Şehit düşen evladı, öylesine bir vahşete maruz kalmıştı ki, kadın bulduğu bir Rus cenazesinin üstünde tepinmekte, kulağını burnunu ısırmaktadır. Engellenmiş, münasip sözlerle hanım savılmıştır. Fakat Moskof cenazeleri içinde, burnu ve kulağı kesilmiş birine de rastlanmıştır.(4)
…
Savaş, kadınlar için zorludur. Herhalde kayıpları, yaraları daha fazladır. Cephede de, “Kuva-yı Milliye birlikleri içinde de güç şartlarda yaşarlar. Mesela çetelerle birlikte olmak, kadınlar için oldukça zor işlerdendir. Genellikle çadırlarda ve dağlarda inlerde saklanırlar, yemeklerini kendi aralarında paylaşırlar. Köylere yaylalara zaman zaman düşman birliklerinin bulunmadığı yerlere giderek imkânlar yaratıp, bir süre köy içlerinde saklanıyorlardı. Özellikle kadınlarla iyi ilişkiler kurup, düşmana karşı savunma dersleri verirlerdi.(5)
Kadınlığını, analığını, sakin bir hayatın şartlarını unutmak durumunda kalmıştır Anadolu kadını. Normal bir hayata kolayca geçememiştir.
Halime Çavuş söz gelişi, ana-babasının yalvarışlarını dinlemeden saçlarını kazıtıp, mücadeleye katıldı. Uzun seneler “Halim Çavuş” sanıldı. Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Atatürk’e rastladı. “Kafa kâğıdından” kız olduğu anlaşıldı. Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti.(6)
Geride kalanlarsa, başka bir hazin hikâyedir. Her savaştan, sefer emrinden acı hatıralar, izler kalmıştır bizlere.
Eli silah tutan erkeklerin cephede olduğu, senelerce süren askerliklerde, sahipsiz kalan kadınlara, köylere asker kaçkınları ve dağdaki eşkıya da musallat olmaktadır. Kapılarına, camlarına kadar dayanmaktadır. Kadınlar sadece düşmanla değil, bu eşkıyayla da uğraşmak durumundadır. Gerektiğinde sabahlara kadar nöbet tutuyorlar. Bütün işleri birlikte yapıp, birlikte araziye, bahçeye, ahıra gidiyorlar. Savaş kalıntısı tüfekler, baltalar, kör bıçaklarla bir değil bir yığın mücadeleyi sürdürüyorlar, namus kavgası veriyorlar. Kısaca değinelim.
Nurife Nine: Nurife Nine’nin kocası Cafer’i 1906’da askere alıyorlar. O sırada Yunan yarımadası, Balkanlar, Yemen kaynıyor. Önce Arnavutluk sınırları içinde İşkodra’ya gönderiyorlar. Daha sonra Yemen’e gidiyor. Yemende sekiz sene kalıyor Cafer.
O zamanlarda lambalarda gazyağı kullanılıyor. Lamba da, ‘idare’ adı verilen, içine gazyağı ve fitil kullanılan basit bir teneke kutu.
Nurife Nine erkeksiz yaşamanın zorluğunu hissediyor. Tasarruf etmenin de önemini biliyor. Bir namaz kılarken yakıyor idareyi, bir de misafir geldiğinde. Sair zamanda karanlıkta oturuyor. İşlerini gündüz ışığında görüyor. Öyle ki, kocası Yemen’den dönünce, giderken aldığı tenekenin dibinde hâlâ bir miktar gazyağı varmış. Kocası geldiğinde lambalar yakılmış ve kalan gazyağı birkaç gün içinde bitirilmiş.
Kocası Yemen’den Sarıkamış’a gitmek üzere izinli gelmiş köyüne. Günü gelince de gitmiş Sarıkamış’a. İki sene kadar de o yöre de katılmış çatışmalara. Ve gazi olarak dönmüş. Günümüzün asker kaçaklarına duyurulur. (7)
…
Bu ve benzeri örnekler, savaş yıllarından. Pekiyi, şehit yakınları değil, günümüze uzanmış, millî mücadele yadigârlarına, o cevherli insanlara, madalyalı kahramanlara nasıl bakıyoruz. Verdiğimiz değer nedir?
