Kalabalıklar Nasıl Güdülür
Nereye gidiyoruz yazı serisi
Irkçı emperyalizmin dünyayı yönetmeye heveslendiği, bütün insanlığı kölelerim ve düşmanlarım diye ikiye ayırdığı artık bugün bütün açıklığı ile biliniyor demiyorum, bütün açıklığı ile görülüyor. Öncelikle Hıristiyanlar, bu adamların köleleri durumundadırlar. Müslüman ülkelerin yöneticilerini köle olarak kullanan bu adamlar, bu ülkelerin halklarını ise düşmanları olarak kabul etmektedirler.
Dünya ekonomik sistemini iki parçaya ayırmışlar, birine Kapitalizm, diğerine komünizm demişlerdir. Çünkü bu iki sistemi de kuranlar, bu adamların fikir babalarıdır. Birinde Adam Scmiht diğerinde Karl Marks bu işin lokomotifliğini yapmışlardır.
Önce Hıristiyanlığın Protestanlık mezhebini kurmuşlar, Katoliklik de ve Ortodokslukta yasak olan faizi bu mezhepte meşrulaştırmışlardır. Bununla da kalmamışlar, Evangelizmi kurarak Hıristiyanları “İsrail için her şeyimiz feda olsun” diyen Hıristiyanlar yetiştirmişlerdir.
Pek tabiidir ki bunu sağlayabilmek için din okulları açmışlar buradan papazlar yetiştirmişler, koydukları prensipleri vaazlar ve sohbetler yoluyla halka aktarmışlardır. Kiliseler kurmuşlar, bir elinde ABD bayrağı diğer elinde İsrail bayrağı verdikleri Hıristiyanlarla ayinler yaparak, onları kendi davalarında bilemişlerdir.
Dünyanın hemen her ülkesinde medya, büyük oranda bu adamların mülkiyeti veya kontrolü altındadır. Diyelim ki bir ülkede ki işbirlikçi yöneticileri bütün dünyaya tanıtacak ona puanlar toplayacaklarsa bu onlar için çok kolaydır. Bu yöneticilere “Üstün cesaret madalyası” gibi madalyalar vererek, “Kendi dinine hizmet madalyası” verdirerek, üniversitelerinde “fahri Profesör unvanı” takdim ederek ve bu çalışmaları medyalarında haberler olarak sunarak büyük halk kilelerine tesir etmektedirler.
Pek tabiidir ki dünya çapında örgütlenmiş haber ajansları, dünyanın bütün televizyon ve gazetelerine haberler, fotoğraflar, kamera ile çekilmiş filimler göndererek onların bir ortak payda üzerinde çalışmalarını sağlarlar.
Bütün dünya da bizim köylü Ahmet ağa köy, Bakkal Mehmet Ağa dediğimiz insanlar gibileri bulunur. Bunlar televizyondan haberleri seyrederler ve sonunda şu kanaate varırlar. “Vay… Anasını… Ya hu… Meğer bu adamlar ne kadar mahir adamlarmış…”
Irkçı emperyalizm, kendi işbirlikçilerini iktidara getirebilmek için, bu yanlı haberleri sürekli vererek halkın bu kanaatini canlı tutarlar ve onu böylece güderler.
SEÇİMLER NASIL YAPILIR
Dünya yüzünde ülkelerin çoğu demokrasi ile idare edilirken, az da olsa krallıkla idare edilenler de vardır. Krallıklarda seçim olmadığından yönetimin başında ki adamı, ailesini, çocuklarını el üstünde tutarlar veya onlara öyle gözükürler. Ancak krala zaman zaman adamlar göndererek onu yönlendirirler, ülkede elde etmek istedikleri şeyleri almaya çalışırlar. Eğer kral milli menfaatleri gözetiyor, bu adamlara fazla yüz vermiyorsa, ne eder ederler onu iktidardan düşürür, yerine kendi kuklalarını geçirirler. Irak buna güzel bir örnektir.
