Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Hırsızlık

Hırsızlık

İrkiliyor.

Arsız gülüşler… Gençlerinden biri, ağacın tepesinde, diğeri apartmanı çevreleyen duvarın üstünde, bir teki ağacın altında yalanıyor. İşte bir avuç, bir avuç daha… Ağaç hırpalanıyor. Hoyrat, kaba, eller çekinmesizce, “hınçla” kirazları çekiyor.

Apartman sakinlerinden bazılarının, meyve toplattığını düşünüyor bir an. Fakat bir duygu; itici, çekiştirici, yüreğinin paçasını bırakmayan o ağırlık, başının merkezindeki rahatsızlık.

 Duygunun şiddeti kadar, hissin sivriliğinin, batıcılığının şiddeti… Görünürdeki kadar, gizli bir manzaranın da saldırı dehşeti.

Çocukların kıyafetlerinden değil, hareketlerinden inciniyor. Küfreder gibi, dövüşür gibi, her şeyin içine tükürür ya da yestehler gibi…

Duvardaki; yere, bahçenin içine atlıyor. Fütursuzca çimenleri, boy atmaya çalışan çiçekleri, kabını çatlatmaya çalışan çekirdeği; evin bahçenin ve dünyanın yeşilini/ümidini çiğniyor.

 Dünya bu yeme, tüketme şehvetinden ibarettir artık.

Oysa yoldan geçmekte sadece… “Ne yapıyorsunuz orada? Bu Kiraz ağacı sizin mi?” dese. “Utanmıyor musunuz?” diye, esasında kendi içini silkelese.

 Müdahale edebilir mi? Ne değişirdi? Mevcut şahsiyetinin “haysiyetli yanıtları” olabilir miydi?

Fakat “korkuyor”. Cevaplardan… Ürüyen sorular ve karşılıklardan.

3 genç.. 30 genç… 3000…sayısızca, saygısızca… Önünde hortlamış, kabarık diziler uzanıyor.

Sokak boşalıyor. İrileşmiş,  azmanlaşmış ve çoktan çocukluktan çıkmış çapulcular; yağmacı istilacı tecavüzcü ufak(lık)lar yeryüzünü dolduruyor.

Gençler ona saldırıyor. Cüzdanını gasbetiyor, kaşla göz arasında cep telefonunu aparıyor,  zannederse canını da  “yürütüyor”. Hamutuyla yutulan bir deve gibi, yerküre ağzında çarnaçâr, “hayvansı” kalakalıyor.

Çakal “yavruları”, kurt enikleri, köpek encikleri yahut “kokmuş tavukların” kırık yumurtaları. Bir necâset sofrasının ta göbeğinde, ortadaki mülevves nihâlenin üstünde, şerli bir aşın lânetli fıkırdamaları burnunun dibinde… Bakakalıyor.

Onlar da bir “cevap”… Yeni düzen tohumlarına, safsatalarına.

Meyveler, sorular, çocuklar ve insanlar aşırılıyor. Esrarengiz bir mafya, organlardan ziyade, kalpleri ruhları aşırıyor.

Yuvaları çalıyorlar;  öksüzleri, Âdem’in adamlığını, Havva’nın pâkize kadınlığını, toprağın zenginliklerini, göklerin rahmetini.. mâbetlerdeki sükûnu, kabristan halkının huzurunu, istikbalin uğurunu, kayıp cennetlerin nurunu.

Ağızlar kirazlarla dolu. Kirazlara yüklenmiş, şişirilmiş dünyalar devasa bir oburlukla, “gazapla” , iliklerine kadar yeniyor.

Ağacın “tepesindeki” çocuk, yükseklerde bir koltuğa oturmuş, kiraz çekirdeğiyle beraber, kalabalıkların “gelecek özünü” fırlatıyor.

 Kirazlar rasgele sağa sola düşüyor… Duvar üstündeki, önünde ardında elinde ayağında ne varsa “araçlaştırmanın”  basamak yapmanın hırsıyla; kendini aşmanın değil, “alaşağı” etmenin, inişlerin yolunu buluyor. Sıç(r)ıyor.

Bahçedeki; yerüstünde tepinir, meyveleri ezer, çiçekleri tekmelerken, yer altını da deşiyor sömürüyor.

Saatlerden beri yürüyor, düşünüyor.

Hiçbir şeye müdahale edemiyor.

Ev suskun, bahçeler sessiz, âlem kadar (adem)ler bungun durgun.  Sonra…

Köşe dönücü, “götürücü” ve öğütücü… Besbelli  “Hınk deyici”.

 “Hastalık korkusu”, ortalığı sarıyor. Cehennem’e bile def edilemez, çaresiz, ölümcül, “cinsel özgürlükçü” modern vebaların, aşkı “iç etmiş” veremlerin, kâinatın gövdesine yapışmış kanserlerin, illetli kalplerin korkusu yüreğini eziyor.

Kendini çok küçük, çok aciz, korunaksız buluyor. Buna rağmen bazı insanlarla arasında gittikçe büyüyen mesafe, duyduğu yabancılık, azametli bir kopuşun vahameti  onu telâşlandırıyor.

Etrafında, cereyan eden olayda, en küçük bir hürmet, kişilik saygısı, varlığa hak tanıma, şahsî bir duruş, insaniyet ifadesi göremiyor. Sevme engelliler, şefkat özürlüler,  çıldırmış ben’ler çevreyi sarmış sanki. Tedavülden kalkmış, “mahpus değerlerin” can çekişen zincirli iniltileri…

“Haddi aşmak, sınırları geçmek” .  Bu çocuklar, hangi hayallerin gerçekliği, hangi düşlerin öngörünün tecessümü, hangi kanlı murdar inşanın “yaralı tebessümü”?

Yalnızca yürüyor, düşünüyor. Sadece…

 Ve dünya biraz daha kirazlaşıyor.

Çocuklar kirazların içine giriyor, beyinler “kiraz” şeklini alıyor; yaban eller tarafından devşiriliyor.  Yeniliyor, öğütülüyor ve posaları dışarı atılıyor.

“Yad ellerin çöplüğünde” kiraz atıkları… “Şeylerin” isabetsiz, hedefsiz kesik, canhıraş çığlıkları üstelik “dengesiz”. Sizi kim duyar ki?

Dudakları sesler çıkarıyor lafızsız hecesiz…

Dayanamıyor. “Erkekliğinin içi” almıyor, kaldıramıyor.

Bir ses: “Hiçbir şey yapmayacak mısın?” Gördüğün, bildiğin, yaşadığın halde.

Büzülüyor... Korkarım birileri, cesaretini celâdetini “çalmış”.

İçinden, yeri doldurulamaz, büyük bir parça aşırılmış gibi bakakalıyor.

Güçsüz kolları bacakları, birbirine dolanıyor.

Kalbi “çalıntıymış” gibi titriyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi