İnsanca Yaşama Sanatı
İnsan, dil âlimlerine göre aslı “İns” den geldiği söylenir. Kamusta ise “Nisyan” kelimesinden geldiği zikredilmektedir. Mükerrem yaratılan bu mahlûka, Rabbânî nimetleri unutkanlığı dolayısıyla insan denilmiş. Burada “Hafıza-ı beşer nisyan ile malûldür” atasözünü hatırlatmak isteriz. İnsan, akıl ve fikir sahibi olmak, beşer, olgun kişi ve terbiyeli demek. İnsan-ı kâmil ise, “güzel huylu, ahlâk ve yüksek fazilet sahibi” olan kimseyi anlatır. Mesnevî sırlarının özü mahiyetinde Mevlâna Celâleddin Rûmî tarafından yazılan ilk 18 beyitte, yâni Ney-nâme’de ‘insan-ı kâmil’ anlatılır. Sûfilere göre: “İnsan varlığın özü ve hülâsasıdır.”
Birey, aile, toplum ve millet olarak insana yakışır tarzda nasıl yaşayacağız? Bunun için ustalık, hüner, mârifet yâni san’at gerekir mi?.. Üstâd Necip Fazıl’ın hayatında iki evre vardır. Genç yaşlardaki “bohem hayatı” ilk safhayı oluşturur. 1934’den sonraki hayat ve yaşama tarzı ise bambaşkadır. Ona, bunu sağlayan ise S. Abdülhakim Arvasî hazretleridir. Onunla tanıştıktan sonra şu muhteşem sözü söylüyor: “Anladım işi; san’at Allah’ı aramakmış/ Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”
Cennet’ten “birbirinize düşman” olarak yeryüzüne indirilen âdemoğlu, topraktan yaratıldığını hemen kavradı ve işlediği kusurunun farkına vararak hemen nedamet gösterdi. Cennetten kovulan şeytan ise, ateşten yaratıldığını öne sürerek böbürlendi ve insten intikamını almak için Cenâb-ı Hakk’dan kıyamete kadar mühlet istedi. Kâinat ve yaşadığımız gezegen dünya yaratıldığından beri İnsan ile Şeytan, şeytanî varlıklarla şeytanın iki ayaklı dostları arasındaki “Hak ve Bâtıl” mücadelesi devam ediyor. Şu dünyadan nice âdemler ve âdemoğulları gelip geçti. Bu bir tekâmül süreciydi. İnsanın bir yaratılış tekâmülü var: “Allah sizleri analarınızın karınlarında üç zulmet içinde hilkatten hilkate yaratıp duruyor.” (Zümer, 39-6)
İnsan gibi yaşama sanatını Kur’an’dan öğrenen bazı hekimler ve müfessirlerin yorumları şöyle: Bu âyette, Kur’ân-ı Kerîm’in ilmî bir mucizesi vardır. Zira ceninin içinde bulunduğu zarlar, karanlık olarak anlatılmaktadır. Bu âyetin tefsirinde Mustafa el-Merâği, “üç kat karanlık” tabirini, Cenâb-ı Hakk’ın, cenini korumak ve onu muhafaza etmek için yarattığı, üç farklı zarın karanlığı olarak açıklar. Ve bu konuda meşhur Dr. Abdülaziz İsmail’in “el-İslâm ve’t-tıbbu’l-hadis” adlı kitabından da şunları nakleder: “Kur’an’da da bize bildirildiğine göre, ceninin dışında üç karanlık diye adlandırılan üç zar mevcuttur. Bu zarlar amniyon, koriyon ve rahim duvarları zarlarıdır. Bakıldığında tek bir zarmış gibi görünen bu zarlardan amniyon, ışık geçirmeyen; koriyon, ısı geçirmeyen ve rahim duvarı da su geçirmeyen bir yapıya sahiptir”.
