Karayollarından sahnelere uzanan bir hayat

Karayollarından sahnelere uzanan bir hayat

Türk Sanat Müziğinin duayenlerinden Türkiye’nin Ses Kralı ve unutulmaz şarkılara sesiyle yorumlarıyla hayat veren Sanatçı Yaşar Özel, hayata gözlerini yumdu. Yaşar Özel, karayollarından sahnelere uzanan hayatını Merhaba Şehir'e anlatmıştı

RÖPORTAJ: ALAATTİN POLAT

 

Türk Sanat Müziğinin duayenlerinden Türkiye’nin Ses Kralı ve unutulmaz şarkılara sesiyle yorumlarıyla hayat veren Sanatçı Yaşar Özel, hayata gözlerini yumdu. Bir zamanlar Türkiye’nin Ses Kralı olarak da seçilen Yaşar Özel, karayollarından sahnelere uzanan hayatını anlattı

photo-16.03.2017-16-37-43.jpg

 

Bir süredir rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören Türk Sanat Müziği Sanatçısı Yaşar Özel hayata gözlerini kapadı. Yaşar Özel, son röportajını Karayolları Genel Müdürlüğü Dergisi’ne ve Merhaba Şehir’e vermişti. Bu Kadar Yürekten Çağırma Beni, Avuçlarımda Hala Sıcaklığın Var, Hani Yosun Renkli Gözlerin Olacaktı Senin, Sanki Seninle Kırk Yıllık Dost Gibiyiz İkimiz, Arıyı Çiçek de Dalda Sevelim, Mademki Gidiyorsun Bırakıp Bur da Beni, Gülünce Gözlerinin İçi Gülüyor, Bir Dünya Yarattım Yalnız İkimiz İçin, Sen Mevsimler Gibisin, Geçsin Günler Haftalar Aylar Mevsimler Yıllar ve daha birçok şarkıya eşsiz sesiyle hayat veren ve gönüllerde taht kuran Eski bir Karayolcu, Türkiye’nin ses Kralı Sayın Yaşar Özel, Merhaba Şehir Dergisi’ne özel açıklamalarda bulunmuştu.

 

Öncelikle doğduğunuz ve çocukluğunuzun geçtiği Diyarbakır’dan ailenizden bahseder misiniz?

-Diyarbakır’da orta halli bir ailenin çocuğu olarak Urfa Kapısına yakın bir semtte 1934 yılında doğmuşum. Nüfus kaydımda Peder Erganili olduğu için Ergani’de doğmuşum diye biliniyor. Aslında Diyarbakır’da doğdum. Ergani’de bağlarımız bahçelerimiz vardı. Çocukluğumuzda tatillerde bağa, bahçeye giderdik. Tatilimizi orada geçirir sonra dönerdik. İlkokula İsmet Paşa’da başladım. Gazi okulunda devam ettim.  Ailem hatta sülalemiz dericiydi. Yani deri imalatı yaparlardı. O yıllarda Diyarbakır’da dericilik ileriydi. Urfa, Antep, Mardin, Elazığ ve çevre illere deriler gönderilirdi. O zamanlar Diyarbakır, Sur’un içinde düşünülüyordu. Sur’un dışında resmi binalar vardı. Hükumet konakları, okullar, kurumlar vb. mevcuttu. Dışarıda, batıya doğru gidildiğinde bağlar, Sur’un Urfa Kapısı’ndan çıkıldığı zaman Ali Pınar ve Hava Meydanı vardı. Hava meydanı çok popülerdi. O zaman havacı astsubay yetiştiriliyordu. Bir ara bende çok heveslendim, havacı olmak istemiştim.

photo-16.03.2017-17-20-13.jpg

**Henüz ilkokul çağlarında müziğin içinde bulunuyorsunuz özellikle Diyarbakır’da yapılan fasıl heyetleriyle tanışıyorsunuz ve ilkokul öğretmeniniz sizi keşfediyor. O dönemi anlatır mısınız?