Seçimlerle iktidara gelinen ve partileri bulunan demokratik ülkelerde, genellikle ikili oynarlar. Çünkü bilirler ki milletin çıkarlarıyla bu adamların çıkarları her zaman çatışacaktır. Millet kendi isteklerini kendine vermeyen bir iktidarı seçimden uzaklaştırmak istemesi doğaldır. Bu olaya “iktidarda yıpranmak” ismi verilmiştir.
Hâlbuki iktidarda bulunanlar ellerinde ki devlet imkânlarını kullanarak ülkede ki diğer partilerden her zaman üstün durumdadırlar. Ama yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi “işbirlikçi iktidarlar” halka hizmet yerine kendilerini iktidara taşıyan adamlara hizmet etmeye öncelik vermiş olmaları, bu tabii sonucu doğurur. Pek tabiidir ki halka yönelik bir takım göstermelik hizmetler de yapılır ve bunlar büyük reklâmlarla tanıtılır. Kimse de yaptık dedikleri şeylerin, ne karşılığında, hangi tavizler verilerek ve nasıl yapıldığını bilemez.
İktidarda olan partinin bir müddet sonra yıpranacağı varsayımı ile eden bu adamlar, iktidara namzet onun bir yedeğini de her zaman hazır bulundururlar. Halkın iktidarda ki partiye olan güveni azalınca bu sefer yedekte ki partiyi devreye sokarlar ve başlarlar medya gücüyle onu pompalamaya ve şişirmeye… Düne kadar tu kaka denilen siyasiler, bu kere “kurtarıcı aslanlar” olarak takdim edilmeye başlanır.
Bazı hallerde iktidara getirdikleri siyasilerin Irkçı emperyalizmin adamları ile teması o kadar şahanedir ki… Adamlar, kapalı kapılar ardında; “Bu adamların bizimle bu kadar yakın ilişki içinde çalışabileceklerini zannetmiyorduk. Aferin bu adamlara…” derler ve o partiyi birden fazla dönem, iktidarda tutmak isterler. İşte o zaman seçimlerde kullandıkları metotları değişir ve “bili bili, kış kış…” metodunu kullanmaya başlarlar.
BU METOT NASIL ÇALIŞIR
Muhalefette ki partiye milletin hassas olduğu konularda (mesela bu din olsun) ters söylemler verdirirler. Adamların yapısı da buna müsait olduğu için bu söylemler bunların canına minnettir. Büyük kalabalıklarla mitingler yapar (mesela milyonluk mitingler) ve burada atar tutarlar.
Millet bunları medyadan seyreder ve başlar korkmaya. “Bu adamlar başımıza gelirlerse yandı bizim keten helvası” türünden düşünmeye başlarlar. İktidarda tutmak istenen partiye gelince, onun icraatlarında olmasa bile söylemlerinde milletin hoşuna giden kelime ve ifadeler bulunur. Böylece millet bu partiyi ve söylemini kendine yakın hisseder.
Büyük halk kitleleri bir taraftan hassas olduğu konularda muhalefet partisinden çekinmekte ve korkmakta, diğer taraftan ise iktidara namzet partinin söylemlerinden hoşlanmaktadır.
Ayrıca bu partilerin yöneticileri ha bire birbirlerini itham eder dururlar. Bir o ona atar, bir öbürü buna… Kelimenin tam anlamıyla “Horoz dövüşü” yaparlar. Zannedilir ki bu iki partiden başka hiçbir parti yoktur. Hâlbuki partiler içinde Irkçı emperyalizmin karşısında olan ve belki ülke sorunlarını çözebilecek siyasi partiler de vardır ama medya onların çalışmalarını ve söylemlerini halka duyurmadığı için halk onları yok sanır.
Bu kullanılan siyasi çalışmalar, halkın bir yerden kaçmasına ve bir yere koşmasına sebep olur ki buna siyasi literatürde; “bili bili, kış kış” metodu denmektedir.
