Karayollarından yazarlığa uzanan bir hayat

Karayollarından yazarlığa uzanan bir hayat

2019 yılının Aralık ayında vefat eden yazarımız Ahmet Güldağ, ömrü karayollarında geçti. Güldağ, Karayolları’ndaki görevinin ardından uzun yıllar da köşe yazarlığı yaparak, kültür hayatını hizmetlerde bulundu

Ahmet Güldağ’ın ardından

“Baki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş.” Hoş bir sadâ bırakmak, hoş bir sadâ ile anılmak; en güzel duygu bu olsa gerek. Karayollarının kuruluş yıllarına tanıklık eden, Konya ve Antalya Bölgesi yollarının her noktasında emekleri olan, Karayolculuk ruhunu bilen bir büyüğümüz ve Merhaba Gazetesi Yazarı Ahmet Güldağ 2019 yılının Aralık ayında vefat etti. Karayolları Dergisi’nde görev yapan Alattin Polat’ın merhum yazarımız Ahmet Güldağ ile yaptığı son röportajı okuyucularımızla paylaşıyoruz…

**Ahmet Güldağ kimdir, kendinizden bahseder misiniz?

1930 yılında Konya’nın Dedeler Köyü’nde doğmuşum. Aşağı yukarı Atatürk devri, İnönü devri ve ondan sonraki dönemlerin hepsine tanıklık ettim. Kısaca anlatmak gerekirse, babam Konya Hadim ilçesinin Gaziler Köyü’nde öğretmendi. Çocukluğum orada geçti. O yıllarda oraya nasıl gider, gelirdik… Tabi ki bu yolculuk çok zahmetliydi. Her gün Konya’dan Hadim’e giden çaruk çuruk bir otobüsle Konya’dan kalkar, Hadim’e doğru gider, Hadim’e varmadan toplanma köyü dediğimiz Aladağ Yolu kavşağında inerdik. Toprak yoldan gider, oradan Gaziler Köyü’nden hayvanlar gelir; katır, at, eşek vs. onlara biner dağlardan, uçurumlu yerlerden geçerek Gaziler Köyü’ne sabah erkenden çıkar, akşamüzeri ulaşırdık. Konya’ya giderken yine aynı şekilde dönerdik. Gaziler Köyü’nden Kaplanlı Köyü’ne kadar hayvanlarla gider, oradan da Hadim’den gelecek otobüse biner, Konya’ya gelirdik. İşte o dönemlerde yollarımız böyleydi. Çocukluğum, öğrenciliğim babamın yanında zor şartlar içerisinde okuyarak geçti. Liseyi Konya Sanat Enstitüsünde okudum. Teknik resmim çok iyiydi, 1950’li yıllarda “Danimarka şirketi olan Chiristiani & Nielsen firmasına iş için müracaatım oldu, o günkü şartlarda 250 lira kazanabiliyordum, müracaatım sırasında ne kadar maaş istersin diye sorduklarında 400 lira talep etmiştim. Bir ay beni çalıştırdılar ve yaptığım işi çok beğendiler. 400 lira maaş olmaz, bu çok az olur, senin hakkın 800 lira dediler. Yaptığım projelerin karşılığı olarak 800 lira verdiler. Uzun bir süre bu firmada çalıştım sonra firma işini bitirince ben de ayrılmak durumunda kaldım. 1957’de Devlet Su İşleri (DSİ) 4. Bölge Müdürlüğüne girdim. Barajların teknik resimlerini vs. çizdim. DSİ’de bugün halen mevcut su barajlarının projelerinin çizimlerinde çalıştım. DSİ’de çalışırken Ankara Yüksek Teknikerlik Okulunu kazandım. Hem çalıştım hem de tahsilimi tamamladım. Okuldan mezun olunca fen memuru olmayı çok istememe rağmen yapmak istemediler. Gerekçe olarak da boş kadro olmadığını, beni ressam olarak değerlendirmek istediklerini söylediler. Kabul etmedim ve DSİ’den ayrıldım.