-Müziğe ilkokulda başladım daha doğrusu ud çalan bir kiracımız vardı. Beni çok severdi ve yanından ayırmazdı. Onunla kulaklarım doldu İlk müzik feyzimi o hanımefendiden Rasim’e Abla’dan aldım. O yıllarda, Diyarbakır’da şehir sineması vardı. Yani hem tiyatro hem de sinemaydı. Türk sanat müziği fasılları yapılırdı. Bu fasıllar batı enstrümanlarıyla yapılıyordu, viyolonseller, piyanolar, akordeonlar, kemanlar ve ayrıca kanun ve udlar vardı. O hanımefendi elimden tutar, beni de götürürdü. Bir kenara oturur onları izlerdik. Beş-altı hanım olurdu. Özellikle onlar önde otururlar, fasıl geçerlerdi. Fasıl bittiği zaman teker teker çıkar, solo yaparlardı. Türk Sanat Müziği, hem de Klasik okurlardı. O dönemlerde kulaklarım Türk Sanat Müziğine karşı dolmaya başladı.  Sonra okula başladım, ilkokul hocam beni keşfetti. Müzik dersinde mutlaka okurdum. O yıllarda Diyarbakır’da 7 tane okul vardı. Bu yedi okulun hangisinin müsameresi olsa, öğretmenimin öğrettiği parçaları çıkıp okuyordum. Ama benim şansım, kiracımızın musikiyi bana işleyişi, sonrasında ise ilkokul öğretmenimin daha da geliştirmesi, hatta Başöğretmenim Denizlili Fehmi Yalın, nur içinde yatsın, Böyle Atatürk’e benzeyen bir yapısı ve kalın bir sesi vardı. 4. Sınıftaydım, gelir beni sınıftan alır, kendi odasına götürür, İzmir’in ve o yörenin kahramanlık türkülerini bana öğretirdi. O bende çok yer etti ki, benim şimdi okuyuşumda belki de fark edebilirsiniz, o vurgular çok önemlidir. Ege’nin vurgusunu okuyuş tarzımda sezebilirsiniz. Bir müzisyen ailenin çocuğu değilim ama şansım itibariyle bu hususta çok iyi pozisyonlar buldum. Mesela o zamanlar bütün kahvehanelerde köşe bucak bir sürü taş plaklar dinlenirdi. Örneğin Celal Güzelses’in Diyarbakır’da, Urfa’dan Cemil Cankat’ın, Malatya’dan Fahri Kayahan’ın plaklarını dinlerlerdi. Onlarda ilgimi çekiyordu ama bu taraf daha fazla ilgi alanıma giriyordu.  Sonra ortaokulda sinemada çalışmaya başladım. Bir filmi 20-30 defa seyrediyordum. O zamanlar Arap filmleri vardı. O filmlerde Sadettin KAYNAK’ın eserlerini, Müzeyyen SENAR ve Safiye AYLA okurlardı. Onları ezberledim. O zamanlar daha 14 yaşlarındaydım. Türk Sanat Müziğine karşı ilgim öyle gelişmeye başladı. Diyarbakırlı olarak Türk Sanat Müziğine ilk adımı atanlardan biriyim. Hatta ilk benim. Benden sonra yeni arkadaşlar olmuştur.

 

**Karayollarında çalışırken bir yandan da özel dersler alıyorsunuz? İlk hocalarınızdan ve bu çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

-İşe başladım. Ankara çok büyük, etrafı tanımaya çalışıyorum. İmkânlar ve şartlar çok iyi ve bazı kişilerin bana yakın ilgi göstermesi özelliklerimi ön plana çıkardı. 1956 yılının sonlarına doğru özel dersler almaya başladım Ondan sonra müracaatlarım oldu. Radyoya girmeye çalışıyorum. Tanıdıklarım var birisi de Ankara Radyosundan Udi Halil Aksoy’dur. Kendisi, Behiye Aksoy’un eşi olur. Ayrıca yengemin akrabası olur. O vesileyle Halil Aksoy’ la görüştüm. Beni Sadi Hoşses’ e gönderdi. Sadi Hoşses çok meşgul o zamanlar. Sıhhiye’de Serçe Sokak’ta dükkânı vardı, çelik eşyalar falan satıyordu. O da Fahri Kopuz’la görüşmüş; beni ona gönderdi. Fahri Kopuz’a gittim beni çok beğendi. Aşağı yukarı 1,5 sene kadar Fahri Kopuz’la beraber çalıştım. Tüm klasikleri ve neoklasikleri Fahri Hocadan geçtim. Ara sıra radyo faslını idare ediyordu. Tabi o fasılda bende sami olarak gidip oturup dinliyordum. Fahri Kopuz beni radyoda Kemençe Hocası Vedia Tunççekiç’le tanıştırdı, Vedia Hanım; bu çocuğun çok güzel sesi var, epeycedir bende, ben yapacağımı yaptım artık öteki taraf sana kalıyor, sana gönderiyorum dedi. Vedia Hanımda olur hocam dedi. Sonra Bahçelievler’de ki evine gittim. Orada 20-30 talebesi vardı. Bana bir şarkı okur musun dedi. Fahri Kopuz’da geçtiğim Basmacı Abdi Efendi’nin “Senin Aşkınla Çâk Oldum” rast şarkısını okudum. Tabi herkes parmak ısırarak baktı. Değişik bas bir ses, şarkıyı çok düzgün okudum. Hoca çok beğendi ve devam ettim. Vedia Hanım aynı zamanda konserler veriyordu sonra o konserlerde solistlik yapmaya başladım.