Irkçı emperyalizmin dünyayı yönetmeye heveslendiği, bütün insanlığı kölelerim ve düşmanlarım diye ikiye ayırdığı artık bugün bütün açıklığı ile biliniyor demiyorum, bütün açıklığı ile görülüyor. Öncelikle Hıristiyanlar, bu adamların köleleri durumundadırlar. Müslüman ülkelerin yöneticilerini köle olarak kullanan bu adamlar, bu ülkelerin halklarını ise düşmanları olarak kabul etmektedirler.
Dünya ekonomik sistemini iki parçaya ayırmışlar, birine Kapitalizm, diğerine komünizm demişlerdir. Çünkü bu iki sistemi de kuranlar, bu adamların fikir babalarıdır. Birinde Adam Scmiht diğerinde Karl Marks bu işin lokomotifliğini yapmışlardır.
Önce Hıristiyanlığın Protestanlık mezhebini kurmuşlar, Katoliklik de ve Ortodokslukta yasak olan faizi bu mezhepte meşrulaştırmışlardır. Bununla da kalmamışlar, Evangelizmi kurarak Hıristiyanları “İsrail için her şeyimiz feda olsun” diyen Hıristiyanlar yetiştirmişlerdir.
Pek tabiidir ki bunu sağlayabilmek için din okulları açmışlar buradan papazlar yetiştirmişler, koydukları prensipleri vaazlar ve sohbetler yoluyla halka aktarmışlardır. Kiliseler kurmuşlar, bir elinde ABD bayrağı diğer elinde İsrail bayrağı verdikleri Hıristiyanlarla ayinler yaparak, onları kendi davalarında bilemişlerdir.
Dünyanın hemen her ülkesinde medya, büyük oranda bu adamların mülkiyeti veya kontrolü altındadır. Diyelim ki bir ülkede ki işbirlikçi yöneticileri bütün dünyaya tanıtacak ona puanlar toplayacaklarsa bu onlar için çok kolaydır. Bu yöneticilere “Üstün cesaret madalyası” gibi madalyalar vererek, “Kendi dinine hizmet madalyası” verdirerek, üniversitelerinde “fahri Profesör unvanı” takdim ederek ve bu çalışmaları medyalarında haberler olarak sunarak büyük halk kilelerine tesir etmektedirler.
Pek tabiidir ki dünya çapında örgütlenmiş haber ajansları, dünyanın bütün televizyon ve gazetelerine haberler, fotoğraflar, kamera ile çekilmiş filimler göndererek onların bir ortak payda üzerinde çalışmalarını sağlarlar.
Bütün dünya da bizim köylü Ahmet ağa köy, Bakkal Mehmet Ağa dediğimiz insanlar gibileri bulunur. Bunlar televizyondan haberleri seyrederler ve sonunda şu kanaate varırlar. “Vay… Anasını… Ya hu… Meğer bu adamlar ne kadar mahir adamlarmış…”
Irkçı emperyalizm, kendi işbirlikçilerini iktidara getirebilmek için, bu yanlı haberleri sürekli vererek halkın bu kanaatini canlı tutarlar ve onu böylece güderler.
SEÇİMLER NASIL YAPILIR
Dünya yüzünde ülkelerin çoğu demokrasi ile idare edilirken, az da olsa krallıkla idare edilenler de vardır. Krallıklarda seçim olmadığından yönetimin başında ki adamı, ailesini, çocuklarını el üstünde tutarlar veya onlara öyle gözükürler. Ancak krala zaman zaman adamlar göndererek onu yönlendirirler, ülkede elde etmek istedikleri şeyleri almaya çalışırlar. Eğer kral milli menfaatleri gözetiyor, bu adamlara fazla yüz vermiyorsa, ne eder ederler onu iktidardan düşürür, yerine kendi kuklalarını geçirirler. Irak buna güzel bir örnektir.