**Karayollarına girişiniz nasıl oldu?

Konya DSİ 4. Bölge Müdürlüğünden ayrıldıktan sonra Karayolları 3. Bölge Müdürlüğüne müracaat ettim. O zamanın Karayolları 3. Bölge Müdürü olan Muhlis Bingöl’e gittim. “Personel alımları Ankara’dan, Genel Müdürlük tarafından yapılmaktadır ama yine de sana bir mektup vereyim, Ankara’ya git müracaatını oraya yap” dedi. Karayolları Genel Müdürlüğüne gittiğimde Talat Baba dedikleri (Talat ARAL) kişiyi buldum. Kendisi Yol Yapım Bakım Daire Başkanıydı. Talat Baba beni Karayollarına kazandırmak için epey çaba sarf etti. Beni epey sorguladı, sorduğu her soruya cevap verdim. Sonra, “Peki, seni beğendim, İstanbul’a göndereyim” dedi. Ben de durumumu anlattım. Efendim ben Konya’da babamın evinde oturuyorum üstelik kira da vermiyorum deyince; “Bak sen şuna, ekonomiden de anlıyormuş, seni Konya’ya, Büro Mühendisliği kısmına gönderiyorum” dedi. Meşhur Talat Baba ile böylece tanışmış oldum. Talat Baba teşkilatta çok sevilen ve saygı duyulan biriydi. Sonra ileriki günlerde çok defalar bir araya geldik, iyi bir dostluğumuz oldu. 1 Eylül 1959 günü Karayollarında işe başladım. Bölge Müdürü Muhlis Bingöl, Yol Yapım Şefi Harun Bayar’ın odasına götürerek bir masaya oturttular.

 

**Kimlerle çalıştınız? Amirleriniz kimlerdi?

-Bölge Müdürümüz Muhlis Bingöl’dü, ilk şefim Yapım Şefi olan Harun Bayar’dı. O yıllarda Bölge Müdür Yardımcılığı henüz yoktu. Bölge Müdürünün küçük bir odası vardı, bir sorunu olan kapısını çalar, girerdi. Muhlis Bey mütevazı bir insandı, babacandı ve çalışanlarını korurdu. Teşkilatta güzel insanlar tanıdım; bilgili, donanımlı, çevresine faydalı olan kişilerdi. Örneğin Bölge Müdürüm olan Hilmi Nalbantoğlu aynı zamanda kültür adamıydı. Bölge Binasının 2. katındaki geniş salonu kütüphaneye tahsis etmişti. İçini dolduracak kitapları uzun uğraşlar sonunda temin etmişti. Hilmi Bey bununla da kalmadı, Konya’nın araştırmacı gazetecisi rahmetli Selçuk Es’i kütüphane sorumlusu yaptı. Personel için günde yarım saat kütüphanede okuma hakkı tanındı.

**O günkü yolların durumu nasıldı?

-1950’den evvel yollarda asfalt diye bir şey yoktu, stabilize yol vardı. Bir araba ancak geçer, iki araba geldiği zaman geniş bir yere giderek veya ileri geri manevra yaparak birbirlerine yol verirlerdi. Özellikle Antalya-Anamur arasında gittiğimiz zaman bu durumu çok görmüştük. O yıllarda Konya’dan Antalya’ya gidemezdiniz. Konya’dan Antalya’ya gitmek isterseniz karayolu olmadığı için demiryolunu kullanmak durumundaydınız. Önce Konya’dan trene bineceksiniz Afyon’a gideceksiniz sonra Afyon’dan İzmir trenine aktarma yapacaksınız, İzmir treniyle giderken, Banaz’da Isparta trenine bineceksiniz, Isparta’ya vardığınızda Burdur’dan dolaşan bir kamyona bineceksiniz Antalya’ya ancak bu şekilde ulaşabilirdiniz. 1957 yılında Antalya’ya ilk gittiğim zaman o dönemlerde Antalya köy gibiydi. Bir katlı ahşap evler vardı. Akseki üzerinden gidiyorduk. Beyşehir-Konya, Beyşehir-Akseki Hacı Hasan Beli dediğimiz yerde bakımevi yapılmış. Karayolları olarak hem bakımevi, hem de misafirhane vardı. Misafirhane dediysem bugünkü misafirhaneler değil, geniş bir salon, o salonda 5-6 tane karyola, o karyolalarda yatarak Antalya’ya giderdik. Karayollarına girdiğim zaman Antalya, Konya Karayollarının emrinde idi. Alanya’ya görevlendirildim. Alanya’daki şube binasının kontrolörü idim. Buradan Akseki’den, akşam Hacı Hasan Beli’nde yatar, sabahleyin Alanya’ya giderdim. Dönüşümüz yine oradan Hacı Hasan Beline gelir geceyi orada geçirir, iki günde Konya’ya gelirdik. Şimdi 4 saatte gidebiliyoruz. Aradaki farkı görüyorsunuz nereden nereye geldik. Bundan daha güzel örnek olabilir mi? O zamanlar yol yoktu. Karayollarının kurulmasıyla birlikte yol yapımına ve yol güvenliğine büyük önem verildi. Bilhassa Tournapol diye makinelerimiz vardı. Hem kazar, kazdığı toprağı deposuna atar sonra gider dolgu yapardı. Bu makineler çok iş gördüler. Örneğin, şimdiki gibi dev dozerler yoktu, ufacık makineler vardı.