 

**Yıl 1957 Ankara’da ses müsabakası yapılıyor ve Türkiye’nin ses kralı seçiliyorsunuz, hatta ertesi günkü bir başka yarışmaya da giriyorsunuz orada da birinciliği alıyorsunuz. İki ayrı müsabaka ve ikisinde de Birinciliği siz kazanıyorsunuz. Türkiye’nin Ses Kralısınız. Bu yarışmadan bahseder misiniz? Hayatınız nasıl değişti?

-Karayollarında çalışırken bir yandan da özel derslerim serbest çalışmalarım devam ediyordu. Radyoya gireceğim aklımın ucundan geçmiyordu. 1957 yılında artık çok popüler olmuştum. Ankara’da o zaman radyodan başka hiçbir şey yok, varsa yoksa radyoydu. Konser olduğu zaman, bütün herkes konsere koşuyor. Gençlik Parkında büyük Sinema diye bir yer vardı, iki defa konser yaptık. Hocayla beraber olduğum dönemde, Sadullah Ağa ve Mihriban diye 3. Selim’den parçalar okuduk. İşte böyle bir popülarite içerisinde bu müsabaka (yarışma) olayı gündeme geldi Biri yukarıda İnci Gazinosu, At pazarı Hacettepe sırtlarında, diğeri ise Çamlık Senar Gazinosu, Gençlik Parkındaydı. Önce 2 Ağustosta Esen Park’ta ki yarışmaya girdim 1. gelerek Kral oldum. Ertesi gün İnci Gazinosunda yarışma vardı. 16 kişi finale kalmıştı. Hatta hocam ”Öteki tarafa girme, kaybedebilirsin belki, iyi olmaz” dediyse de dinlemedim. Ertesi gün oraya da katıldım ve orada da 1. gelerek Kral oldum. Sonra çalışmak için iki yerden teklif aldım. Çamlık Senar Gazinosunu tercih ettim o kadroya girdim. Her akşam beni 1957’nin Ses Kralı Yaşar Özel diye bağırarak takdim ediyorlardı. Yani o yıllarda böyle parmakla gösterilir oldum.

photo-16.03.2017-17-25-06.jpg

**Ankara Radyosuna başvurunuz nasıl oldu O dönemde Ankara Radyosuna girmek bir hayli zor, ancak siz sınavı başarıyla kazanıyorsunuz. Sınava giriş ve Karayollarından Ayrılış süreciniz nasıl oldu? Biraz bahseder misiniz?

-Askerlik dönüşü tekrar Karayollarında Etüt Proje Fen Heyeti Müdürlüğü’nde Ressam olarak işime başladım. 2 ay daha çalıştıktan sonra Radyoda genel bir ilan çıkmıştı. Hemen arkadaşlar beni itmeye başladılar, “hemen girmelisin” dediler. O dönemde Ankara Radyosuna girmek çok zordu. Başvurumu yaptım 420 kişi sınava girdik. 420 kişi içerisinde erkek sanatçı olarak bir tek ben kazandım. 8 de hanım sanatçı aldılar. Bizden evvel Nevin Güler ve Yıldırım Gürses girmişler. 16 Eylül 1959 tarihinde Ankara Radyosunu kazandığım için Karayollarından ayrıldım.