Fatma Özişçi, Adana’nın Ermenilere karşı müdafaasında kahramanlıklar göstermiş ve “İstiklâl Madalyası” ile taltif edilmiş bir kahramanımız. 1914-1918 yılları arasında Ermenilere ve Fransızlara karşı Kadirli, Kozan ve Mis cephelerinde çarpışarak, 2 Fransız askerini öldürmüş, 10’unun da yaralamış. Savaşta gösterdiği başarılardan ötürü “Kara Fatma”, “Yağız kız”, “Kınalı Yeğen” gibi lâkaplar almış. Seneler sonra evlenmiş, 3 çocuk annesi olmuş, evlatları hayırsız çıkmış. 29 yıl yüzlerini görmemiş, hasretinden gözleri kör olmuş. Tek gözlü bir gecekonduda oturuyor. 1988’de 10 bin lira yaşlılık maaşı alıyor, oturduğu evin kirası 30 bin lira. Kilise önünde dileniyor.
Hürriyet gazetesi muhabirine “Dilenmezsem nasıl yaşarım. Ama ben bu vatanın kurtuluşuna dilenmek için katılıp süngü yemedim. Devletin İstiklal Madalyalı dilencisi olmamalıydım.” diyor.(8)
“Kara Fatma” diye de anılan, Fatma Seher Hanım, 1954 yılında yaşı ilerlediği ve bakacak kimsesi de bulunmadığı için, İstanbul’da bir kulübede bakıma muhtaç, dayanılmaz maddî sıkıntılar içinde yaşamaktaydı. Ancak 1954’de aylık bağlanabildi. Ve ertesi yılda, bu büyük mücahit kadınımız vefat etti.(9)
Fedakârlıkları, gayretleri, canları pahasına, ödül beklemeksizin vatanı savunmaları, mücadeleleriyle nice adsız, yüksek ruhlu kadın kahramanı yeşertti bu topraklar. Onlar da kadındı. Ruhları şad olsun.
Kaynakça
1- Mustafa Tarakçı, MİLLİ MÜCADELE VE MÜCADELECİ KADINLAR, Başlık Yayın Grubu, İstanbul 2008, sf. 153-155
2- Fevziye Abdullah Tansel, İSTİKLÂL HARBİ’NDE MÜCAHİT KADINLARIMIZ, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1991, sayı: 21, sf. 46
3- Mustafa Tarakçı, MİLLİ MÜCADELE VE MÜCADELECİ KADINLAR, Başlık Yayın Grubu, İstanbul 2008, sf. 202
4- Fevziye Abdullah Tansel, İSTİKLÂL HARBİ’NDE MÜCAHİT KADINLARIMIZ, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1991, sayı: 21, sf. 18
5- Ferit Erden, KUVAYIMİLLİYE VE ÖLÜMSÜZ KADIN KAHRAMANLAR, Kum Saati Yayınları, İstanbul 2004, sf. 122-123
6- Mustafa Tarakçı, MİLLİ MÜCADELE VE MÜCADELECİ KADINLAR, Başlık Yayın Grubu, İstanbul 2008, sf. 147-148
7- Metin Tekin, SARIKAMIŞ’TAN SİBİRYA’YA; Timaş, İstanbul 2007, sf. 171-172
8- Aynur Mısıroğlu, KUVA-YI MİLLİYENİN KADIN KAHRAMANLARI, Sebil Yayınevi, İstanbul 1994, sf. 115
9- Fevziye Abdullah Tansel, İSTİKLÂL HARBİ’NDE MÜCAHİT KADINLARIMIZ, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1991, sayı: 21, sf. 37
BİR ÖDÜL
Karikatür dünyasının önemli isimlerinden Seydişehirli sanatçı, ulusal ve uluslararası yarışmalarda yüze yakın ödülü bulunan Ahmet ÖZTÜRKLEVENT; son olarak da Birleşmiş Milletlerden “Mükemmellik” ödülü aldı. Sanatçı, Birleşmiş Milletler Teşkilatı tarafından düzenlenen “Ranan Lurie Political Cartoon (UNCA)” yarışmasında “Citations for Excellence” (Mükemmellik) ödülüne layık görüldü.
Tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyoruz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.