Irkçılığı körükleyenler
Avrupa’nın üzerimize gönderdiği “Haçlı orduları” tarih boyunca 19 kere tekrarlananmış, bu ordularla birlikte Avrupa bütün askeri ve teknik üstünlüklerini de üzerimizde denemiştir. Saldırılara direnen ve karşı koyan ülkelerin başında Selçuklular ve Osmanlı’lar gelmektedir. Son haçlı orduları saldırısı, yine bizim İstiklal ve Çanakkale harpleriyle yok ederek “denize döktüğümüz” saldırıdır.
Düşmanın komuta merkezinde bulunanlar; “Bütün gücümüzle saldırdığımız halde bu insanları yenemiyor ve onları topraklarından sürüp atamıyoruz?” demişler ve “Biz onları niçin yenemiyoruz?” sorusuna, uzun araştırmalardan sonra şu cevabı bulmuşlardır. “Karşımızdaki orduda; komutana itaati, ölüme gitme pahasına sürdüren ve ‘Ölürsem şehit, kalırsam gazi olurum’ inancına sahip askerler var. Bunlar sellerin önünde duran dağlar gibi bütün seferlerimizi kırmaktadırlar. O halde, “onların inancını çürütmeli ve onları ırkî parçalara ayırarak birbirlerine düşürmeliyiz” demişler ve “ancak o zaman bunları yenmemiz mümkündür” kararını almışlardır.
Son haçlı saldırılarındaki Türk Ordusunun yapısını incelemişler ve görmüşlerdir ki bu askerler Türk, Arap, Fars, Kürt, Çerkez, Laz, Abaza, Tatar gibi ırkî ayrışmaya uygun insanlar ile Sünni, Alevi gibi inanca dayalı insanlar bulunmaktadır.
Her ülkede olduğu gibi içimizden bir takım satılık adamlar bulmuşlar ve zamanımıza kadar uzanan, “çürüt, parçala ve yut” projelerini uygulamaya başlamışlardır.
Önce okusun adam olsun, ülkesine faydalı olsunlar diyerek Avrupa’ya gönderdiğimiz gençlerimizi para, içki, eğlence ve kadın’ı kullanmak suretiyle avlamışlardır. Kendi ülkesinde bu gibi şeylerin çok kısıtlı olduğu gören ve adlarına “Jon Türkler” denen bu gençlere, aydın ve ilerici unvanları vererek, ülkesini ve milletini “gerici ve yobaz” ilan ettirmişlerdir. Temeli materyalizm ve nefsaniyet olan Avrupa, bu temel düşüncesini yayabilmek için çalışmalar yapmışlardır. Bu uğurda gazeteler, dergiler çıkarmışlar, bu yayın organlarıyla kendileri gibi düşünen insanların yetişmesini ve aralarına katılmalarını sağlamışlardır. Tabii, işin finansmanı (parası) Avrupalı dostlarından tıkır tıkır gelmektedir.
Bir taraftan da okullarımızda çağdaşlık adına mantık ve felsefe dersleri okutmuşuz. Bu derslerde Darvin’i, Durkhaym’ı, Fruid’i, Karl Marks’ı öğretmişiz çocuklarımıza. Evrim teorisine (adı üstünde teori – nazariye olduğu halde) ilim gözüyle bakmış, “yaratıcı ve yaratılmışlık yoktur” her şey evrimleşme (değişim) yoluyla oluşmuştur, demişiz. Kendi evladımızın kalbindeki imanını yine kendimiz çalmışız. “Kız çocuğu babasını, erkek çocuğu annesini daha çok sever. Çünkü bunların arasında cinsel bir bağ vardır” diyerek, evlatlarımızın kafasında, her şeyi cinsellikle ölçüldüğü bir dünya oluşmasına çalışmışız.
İhtiyaçların giderilmesinde kullanılan ekonomiyi iki boyutlu göstermiş, ya sermayeye dayalı Kapitalizm ya da emeğe dayalı Komünizm. Bunlardan hangisini beğenirsen onu seç demişiz. Patron ve işçiyi birbirlerinin düşmanları olarak kabul etmişiz. İşçi ve işvereni birbirinin kardeşi kabul eden, “İşçinin hakkı, alnın teri kurumadan verilmelidir” buyuran, işçinin de “aldığım ücretimi helal ettirebilmem için işime dikkat göstermeliyim” diye inandığı, kendi “Milli ekonomik görüşümüz vardır” dememişiz.
İnsanlarımızdaki inanç zafiyetini oluşturmak için harıl harı çalışılırken, öte taraftan Moiz Kohen adında bir Yahudi, “Tekin Alp” takma adıyla ülkemizde ırkî üstünlükleri ortaya atarak yazılar yazmaya ve kitaplar çıkarmaya başlamıştır. Ziya Gökalp’i da yanına yardımcı olarak alan bu adam, ona önce ona, “Kürtçülüğün esasları” adında bir kitap hazırlatmış, daha sonra da “Türkçülüğün esasları” adında bir başka kitap daha yazdırmıştır. Böylece birçok dil, ırk ve dini bünyesinde bir kardeş olarak barındıran (zamanın süper devletini) ve bir “milli bütünlük arz eden” sosyal yapımızın parçalamaya çalışmışlardır.
Lazoro Franko isimli bir başka adam, (İtalyan Yahudi’si) Ankara’da Türk Ocağı’nın kurulması için binlerce altın hediye ederek, çalışmaların merkezini oluşturmuştur. Yıllarca bu adamın posteri, Türk Ocağı’nın şeref salonuna asılı kalmıştır.
Bir düşünün bakalım, bizim daha düne kadar Türkçülük – Kürtçülük diye bir meselemiz mi var mıydı? Türk – Kürt bunlar birbirlerinin kardeşi ve aynı milletin çocukları olarak aynı ülkede yaşayıp gitmediler mi? Bize saldıran düşmana, birlikte karşı koymadılar mı? İşte Çanakkale savaşlarında şehit olanların adlarına ve memleketlerine bir bakın. Bunlar kucak kucağa birlikte yatmıyorlar mı?
Bu PKK nerden çıktı? Dış (bilhassa ABD’nin) güçlerin destek ve yardımlarıyla Kuzey Irak’ta kurulan Kürdistan’ı, Kürt devletini görüyorsunuz. Barzani, “Türkiye Kerkük’e karışırsa, biz de Diyarbakır’a karışırız” diyebiliyor. Yarın ülkemizin idari yapısı, eyaletler şekline dönüştürülürse daha sonra yapılacak bir referandumla Güneydoğu Anadolu’muz, Kürdistan’a iltihak eder mi?
Şimdi artık Avrupa’nın hazırlayıp üzerimize ordu göndermesine bile gerek kalmamış, bin yıl Hakk’ın yeryüzüne yayılması için çalışan bu millet, Avrupalı olabilmek ve AB’ye (Avrupa Birliği) girebilmek için can atar duruma getirilmiştir.
BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) da, ABD Eski Dış İşleri Bankanı Rice’nin ifadesiyle; “Orta Doğu’da 22 ülkenin sınırları değiştirileceği” beyanı ortaya atılınca, bu projenin “eş başkanlıklarından” birisi hala Cumhurbaşkanımız R. Tayyip Erdoğan değil midir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.