 

Ankara Radyosunda çalışırken hanende ve sazende olarak kimlerle çalıştınız?

Kimler yoktu ki orada Ankara Radyosundan çok değerli isimler vardı. Hocalarımız, toplu programlarda Muzaffer İlkar, Klasik programlarda Ruşen Ferit Kam, Edebiyat derslerinde Halil Bedii Yönetken, Türk Müziği Tarihçesinde İsmail Baha Sürelsan, Üslup derslerinde Suphi Ziya Özbekkan, Opera ve Şan derslerine Saadet İkesus geliyordu. Yani bayağı bir üniversite gibiydik. O tarihlerde bizim dönem hakikaten çok iyi yetişti. Mesela batı tekniğini, nefes tekniğini hocam Saadet İkesus’dan aldım. Ses nasıl kullanılır ve şarkı söylemenin bağırmak demek olmadığını öğrendik. Bizim devre 11 kişiydik. Çok iyi bir akademik seyirden geçtik.  O yıllarda Ankara Radyosuna girmek çok zordu, sınavlarda bazı olmazsa olmaz özellikler aranırdı bunlar; bir kere iyi bir ses, birikim olacak, diksiyon olacak, fonetik olacak, ahlak olacak ve olmazsa olmazı genel kültür mutlaka olacaktı.

 

**Yıl 1967’de TRT ilk kapalı devre yayınını sizinle yapıyor, Sizinle birlikte Emel Sayın da var. O günü biraz anlatır mısınız?

-Radyoya girdikten sonra Güney Park diye bir yer vardı. Hem çalışıyorum hem de radyoya devam ediyorum. Radyo sanatçıları bir aradalar. Orada her hafta bir grup çalışıyoruz. Orada ben bayağı belirginleştim artık sıçrama noktasına geldim. O ara TRT’de en gözde ve zirvede olanlardan biriydim. Yıl 1967’de TRT’de parlamenterlere ilk defa televizyonda kapalı yayın benimle yapıldı. 1969’da da açık yayına geçildi. Yani o dönemde iki defa kapalı yayın yapıldı. Birincisi benimle yapıldı ikincisine ise Emel Sayın’la beraber gittik. Türkiye’de televizyonun başlangıç tarihi benimle oldu diyebiliriz.

 

**O dönemlerin assolistleri kimlerdi?

-O yıllarda tüm assolistler bayanlardan olurdu. Yıldız sanatçı olarak tek erkek bendim. Müzeyyen Senar, Behiye Aksoy, Perihan Altındağ Sözeri ve Zeki Müren diyebilirim.

 

**1970’de Ankara Radyosundan ayrılıp, İstanbul Radyosuna geçiyorsunuz. 10 yıla yakın İstanbul Radyosunda görev yapıyorsunuz ve ayrılıyorsunuz? O süreci anlatır mısınız?

-Ankara radyosunda iken hakikaten çok iyi yetiştik. Bu arada solfej hocamız Nevzat Sümer’le çalışıyorduk. O bir gazinoyla anlaşma yapmış ve radyodan bizim gruptan erkek ses olarak ben, ikide hanım sanatçı vardı. O yıllarda Ankara Radyosunda isim yapmış Sevim DERAN, Nesrin Demirdöven ve Ziya Taşkent gibi bizlerden daha eski arkadaşlar, bir de saz ekibi tespit edildi ve çalışmaya başladık. Her hafta bir ekip çalışıyorduk. Sık sık İzmir’e ve İstanbul’a gidiyordum. İzin konusunda da zorlanmaya başlayınca İstanbul Radyosuna naklimi istedim. 1970 yılında İstanbul Radyosuna geçtim. 10 yıla yakında İstanbul radyosunda çalıştım. Şöyle ki, o yıllarda benimle beraber, Nesrin SİPAHİ, Orhan ŞENER ve daha birçok arkadaşım bizler dışarıda çalışıyoruz. Solistlik yapıyoruz. Radyo kadrolu sanatçıların dışarıda çalışmasını istemiyordu. 1978’e kadar böyle idare ettik. 1978’de radyodan bir yazı geldi tercih yapmamızı istediler bizde tercihimizi ayrılmaktan yana yaptık. İstifa etmek durumunda kaldık. Dışarıda çalışmayı tercih ettik.