 

**1950’li yıllarda Konya’nın çevre illerle olan bağlantısı nasıldı, ulaşım nasıl sağlanıyordu?

-1945-1950’li yıllarda Konya-Ankara arası toprak bir yoldu. O yıllarda sabahleyin şafak vakti, bir otobüs Ankara’ya çıkar, bir otobüs de Bursa’ya çıkardı. Başka araba yoktu. Ankara’ya gidişler Konya’da Bursa Oteli’nin önünden güneş doğarken kalkar, tozlu yollardan geçerek yol alırsınız, o dönemler stabilize bile yok, akşama doğru Ankara’ya varılır. Yolcuların üstü başı bembeyaz olurdu. Keza Ankara’dan da aynı şekilde sabah erkenden kalkarlar, akşama doğru Konya’ya gelirlerdi. Günde bir otobüs gider, bir otobüs gelirdi Daha sonraki yıllarda 1947’de yol stabilize olarak, yola döküm yapıldı, artık süre kısalmıştı. Sabah erken çıkılır, öğlen saatlerinde Ankara’ya varılırdı. Git-gel Konya altı saat diye söz söylenir olmuştu. Stabilize yol yapılınca tozdan biraz kurtulmuştuk. Sonra Konya-Tutuk arası stabilize yapıldı. Böylece Ankara Yolu biraz daha düzelmiş oldu. 1950’de Karayolları Teşkilatının kurulmasıyla birlikte, ele alınan ilk yollardan birisi Konya - Ankara Yolu’nun yapımıdır. Bu yol yapılırken, geceli, gündüzlü, geceleri jeneratörlerle aydınlatılarak vardiyalı olarak çalışıldı. Konya-Kulu arası 160 km, Kulu-Ankara arası 100 km olmak üzere bu yolu iki yıl içerisinde ancak iki arabanın geçebileceği kadar yaptılar. Önce stabilize, sonra asfaltladılar. Böylece Konya-Ankara Yolu 5 saate düşmüş oldu. Yine İstanbul-Ankara arası da tamamen asfalt değildi. Fakat İstanbul-Ankara arasında demiryolu taşımacılığı vardı. Yataklı vagon vs. trenler yola çıkardı, bu bakımdan İstanbul-Ankara arası daha iyi idi. Konya’daki durum farklıydı. Konya’ya gelecek olan tren saatinde gelmezdi, her zaman tehirli gelirdi. Ama geldikten sonra Konya-İstanbul arası 24 saatte yol alırdı. Ama yine de yolda olan işlemlerde bu süre uzar, 36 saati bulurdu. 1947’de ilk defa İstanbul’a gitmiştim ve 36 saatte Haydarpaşa’ya varmıştık. İşte o zamanki şartlar böyleydi. Her yere yol yoktu. Örneğin Antalya’ya gitmek hiç kimsenin aklına gelmezdi. Çünkü Antalya’ya gidiş yolu diye bir yol yoktu. Ancak Akseki Yolu üzerinden köylere iniş çıkış yapılarak gidilirdi. Ama bir giden bir daha o yolları kullanmazdı. Çünkü o yola bir kere girenin midesi ağızlarına geliyordu. O zamanki şoförler cambaz mıydı diye çok düşünmüşümdür.