Seçimlerle iktidara gelinen ve partileri bulunan demokratik ülkelerde, genellikle ikili oynarlar. Çünkü bilirler ki milletin çıkarlarıyla bu adamların çıkarları her zaman çatışacaktır. Millet kendi isteklerini kendine vermeyen bir iktidarı seçimden uzaklaştırmak istemesi doğaldır. Bu olaya “iktidarda yıpranmak” ismi verilmiştir.
Hâlbuki iktidarda bulunanlar ellerinde ki devlet imkânlarını kullanarak ülkede ki diğer partilerden her zaman üstün durumdadırlar. Ama yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi “işbirlikçi iktidarlar” halka hizmet yerine kendilerini iktidara taşıyan adamlara hizmet etmeye öncelik vermiş olmaları, bu tabii sonucu doğurur. Pek tabiidir ki halka yönelik bir takım göstermelik hizmetler de yapılır ve bunlar büyük reklâmlarla tanıtılır. Kimse de yaptık dedikleri şeylerin, ne karşılığında, hangi tavizler verilerek ve nasıl yapıldığını bilemez.
İktidarda olan partinin bir müddet sonra yıpranacağı varsayımı ile eden bu adamlar, iktidara namzet onun bir yedeğini de her zaman hazır bulundururlar. Halkın iktidarda ki partiye olan güveni azalınca bu sefer yedekte ki partiyi devreye sokarlar ve başlarlar medya gücüyle onu pompalamaya ve şişirmeye… Düne kadar tu kaka denilen siyasiler, bu kere “kurtarıcı aslanlar” olarak takdim edilmeye başlanır.
Bazı hallerde iktidara getirdikleri siyasilerin Irkçı emperyalizmin adamları ile teması o kadar şahanedir ki… Adamlar, kapalı kapılar ardında; “Bu adamların bizimle bu kadar yakın ilişki içinde çalışabileceklerini zannetmiyorduk. Aferin bu adamlara…” derler ve o partiyi birden fazla dönem, iktidarda tutmak isterler. İşte o zaman seçimlerde kullandıkları metotları değişir ve “bili bili, kış kış…” metodunu kullanmaya başlarlar.
BU METOT NASIL ÇALIŞIR
Muhalefette ki partiye milletin hassas olduğu konularda (mesela bu din olsun) ters söylemler verdirirler. Adamların yapısı da buna müsait olduğu için bu söylemler bunların canına minnettir. Büyük kalabalıklarla mitingler yapar (mesela milyonluk mitingler) ve burada atar tutarlar.
Millet bunları medyadan seyreder ve başlar korkmaya. “Bu adamlar başımıza gelirlerse yandı bizim keten helvası” türünden düşünmeye başlarlar. İktidarda tutmak istenen partiye gelince, onun icraatlarında olmasa bile söylemlerinde milletin hoşuna giden kelime ve ifadeler bulunur. Böylece millet bu partiyi ve söylemini kendine yakın hisseder.
Büyük halk kitleleri bir taraftan hassas olduğu konularda muhalefet partisinden çekinmekte ve korkmakta, diğer taraftan ise iktidara namzet partinin söylemlerinden hoşlanmaktadır.
Ayrıca bu partilerin yöneticileri ha bire birbirlerini itham eder dururlar. Bir o ona atar, bir öbürü buna… Kelimenin tam anlamıyla “Horoz dövüşü” yaparlar. Zannedilir ki bu iki partiden başka hiçbir parti yoktur. Hâlbuki partiler içinde Irkçı emperyalizmin karşısında olan ve belki ülke sorunlarını çözebilecek siyasi partiler de vardır ama medya onların çalışmalarını ve söylemlerini halka duyurmadığı için halk onları yok sanır.
Bu kullanılan siyasi çalışmalar, halkın bir yerden kaçmasına ve bir yere koşmasına sebep olur ki buna siyasi literatürde; “bili bili, kış kış” metodu denmektedir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.