 

**Türk Müziğinin bugün ki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk Sanat Müziği Koroları hakkında neler düşünüyorsunuz?

-Çok önemli bir soru sordunuz. Türk Sanat Müziğinde özellikle İstanbul’da hem bu tarafta hem de karşı tarafta yüzlerce koro yönetiliyor. Ve bu arada tabi ki işin esası çok kere kaybolmakta yani işin esasını bilmeyenler yanlış bir öğrenim ve öğreti içerisinde oluşu beni kaygılandırıyor. Türk Sanat Müziği, Türk insanının yaşam biçimini, sevincini, kederini her şeyini ifade eden bir olgudur. Türk Müziğinde titizlik şarttır, yani işin esasını bilen kimselerin bu işin özünü bozmadan yapabilmelerini tavsiye ediyorum.

**İlk albüm çalışmalarınız ne zaman oldu, ilk albümünüzün ismini soracağım ve bugüne kadar kaç albüm yaptınız?

-İlk albüm çalışmam, ilk plağım 1967’de Pata Plak tarafından oldu. Ondan sonra albümler gelmeye başladı. Plağa okuduğum ilk şarkım, “Bu zevk-u safa sahn-ı çemenzarede kalmaz” ondan sonra “kalbimin sahibi sensin orda yalnız sen varsın”, “Bu son şarkımda sen varsın, ilk şarkımda yine sen vardın” bu şarkıları yine Pata Plak’a okudum. Ondan sonra Odeo’ ya geçtim. Hemen hemen tüm şarkıları Odeon’ da okudum. Bugüne kadar kaç albüm yaptığıma gelince tam sayısını bilemiyorum ama 200 ün üzerinde longlar, 45’likler, kasetler vs. yaptım.

 

**Sizin döneminizle bugünü karşılaştıracak olursak, sanat ve sanatçı yapısında neler değişti?

-Sanatçı kitlesi bugün çok kalitesizleşti. Sanatçı öyle kolay kolay yetişmiyor. Sanatçı bir defa yüreği olan bir insan olması gerekir. Özellikle Türk Sanat Müziği okuyorsa hissetmesi gerek, hissetmeden şarkı okunmaz. Bugün herkes şarkı okuyor ama herkes sanatçı değildir. Sanatı içine sindirip, yüreğiyle, kafasıyla, sanatsal yapı içerisinde icrasını yapıp, karşı tarafa iletebiliyorsa o zaman ona sanatçı denir. Şimdiki nesil içerisinde Bir sürü arkadaşları dinliyoruz, hakikaten vasıflı güzel seslerde var ama sesini kullanan yok. Devamlı olarak bağıran bir sürü insanlar var. Oysa bağırarak şarkı okunmaz ki… Diğer tarafta bir ritim insanları dövüyor adeta, başka bir şey değil. Tabi bunun yanı başında bir yığın böyle yoz türler bu kültürümüzün esasını zedeliyor. İnsanlar basit olan şeylere daha fazla ilgi gösteriyorlar. Maalesef daha kolay geliyor.

 

**Yıllarını sanata adamış birisi olarak bugüne dek hak ettiğiniz ilgiyi gördüğünüzü düşünüyor musunuz?

-Bu hususta her şeyimi dinleyicime borçluyum. Dinleyici bilinçli olacak. Şimdi bir yığın yoz müzik yapan ve onları tercih eden kitlelerde var. Onlar beni tercih etmezler, beni hazmedemezler. Ama öteki tarafta hakikaten yüreği olan dinleti kültürüne haiz olan anlayışlı, zevki selim olan insanlar, bana yetiyorlar. Basının medyanın, kitle iletişim araçlarının sınırlı olduğu bir dönemde hep zirvede oldum. İnsanlar beni karşılıksız ve yürekten sevdiler. Çünkü onlardan biriydim ve onların duygularına hitap ediyordum. Ben bugün buralara geldimse bunu Türk Sanat Müziğini seven yüreği duygu yüklü insanlara borçluyum. İnsanlar bizi sanatımızla, kişiliğimizle, duruşumuzla sevdiler. Bugün bu ilgi hala sürüyorsa onlardan biri olduğum ve çizgimizi koruduğumuz içindir.

