Nevzat Laleli

Nevzat Laleli

Kötülük Önce Sahibini Yakar

Kötülük Önce Sahibini Yakar

Tarih konuşuyor yazı serisi


 

Eğitim ve öğretimde çocuklarımıza ve geçlerimize artık yeteri kadar “Atasözleri ve vecizeler” öğretilmiyor. Tabii bunların ne manalara geldiklerinden de “bi haber” (habersiz) gençlerimiz. Onlardan, bu halleriyle binlerce yıl yaşanmış, doğrulukları tescillenmiş söz ve davranışların, kendilerinin 60 – 70 senelik kısa ömürlerinde tekrar yaşamalarını ve tecrübelerini kalıplaştırarak yeni vecizeler oluşturmalarını beklemekteyiz.

İkinci önemli hata dilimizde oluşturulmaktadır. Konuştuğumuz ve yazdığımız kelimelerde o kadar çok ve durmadan sürekli değişiklik yapılmaktadır ki dünkü nesil ile bu günkü nesil, bugünkü nesille yarın ki nesil birbirinin konuştuğunu ve yazdığını anlayamaz duruma düşmektedir.

Benim birçok yazıma dikkat ederseniz birçok kelimenin yanına parantez açarak yeni ve uydurulmuş kelimeyi de içine yazmaktayım.

1974 yılında CHP – MSP (Milli Selamet Partisi) koalisyonu kurulurken Sayın Ecevit ve arkadaşlarının protokol içerisine “Olanak, olasılık…” gibi birçok kelimeyi doldurmak istemesi üzerine MSP tarafı “Hükümet protokolünün, mevcut anayasada ki söz ve kelimelerle yazılması…” esasını getirtmiş ve protokol bu esaslar üzerine kaleme alınmış idi.

İlmi esasların dondurulması, tecrübelerin kalıplaşmaması ve biteviye (ha bire) devam eden dilimizdeki değişiklikler, bizim çok büyük zaman kaybımıza sebep olmakta ve insanımızın dünya milletlerinin ilim ve irfan yarışında en arkalarda gitmesini doğurmaktadır.

BAZI ATASÖZLERİMİZ

Gençlerimizin atak, heyecanlı ve hareketli olmasına mukabil bilgi, görgü ve tecrübelerden henüz yeteri kadar istifade edememiş olması onun hata, kusur ve kabahate (suça) çok çabuk düşmesini sağlamaktadır.

Atalarımız bu konuda söylenmiş hemen aklımıza geliveren bazı güzel sözlerinde;

Öfke (kızgınlık) gelir göz kararır, öfke gider yüz kararır

“Öfke ile kalkan, ziyanla (zarar) oturur”

Keskin sirke, küpüne zarardır

“Men Dakka, dukka…”

Çalma kapıyı, çalarlar kapını…” gibi sözler söylemişlerdir.

Kelam-ı Kibar denilen güzel sözlerden birisinde de; “Ne yapacağım diye düşünmek, neden yaptım, diye pişman olmaktan güzeldir” demektedir.

Yakın ve uzak tarihte o kadar enteresan olaylar olmuş ki okuyunca siz de benim gibi hayret edeceksiniz. Bu arada bunların bana ulaşmasını sağlayan arkadaşlarıma teşekkürlerimi bir borç biliyorum. Bu bilgileri, arşivimde saklamak şüphesiz ki çok iyi bir şey ama “bir gizli hazine kime fayda sağlar ve bunun değerini kim bilebilir ki…

Bu olayları ve konuları arşivimde saklamak yerine bunları okuyucularımla paylaşmak, alınması gereken derslerden birçok kişinin ve özellikle gençlerin yararlanmasını sağlamak istiyorum.

KÖTÜLÜĞÜN BEDELİ

Sizlere aynıyla gerçekleşmiş iki olayı aktaracağım.

Ankara Hacettepe Üniversitesi Hastanesi Beyin Cerrahisi Bölümü'nde yedi yıl müstahdem olarak çalışan T. E. tayinini Trabzon'a yaptırır. Hastaneden ayrılırken de beyin ameliyatlarında kullanılan çok önemli bir cihazı çalarak satar.

Aradan çok zaman geçmemiştir ki, hastane müstahdeminin iki yaşındaki kızı Ferdağ dikkatsizlik sonucu evinin balkonundan aşağıya düşer ve koma halinde alelacele Hacettepe Hastanesi'ne getirilir.

Yavrucağızın felç olmaktan kurtarılabilmesi için derhal ameliyata alınması gerekmektedir. Fakat kaderin tecellisine bakın ki, çocuğun felç olmaktan kurtarılabilmesi için beyindeki kan pıhtısının temizlenmesi gerekmektedir. Bunun için de, babasının daha önce hastaneden çaldığı cihaza ihtiyaç vardır.

Hastanenin doktorları çaresizlik içinde kızın babasına: "Kızını kurtarabilirdik ama ameliyat cihazımız çalındığı için elimizden bir şey gelmiyor" cevabını verirler.

Baba T. E. utançtan kıpkırmızı olmuştur. Vicdan azabı içinde: "İtiraf ediyorum ameliyat aletini ben çalmıştım, şimdi size onu bulup getireceğim, yeter ki kızım kurtulsun." diyerek dışarı fırlar.

Derhal cihazı sattığı dükkâna koşup aleti alıp getirir ama iş içten geçmiştir. Cihaz yetişinceye kadar iki yaşındaki Ferdağ felç olmaktan kurtulamamıştır.

BİR BAŞKA MÜTHİŞ OLAY

Tarihler 1912 Nisan'ını gösterdiğinde, Titanic isimli gemi İngiltere'nin Southampton Limanı'ndan New York istikametine hareket eder. 17 bin kişinin emeği ile inşa edilen bu yolcu gemisi zamanın en büyük gemisidir. Gemiyi yapan mühendisler bu geminin asla batırılamayacağını iddia ederler ve herkese, her şeye meydan okurlar.

Kendilerine o kadar güveniyorlar ve kendileri ile o kadar gurur duyuyorlardı ki, geminin ismini bile Yunan mitolojisindeki bir Tanrının ismini vermişlerdir. Geminin kaptanı Smith daha da ileri giderek, "Tanrı bile bu gemiyi batıramaz." demiştir.

Gemi inşa edilirken her şey düşünülmüş, içinde, Paris'in ünlü kafelerinin bir benzeri Cafe de Parisien, bir de Türk hamamı, çölde geziniyor izlenimi edinmek isteyenler için düğmesine basınca yürüyen deve ve Lyon usulü pişirilmiş tavuk da vardı.

Mühendislere göre, bu muhteşem teknoloji harikasının tabanı birbirinden bağımsız kompartımanlardan meydana gelmişti. Herhangi bir sebeple gemi alttan bir darbe aldığında, sadece darbeyi alan bölüm su dolacaktı. En kötü ihtimal olan iki geminin çarpışması durumunda kompartımanların bir kısmı su alacak, bu durumda da geminin batması en az üç gün sürecektir.

Bu kadar uzun zamanda da mutlaka bir yerden kurtarma için yardım gelebilirdi. Üstelik dünyanın en kaliteli çeliği bu gemi için kullanılmıştı. Mühendisler, geminin önden veya arkadan darbe alacağını hesaplamıştı. Hâlbuki yan tarafı unutmuşlardı.

Ama " Azap onlara ummadıkları yerden gelmişti." (Nahl Suresi, 26)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Nevzat Laleli Arşivi