İmam Suyûtî’den bir ders
“Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır. Bu ruh amelesinin ilk ve esaslı işi, insan yetiştirmektir” diyor Nurettin Topçu.
Meselenin püf noktası da burası. Uğruna tüm başımızı, ruhumuzu ortaya koyduğumuz yaşama zevkini bırakmak yahut dozunu iyi ayarlamak.
Sırf kendimize yönelik, ferdiyete ayarlı, arzularımızın gökdelenleştiği bir âlemin hamallığından işçiliğinden kurtulmak.
Tamamen bunun hedeflendiği bir dünyada yaşıyoruz hâlbuki.
Yaşatma zevki ise, muhatabımıza, diğerkâmlığa, fedakârlığa, kardeşini ötekini tercih etmeye, önem vermeye matuf ve zorlu. Aynı zamanda ruhunu arındırmaya, inşaya odaklanmış, ahreti gözeten ve onurlu.
Toplumdaki çöküşe paralel, din adamlarında bile mazideki hassasiyetlerin, özen duygusunun; güzellikleri yaşa(t)ma, değerleri mâl etme özümseme titizliğinin eskisi gibi kalmadığını gözlemliyoruz.
En azından bugün öne çıkan bazı örneklerin, tartışılır davranışlara sahip olduğu bir gerçektir.
Mesela muktedirlere en keskin eleştirileri yöneltmiş birilerinin, bir sene içinde çark etmesi ve yazıp çizdikleri söylediklerinin tam aksini, büyük bir hevesle savunması garip geliyor.
Değişim, dönüşümün hızı şaşırtıcı; dini herkes kendince eğip büküyor, âlet ediyor.
Düşüncelerimizi zamanla değiştirebiliriz fakat bu kadar çabuk, bir itidal noktasından uzak olması, egemene siyasete yaklaşım biçimi, samimiyetleri de şüpheli kılıyor. Akla menfaati, makam ve ikbal tutkusunu, hırslı koşuları getiriyor.
Şerefli bir meslek, oradan oraya partiden partiye yuvarlanmayı gerektirir mi veya sıradan insanlar gibi; fiillerimizden mutlaka üstün bir dünyevî ödül mü beklenip, elde edilmeli?
…
Mahmut Erol Kılıç’tan, Sufî ve Sanat kitabından aktaracağımız bir misale gelelim isterseniz.
Beğenir ya da beğenmezsiniz, inanmak konusunda serbestsiniz ama böyle işini, maneviyatı ciddiye alan gönül adamları vardı.
“İmam Suyûtî, hadis mecmuasını meydana getirirken, hadisleri toplarken, camisini oluştururken, bir arkadaşı, bir mesele için Sultan’la arasında tavassutta bulunmasını istedi.
Dedi ki:‘Ey imam! Sultan katında çok hatırı sayılır bir insansın. Seni sever, sayar. Bir şey rica edeceğim. Şu işimi görsen, rica etsen de Sultan şu meselemi bir halletse.’
Suyûtî sordu: ‘Nedir mesele?’
Dedi ki:‘Benim bir arazi meselem var, ihtilaflı bir mesele, bu ihtilaflı meseleyi kadılar da halledemedi, mağdur durumdayım.. Lütfen Sultan’la bir konuş da şu meselemi halletsin.’
İmam Suyûtî itiraz etti: ‘Doğru söylüyorsun, Sultan beni kırmaz. Kendisine gitsem, inanıyorum ki bu meseleyi çözer ama gitmem.’
‘Niye gitmezsin, niçin gitmezsin?’
‘Ben Hz. Peygamber’in hadislerini toplamakla meşgulüm.’ diyor Suyûtî. ‘Şu ana kadar, yetmiş iki kere kendisiyle görüştüm. Bana ulaşan bazı hadislerimi Resûlullaha arz ettim, alayım mı almayayım mı, diye. Şunları al, şunları alma, dedi. Şimdi ben de, Resûlullahtan gelen sahih hadis var. Diyor ki Hz. Peygamber Efendimiz, Dünyalık bir hacetin halli için sultan kapılarını aşındıranlar, benden uzak olsun. Şimdi, ben senin bu meseleni halletmek için Sultan’ın kapısına gitsem ve Sultan da bu işi halletse, sonra ben bir daha Peygamber ile görüşemezsem ne yaparım?’
Arkadaşı, tamam, diyor ve yanından ayrılıyor.”
Öyle güzel insanları anlayabilir miyiz bilemiyorum. Allah Peygamber korkusu mu kaldı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.