 

**TRT repertuarlarında kayıtlı binlerce eserler varken neden hep aynı şarkılar çalınıp söyleniyor. Ya da neden hep aynı bestekârların eserleri okunuyor.

-Eski eserleri bir ölçüde kullanmak gerekir. Onlar artık klasik üzerine örtü çekmek gerekir. Ama devamlı gündemde olmasını çok doğru bulmuyorum. Şimdi Topkapı Sarayında kullanılmış bir sürü materyaller var. Padişahların, Sultanların kullandıkları eşyalar var, koca koca yüzükler, kılıçlar, kalkanlar vs. her şey zamanında güzeldir. Oysa günümüz çağının bestecileri besteleri daha ön planda olmalıdır.

 

**Sanat hayatınız boyunca sayısız anılarınız ve hatıralarınız olmuştur. Bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?

-Geçmişte Zeynettin Maraş’ın rast makamında bir bestesini okudum. Sana dönmek ne güzel kuşlar gibi uçarak. Şimdi bu şarkının anısını paylaşayım; yıl 1974 bizim Kıbrıs barış harekâtında bütün pilotlarımız Kıbrıs semalarına doğru uçarken, malum gidip dönmeme durumu da var. Savaş işte ama yüz akıyla muvaffakiyetle başardığımız bir olay ve o pilotlar bir grup halinde aileleriyle birlikte beni dinlemeye gelmişlerdi. O zamanlar karşı tarafta Bostancı’da Saksonya diye bir yer vardı. Orada okuyordum. Kendilerini tanıttılar, sizin bu şarkınız “sana dönmek ne güzel” şarkısını biz simge olarak benimsemişiz. Bütün ailelerimizle bu şarkıyı biliyor sizden okumanızı rica ediyoruz okur musunuz dediler. Bende duygu yüklü olarak bu şarkıyı okudum. Ve oradakilerle beraber ağladık. Böyle bir anım vardır, o anı hiç unutamam. O şarkıyı her okuyuşumda o an aklıma gelir.  Bir başka şarkının anısını paylaşayım: “bir gece ansızın gelebilirim” o şarkıda yine Kıbrıs barış harekâtıyla ilgilidir. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın sözlerini yazdığı bu şarkı birazda sesimin de etkisiyle bir marş havasında okunduğu için Kıbrıs’a ithafen, Rumlar devamlı olarak bizim tarafa hainlik olsun diye “bekledim de gelmedin” şarkısını çalıyorlarmış. İşte ona karşı “bu kadar yürekten çağırma beni, bir gece ansızın gelebilirim” o parçanın da böyle bir değerlendirmesi vardır. Benim o plağım çıktıktan sonra Rumlar artık “bekledim de gelmedin” şarkısını çalmamaya başlamışlar. O olaydan sonra şarkı popüler oldu.

 

**Sizin bir özelliğinizde yeni besteleri okuyarak bir anlamada yeni bestecileri de destekliyor olmanız. Yeni besteler, besteciler hakkında neler düşünüyorsunuz.

Yeni bestecileri destekliyorum ama beste olursa. Bir şey ifade etmeyen bir eseri okumam.

 

**Bir söyleşinizde sanat camiasının birde bencil yüzünün olduğundan bahsediyorsunuz bunu biraz açıklar mısınız?

-Özellikle bizim camiada, iç içe olduğumuz için, hani bir ressam düşünün, kırk yılda bir araya gelirler. Ama bizde bir popülarite olayı hakim olduğu için ön plana çıkma hevesi içinde olan bir sürü sanatçı arkadaşlar var. Çoğu da hislerine gem vuramıyor. Onun için biraz insanlarda kıskançlık, çekememezlik oluyor. Herkes benim demek istiyor. Böyle hisler çoktur bu camiada. Ben duygusu hep öne çıkar. Ve bunun yanı başında birde riya vardır. Onu düşünürken öteki tarafta riya vardır. Yani gidiyor, abim, büyüğüm, canım sevgilim gibi güzel sözler, arkanı döndüğün zaman ertesi gün aleyhinde olabiliyor. Bu camia içerisinde böyle samimiyetsizlikleri çok gördüm. Bir iki arkadaşım hariç yani 60 yıllık sanat hayatımın içerisinde sadece arkadaşlık gördüm, ama dostluk olmuyor. Dostluk iyi hislerle, en güzel insani duygularla olan münasebete bağıdır. Bundan daha güzel bir şey olamaz ki… Ama o bizim camiada maalesef yoktur. Olmuyor işte herkes benim diyor…