**Sizin döneminizde Yol Vergisi Kanunu vardı, anlatır mısınız?

1921 yılında çıkarılan Yol Vergisi Kanunu vardı. O zaman yol işini köylülere verdiler. 18 yaşını dolduran her erkek yol vergi verirdi. Yol vergisi 6 liraydı. Ya verginizi verecektiniz ya da yolda çalışacaktınız. Vergiyi ödemeyenler hapis cezası alırdı. Köylüler kazma kürek ile yol yaparlardı. Kanun böyleydi. Onun için yol işini yöre insanları yaparlardı. Ne kadar yol yaparlardı valla bir arabanın geçebileceği kadar ancak öyle yokuşmuş, inişmiş, yarmaydı, dolmaydı o zamanlar yoktu. Sadece düzeltmeler suretiyle yol yapılırdı. Sonra 1952 yılında Yol Vergisi kaldırıldı.

**Karayolları sizin için ne ifade ediyor?

-1950-1960 arasında yoğun bir çalışma temposu vardı. Geceli gündüzlü çalışırlardı. Geceleri jeneratörlerle ışıkların altında vardiyalı bir şekilde çalışılırdı. Yol yapılırdı. Şunu söyleyeyim, Konya-Kulu arası 160 km. Ankara Yolu Kulu’dan sonra 100 km. Gece gündüz çalışarak 2 yılda Ankara Yolu yapıldı. Karayolcularda büyük bir azim vardı. Karayolculuk budur işte. Halk Karayollarını, Karayolcuları çok seviyordu. Sonuçta ulaşımı sağlıyorsunuz. Örneğin, yol geçerken yükselince adamın tarlasına iniş zorlanırdı. Belli yerlerde vatandaşların rahat inmelerini sağlardık. Halkla Karayolcular arasında çok iyi bir diyalog vardı.

**Maden Yolu olarak da bilinen Etibank-Seydişehir Maden Ocağı Yolu’nun yapılış hikâyesini anlatır mısınız?

Etibank, Karayollarından Seydişehir Maden Ocağı ile Seydişehir Fabrikası arasına yol yapılmasını talep etmişti. O dönemde kayalık dağlar arasına yol yapacak makinalarımız yoktu. Önce biz yapamayız dedik sonra Bakanlık düzeyinde anlaşma sağlanınca yolu Karayollarının yapmasına karar verildi. 13 milyon liraya kararlaştırmışlar. 3 tane D8 talep ettik. Ve böylece Seydişehir-Maden Yolunu taşeron vasıtasıyla yaptırmış olacaktık. Taşeron ihalesini yaptık, ihalenin Komisyon Başkanıydım. 35 firmaya mektup yazdım, 30 firma katılamayacağını belirtti, 4 firma cevap vermedi, 1 firma ise yüzde 4’le işi alacağını söyledi. İşe başlattık. Onun makinası vardı ama ilk günü makinanın bıçağı kırılınca işi yapamayacağını düşündü sonra işi bıraktı. İşi emanet yapmaya karar verdik. Bunun için de 3 tane dozere ihtiyacımız vardı, hemen temin edildi. Emanet şantiye kuruldu. İki yıl içerisinde madene yol yapmış olduk. Yol Etibank’a aitti ancak parasıyla biz yapmış olduk. Her sene normal olarak bize bakım parası verirlerdi. Böylece devam ederken, bu sefer Etibank uzun mesafeden limana gidiyorum Isparta’dan dolaşıyorum. Bana kısa mesafeden bir yol lazım, maliyet pahalı oluyor diye müracaatta bulundu. İlk defa Türkiye’de tayyare yeri Seydişehir Maden Ocağı Antalya arası tayyare ile fotoğraflandı. Bu fotoğraflandırma bilgisayar üzerinden bir yol gösterimi yaptı. 3 yol gösterdiler birisi Bozkır üzerinden dolaşacaktı. Birisi Maden üzerinden diğeri Seydişehir üzerinden dolaşacaktı. Neticede Seydişehir-Maden Yolu nüve olarak bırakıldı ve bunun devamı olarak Antalya’ya yol yapımı kararlaştırıldı. Seydişehir-Akseki Hududu Yolu’na kadar Konya’ya verilmiş oldu. Konya bu yolu emanet usulü ile yapmaya başladı.

**Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

-Karayolları kuruluşundan itibaren Eğitim Kurs Projeleri başlatmıştı. Antalya Gazipaşa eğitim kursu ve Elazığ kurs programları açılmıştı. Sonra bir kurs programı da Erzurum’da açtılar. Karayollarına gelen yüksek mühendis, tekniker, sanat sınıfı personel evvela buraya gelir, bir yıl çalışır, kurs alır ondan sonra bölgelere gönderilirdi. Doğrudan doğruya hemen şantiye mühendisi, şantiye şefi, operatör olamazdı. Kurs projelerin olduğu yerler birer okuldu. Hem teorik hem de tatbikatını öğreniyorlardı. Yıl 1959, Karayollarına yeni başladığım dönemler… Teşkilatı tanımaya, bir yandan da işi öğrenmeye çalışıyorum. Alanya’ya gittiğimde Gazipaşa’da kurs yerini görmek ziyaret etmek istemiştim. Hakikaten Alanya –Gazipaşa arasında yol yapan proje elemanları harıl harıl çalışıyor, şantiyede yiyip, çadırlarda yatıyorlardı. Proje Müdürü İhsan Bey’i ziyaret ettiğimde bana…“Kurs projeye gelmeden nasıl bölgede çalışmıştın” sorusuna “Bilmiyorum, Talat Baba beni doğrudan gönderdi. Eğer burada da çalışmam gerekiyorsa geleyim” dedim. “Yok yok. Ben mahsus söyledim. Haberim var. Sen DSİ baraj şantiyelerinde çalışmış olduğun için Talat Ağabey doğrudan Konya’ya göndermiş. Bize de haber vermişti” dedi.

**Karayolcuları görünce neler hissediyorsunuz?

-Mutlu oluyorum, heyecanlanıyorum. Şimdi siz çıkıp geldiniz. Mutlu oldum, şeref duydum. Bir Karayolcu ile karşılaşsam kucaklaşmak isterim. Karayolcuları kendi ailemden birisi olarak görüyorum. Yolun ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Tozlu topraklı yollardan günler süren yolculuklardan bugün asfalt ve bölünmüş yolları gördükçe iftihar ediyorum. Bir kere mesafeler kısaldı. Bir günde Konya’dan Ankara’ya bin bir güçlükle giderken, bugün 3 saatte gidebiliyorsunuz. Karayolcu olmaktan şeref duyuyorum.

**Karayollarındaki günlerinizi özlüyor musunuz?

-1959 yılında girmiş olduğum Karayolları Teşkilatından 1995 yılında emekli oldum. Ancak bağlarımı hiç koparmadım. Aynı zamanda gazetede yazıyorum ve Karayollarının tüm çalışmalarını izlemekteyim. Ancak artık yaşlandım. Şu anda rahatsızım, daha önceleri sık sık gider ziyaret ederdim. Yeni yapılan yolları gezerdim. Şimdi gidemiyorum ama görmeyi de çok istiyorum. Emekli olmakla Karayolculuğunuz bitmiyor ki; hatta Bölge Müdürüne haber gönderdim, yeni yapılan yolları görmek istediğimi söyledim. Araç gönderip beni evden aldırttı. Bir mühendis kardeşimiz de bana refakat etti. Şantiyeleri, yeni yapılan yolları gezdirdi. Bu mutluluğun tarifi olmazdı. Karayollarından ayrılsam da gönlüm hala oradadır.

RÖPORTAJ: ALAATTİN POLAT

ahmet-gulday-(1)_880x440.jpg

img011.jpg

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum