“Hak yerini bulur.” Buluyor da…
Kişisel yaşamlarımızda, hak ve adalet konusunda hangi birimiz dolu değiliz ki? Dopdoluyuz. Hak ve adalet… İllaki haksızlığa uğradığınızı düşünmüşsünüzdür, irili ufaklı. Bazen de devasa boyutlarda. Bu pek büyük ebatlılarından yana yazacaktım, daha çok.
Taşma noktasına gelip dayanan, ancak bir çıkış yolu bulunamadığı için, insanın ta kendisini, o doluluğun içine bastırıp boğan ne çok isyan var. İsyanlar var. Bir türlü avazı çıkamayan ve böylece sözsüzlüğe ve sessizliğe mahkum isyanlar… Fıtratı geveze, ağzı dilsiz zavallılar. Ne acıklı bir çelişki! Beklemeye mecbur kalan sabırsız asiler ve asiyeler… E elden de bir şey gelmeyince!
“İlahi adalet, ne zaman tecelli edecek? Peki ama ne zaman?!” sorusu, dört bir yanda yankılanırken, göz pınarlarından akan, yaş mıdır, yoksa, göksel bir yağmur mudur; demek ki beyinde şimşekler çakıp, yüreklere yıldırımlar mı düşüyordur o anda, bilemezsiniz. İş, haddini çoktan aşmıştır yani, eğer sorgulanan, ilahi adalet olmuşsa artık. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Feryatlar da, muhtemelen semanın bilmem kaçıncı katına kadar ulaşmıştır. Karşınızdaki fail, ne yazık ki, adının önüne ‘sabırsız’ ya da ‘asi’ gibilerinden, pek de hoş karşılanmayacak sıfatlar yazdırıyordur o sırada da, bir yandan.
İlahi adalet diyoruz ya… Onun, bizlerce belirsiz olan tecelliyat zamanına değin, doldurulan zaman ya da çile, cana kast eden bir düşman; nefsin azılı bir hali gibi, gelip dikiliverir önünüze. Belli ki bir sabır sınavının içindesinizdir. Bir ateşin kucağında… İşte, ismin önüne yazdırılan o nahoş sıfatların gökyüzünde cirit attığı, amel defterlerine kara bir yazı olarak yazıldığı o süreç yani… Sanki o hak ve adalet konularının elbet yerini bulacağı gerçeği, ilahi adalet öğretisi falan, hepsi boş avuntular ya da züğürt tesellileri gibi gelir insana. Tövbe! Oluyor ama. Kendimizden biliriz.
O adalet isteği, sabırsızlığımıza ve cehaletimize yenik düştüğü zaman, intikam arzuları yanıp tutuşmaya başlıyor bazen, ta kendimizi zehirleyen dumanıyla birlikte. Demiştim ya, nefsin en azgın hallerinden biriyle karşı karşıya, yan yana ve iç içeyizdir artık. İşte o ilahi adaletin ancak boş bir teselli olduğu telkini, sol kulağımızın içine doğru fısıldanmaya başlanmıştır, bir vesvese halinde. Bu pek zorlu imtihan, yüz akıyla geçilebilirse, ödül de ne denli muhteşem olacaktır demek ki. Öyle söylenir bir yandan da, sağ kulağa. Solun ve sağın; nefsin ve ruhun, yeri göğü inleten çatışmasından galip çıkan, kim olacaktır acaba?
Yalnız size bir şey diyeyim. Dile kolay; kaleme ondan da kolay olsa bile, sabır, şu amel defterine altın harflerle yazılan bir kelime, galiba. Sol kulağın kalbe varan tüm yollarını, ne yapıp edip tıkamamız lazım. Ruhun rakibi, nefs gibi mimli, hileli ve güçlü bir düşman olsa da, bunlardan hangi birinin, işi bitince bizi terk edip gideceğini ve hangisinin Sahibine teslim olacağını hatırlayın. Cevabı bildiğinizden eminim. İntikam arzularına ve beynimizi etini yiyip ruhumuzu kemiren vesvese ve vehimlere karşı koyma kudreti, içimize yeter miktarda konulmuş olacak ki, öyle yapmamız istenmiş. Aksi halde, istenmezdi.
Ardından, “Hak, yerini bulur.” Merak etmeyin. Buluyor da zaten… Yeter ki o süreç, sabırla atlatılasın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.