İki kapılı bir han
Kimi zaman kapıyı gösteririz, kimi zaman aynı kapıya çıkarız. Kimi zaman kapıda kalırız, kimi zaman kapıdan çeviririz. Kimi yağlı kapıya konar, kimi yanlış kapı çalar. Kapı kimi zaman girilendir, kimi zaman çıkılan. Her kapı, farklı olanları birleştiren bir köprü gibidir. Kapılar da insanlar gibi toplumun içinde, toplumla beraber yüzyıllar içinde değişir, eskir, yorulur, yaşanan her şeye tanık olur, yaşlanır.
Yaşamın her sahnesine şahit olan kapılar, mutlu anlar kadar hüznü de barındırır elbette. Hiç açılmamak üzere kilitlenmiş kapılar kadar, hep açık kalan kapılar da hüzünlüdür. Böyle kapılar; bize sahipsiz kalmayı, kimsesizliği, insanların kadir kıymet bilmezliğini ve hatta nankörlüğünü de anlatır. Açık kapıların ardında, aralıktan sürekli dışarı bakan yaşlılarımızın, kimsesizlerimizin hüznünü de sızdırır yüreklere.
İster ev, ister dükkân olsun ilk temas ettiğimiz ve tanıştığımız noktadır kapı. Mekânın kimliğine işaret eder. Ardında ne var ne yok, sanki bize bir ipucu sunar. Kimi zaman küçük kimi zaman büyük. Kimi ahşaptan, kimi çelikten, kimi demirden. Bazısı gücü temsil ederken bazısı da yoksulluğu anlatır bizlere. Bütün bunlara rağmen her ne olursa olsun kapı, “iç” ile “dış”ın “öte” ile “beri”nin sınır çizgisidir. Ayrıca anayurda almak veya sınırdışı etmek gibi sosyo-politik önemi ve anlamı da vardır.
Mahremiyetin mekânı evi, kapatan ya da açandır, kapılar. İnsanın varoluş temellerine de vurgu yapar. Aşık Veysel’in dediği gibi; “iki kapılı bir handa” yürüyüp, kendini gerçekleştirmeyi anlatır bizlere. Kapı açıp kapatmak, bir nevi doğumla ölümün temsilidir belki de. Ruhlarımızın yaratılmasından itibaren kul oluşu ve dünya hayatını kapatıp ahiret hayatına tekrar açılışının metaforik anlatımıdır. Bu dünyadan göçüp gittiğimizde, ardımızda kapı önünde çekilmiş fotoğraflar, o karedeki buruk bir bakış kalır.
Hayat bize birçok kapı açar; ama son kapımız mezarlıkların kapısı olur. Hiç kapanmayan her daim açık ve bu dünyaya ait son kapımızdır. Herkese açıktır. İçeri girersiniz, şehrin uğultusu kesilir bir anda ve sonsuz bir dinginlik sarar içinizi. Naif bir hışırtıyla yüzünüze değen bir rüzgâr “hoş geldin sonsuzluğa” dercesine sarar bedeninizi ve benliğinizi. Bir zamanlar beraber ziyarete geldiğimiz sevdiklerimizi, bu kapıdan omuzlar üzerinde getirmişizdir. Bir sonraki gelişimizde, kimi bir daha geri çıkarmamak üzere içeri taşıyacağımızı bilemeyiz. Belki de o biz oluruz. Yaşamımız boyunca çeşit çeşit, sayısız kapıdan girer çıkarız. Ne zaman, nasıl bir kapı olduğunu düşünmeden, bilmeden, önemsemeden…;ama son kapımızın hangisi olduğunu biliriz; çünkü ölüm, son kapıdır.
“Dua kapı çalmaktır, sonrasına karışmak haddi aşmaktır” der Mevlâna ve yine başka bir sözünde ise; “Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil! Ne zaman, bilmem! Yeter ki o kapıda durmayı bil! Çalınan her kapı hemen açılsaydı, azmin, sabrın ve ümidin derecesi anlaşılmazdı.”
Kapanan kapılara şükredeceğimiz güzel kapıların açılması dileğiyle...
Sevgiyle kalın...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.