Kur’an-ı Kerim ve hadislerde insanın yaratılışı ile ilgili çok önemli bilgiler var. İnsanın bizatihi kendisi zaten bir mucize! Onu bir arabaya veya bir makineye de benzetebiliriz. Şeytanın yeryüzündeki hizmetkârları olan birtakım insanlar, kendi cinsini yaratmak için yıllardan beri uğraşmıyorlar mı? Yapay zekâya sahip robotlar ve genom projelerinin hepsi yeni bir insan oluşturmaya yönelik çabalar. İnsan kendi cinsini yaratacak. Allah (C.C.) gibi yoktan var edecek halleri yok tabiki. Ellerindeki mevcut imkânları zorlayarak yeni bir insan meydana getirecekler. Kur’an-ı Kerim bize, insanın neşvü nemâsı, zürriyet, anatomi, fizyoloji, patoloji (marazlar bilgisi), vücut, rûh hastalıkları, tedavi fenni, hastalıkların nasıl teşekkül ettiğine ve sebeplerine ve en son olarak ölüme dair kısa ve özet bilgiler vermektedir. Kur’an-ı Kerim’in önemle üzerinde durduğu konuların başında, diyebiliriz ki, astronomiden sonra tıp ve koruyucu hekimlik gelmektedir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim insan ve insan sağlığını hedef almış ve onları korumayı amaçlamıştır.” (Karl Opitz, Kur’an’da Tababet, tercüme; Feridun Nafiz Uzluk, s. 61)
İNSANLIK NEDEN HASTA…
Kur’ân-ı Kerim, rûhî etkilere büyük ölçüde yer vermekte; üzüntü ve ruhî bunalımı hastalıkların baş sebebi saymaktadır. Küresel şeytanî güç odakları (Şambala), insanlığı ahlâken bozmak, iktisaden bozmak ve fıtraten bozmak için her yola başvurdu. 21.yüzyılda geldikleri nokta itibariyle; ‘insanca yaşama sanatı’nı elimizden almak için, Covid-19 gibi yapay bir virüsü insanlığın başına belâ ettiler. İnsanı ve insanlığı eve hapsederek insanları, korkuya, kaygıya, üzüntüye ve ruhî bunalımlara sevkettiler. Devletler ve hükümetler de bunlara âlet oldular.
Çocukları kuvözlerde öldüren ve bebeklerin kanından, organlarından beslenen “Yenidoğan Bebek Çetesi” ise, buzdağının görünen kısmı. Küresel boyutuyla ele alındığında buzdağının görünmeyen kısmı, henüz ortaya çıkartılmadı. Bu cinayet şebekesi ve terör örgütüyle ilgili deliller yok edilmek ve bilgisi olan tanıklar ortadan kaldırılmak isteniyor. Görülen davada bir tane ”kamu görevlisi”nin olmaması, size de çok enteresan gelmiyor mu?
Nureddin Topçu “Merhametin olmadığı yerde insan yoktur” der. Yaşadığımız dünyada konuşarak anlaşan tek ya ratık var; o da insan. Etrafımızı ve insanlığı o kadar çok “insan müsveddesi” sarmış ki, bebekler üzerinden “insan ticareti” yapabiliyorlar. İnsanlık vasfını yitiren caniler de Filistin/Gazze’de ve dünyanın dört bir tarafında katliam ve soykırım yapıyor. Dünya da bunu seyretmekle meşgul!
Peki, insanlık öldü mü?
Tamamen ölmedi. Merhametin olduğu yerlerde insanlar, halklar ve toplumlar uyanmaya başladı. İnsanca yaşamak için önce bilinçlenmek ve sonra değişmek gerekiyor. Günümüzün savaş alanı artık insan beyni, insan zihni, insan bedenidir. Dünyada iyiler, aralarında ittifak kurup kötülere karşı kıyama durup İnsaniyet-i kübrâ’da birleşecekler.
Bizler “İnsanca yaşama sanatı”nı öğrenmek için ümitvarız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.