 

**Efendim sanatta emeklilik olmadığına göre, programlarınızdan bahseder misiniz ve bir gününüz nasıl geçiyor?

-Eskiden çok doluydum; radyo vardı, gazino vardı, özel kurslarım, görüşmelerim, organize bürolarım ve bir sürü faaliyetler. Onlarla öyle haşir neşir oluyorduk ki, hiç vakit kalmıyordu. Şimdi vakit var ama bizde takat kalmadı. 10 yıllık bir korom var onunla meşgul oluyorum. Büyükşehir Belediyesinin uhdesinde arada bir konserler, programlar oluyor artık koşmuyorum ama yürüyorum.

 

**Musikiye ilgi duyan, gençlere neler tavsiye edersiniz, önerileriniz nelerdir?

-Müziğin esasını yapmalarını tavsiye ederim. Yani popülariteden uzak durmalarını, Türk Sanat Müziğini yapıyorlarsa, bu müziğin ustalarını bestelerini öğrenmelerini tavsiye ediyorum. Şimdilerde öteki tarafta, arabesk var, özgün müzik, pop müziği, fantezi müzik var, bilmem şu var, bu var. Onların tesiri altında kalmayarak, bizim özümüz olan Türk Sanat Müziğini hedef olarak alıp, onun çok iyi bestecilerinin eserlerini ve çok iyi seslerden, iyi icracılardan takip etmelerini tavsiye ediyorum.

 

YAŞAR ÖZEL KİMDİR?

Yaşar Özel Kimdir?

Yaşar Özel, "Ses Kralı" ünvanıyla da bilinen bas bariton sesli Türk Sanat Müziği solistidir. 1939 yılında Diyarbakır'da dünyaya gelen Yaşar Özel, öğrenim yaşamına burada başladı. Bu dönemde müziğe olan ilgisini fark etti; fakat olanaklaın kısıtlı olması nedeniyle, eğitimini sürdürmek için Ankara'ya gitti. İlk özel müzik derslerini Ankara'da Fahri Topuz ve Vedia Tunççekiç'ten aldı.

1957'nin Ağustos ayında düzenlenen iki ayrı yarışmada üst üste finale kaldı ve "Ses Kralı" unvanıyla anılmaya başlandı. 1959 yılında stajyerlik sınavını başarıyla geçerek, Ankara Radyosu'na girdi. Okul niteliği olan ve pek çok ses sanatçısını yetiştiren Ankara Radyosu'nda 3 yıl görev yatı. Bu dönemde içlerinde Saadet İkesus'un da yer aldığı ünlü hocalardan ders aldı. İlk özel gazino programlarına Ankara'da başlayan Özel, 1970 yılında İstanbul Radyosu'na geçti. İstanbul'a gelişiyle birlikte albüm çalışmalarına başladı. 1980 yılında İstanbul Radyosu'ndan emekli oldu; ama müzikal çalışmalarına radyo ve televizyondaki solo konserleriyle devam etti.

Yaşar Özel, müziğin yanı sıra güzel sanatlar ve tiyatro eğitimi de aldı. Sanatın yanında sporla da ilgilendi ve atletizmde Türkiye birincilikleri kazandı. 200'ü aşkın albümü bulunan Yaşar Özel'in 1970'li yıllarda Fransız bir müzik yapımcısıyla birlikte İstanbul'da kaydettiği uzunçalar Fransa'da yayımlandı. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, Avustralya, İran, Pakistan, Afganistan, Irak gibi pek çok ülkede düzenlenen konser ve turnelere katıldı.

2010 yılından itibaren Kadıköy Belediyesi'ne bağlı Caddebostan Gönüllü Merkezi'nde Yaşar Özel Türk Sanat Müziği Sanat Topluluğu'nun şefliğini yürüttü. Özel, evli ve biri kız, diğeri erkek olmak üzere iki çocuk babasıydı.

 

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.