Hak kuvvet ile kaim olur
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş 24.04.2020 tarihli “RAMAZAN: SABIR VE İRADE EĞİTİMİ” adlı hutbesinin bir paragrafında şöyle dedi: “Ey insanlar! İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Nedir bunun hikmeti. Hastalıkları beraberinde getirmesi ve nesli çürütmesi. Yılda yüzbinlerce insan gayri meşru ve nikâhsız hayatın İslami literatürdeki ismi zina olan bu büyük haramın sebep olduğu Hiv virüsüne maruz kalıyor. Geliniz, bu tür kötülüklerden insanları korumak için birlikte mücadele edelim.”
Bu güzel çağrıya başta STK’lar ve kurumlar olmak üzere bütün dünya kulak verip koşması gerekirken, ezelden ebede doğru vahye, ilme ve bilime dayanan gerçeklere kulaklarını kapatıp, heva ve hevesine, nefsi istek ve arzularına bilim süsü veren ve bu indi, cahiliye dönemi fikir ve düşüncelerini bilimle kaplamaya çalışan ve bu şekildeki bilimi kendine put edinen ve Batı’nın, medeniyet dediği tek dişi kalmış canavarın bir parçası olmayı modernlik ve çağdaşlık ve ilericilik kabul eden ve insanî değerleri hiçe sayan Ankara Barosu ve sözde İHD Ankara Şubesi sert bir tepki gösterdiler ve çağlar öncesinden gelen kinlerini kustular.
Ankara Barosu özet olarak şöyle dedi: “Görevde olduğu süre boyunca çocuk tecavüzcülerine gözlerini kapatıp kadın düşmanlığının manevi zeminini dini söylemlerle meşrulaştırma çabası karşılığında maaş alan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın deprem, LGBTİQ+, kadın ve çocuk söylemlerine rağmen halen görevde kalması durumunda, sonraki konuşmasında halkı ellerinde meşalelerle meydanlarda cadı diye kadın yakmaya davet etmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.”
Bakın iftiraya; çocuk tecavüzleri dediği buluğ çağına giren ve ailelerinin isteğiyle evlenen 15-16-17 yaşındaki gençleri kastetmektedir. Bu yaşlarda zina etmeyi modernlik kabul eden zihniyete bak sen. Halkı % 95 Müslüman olan bir mahallede pervasızca salyangoz satmaya kalkışmaktadırlar. LGBTİQ+ savunması ise insani değerlerden yoksun olduğunun bir göstergesidir. Daha da ileri giderek iflah olması mümkün olmayan bu zihniyet, vahyin Allah’ın bir emaneti olarak ve “cennet kadınların ayağının altındadır,” diyerek nitelediği kadın hakkında İslam’ın temsilcisinin söylemesi mümkün olmayan sözleri ona izafe edecek kadar küçülmektedir.
Gayesi, heva ve hevesinin, süfli arzularının bir metaı olarak gördüğü kadının hürriyetine kavuşmasını ve fıtratına uygun bir hayat sürmesini engellemek için indî ve alçakça bir söylemde bulunmaktan hiç utanmamaktadır.
Bunun üzerine Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından her iki STK hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Ankara Başsavcılığı da Baro yöneticileri hakkında Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 216/3 maddesi kapsamında, halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri aşağılama suçundan re'sen soruşturma başlatmıştır.
Lut (a.s.), kavmine lutiliği bırakın dediği zaman, kavmi, “eteği temiz olana bakın,” diye onunla alay ederlerdi. Suayp (a.s.) kavmine “ölçüde ve tartıda hile yapmayın” dediği zaman kavmi, ona şöyle derlerdi: “ Bunu senin namazın mı emrediyor? Suayp (a.s.) çok namaz kılardı. Çünkü “Namaz kötülüklerden, hayâsızlıklardan ve iffetsizlikten korur.” (Ankebût, 45)
Bu bağlamda kapitalizm, ölçü ve tartıda hile yapmak ve kadını bir meta ve reklam aracı olarak kullanma üzerine bina edilmiştir. Dolayısıyla “İstanbul Sözleşmesi” de bu süfli düşüncenin dağda yaşayan çobana varıncaya kadar kapitalizmin sunduğu hayat tarzını benimsetmektir.
İstanbul Sözleşmesi’ni birçok batılı ülke kabul etmediği halde Türkiye’nin Avrupa birliğine girmek için bu sözleşmeyi kabul etmiştir. Bu sözleşme LGBTİQ+ meşrulaştırmaktadır. Cinsel ayrımcılık yoktur, demesinin altında bu yatmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin altında imzası bulunanlar, hemen harekete geçip, bu sözleşmeyi kaldırmazlarsa, bu gök kubbede hoş bir seda bırakamayacakları gibi ahirette de hiçbir zaman yatacak bir yer bulamayacaklardır. Ey İstanbul Sözleşmesi’nin altında imzası bulunanlar! Sesimizi duymak istemeyeceğinizi biliyoruz. Çünkü kendinizi Kaf dağında yaşıyor sanıyorsunuz. Fildişi kulelerinizde yaşayın bakalım. Bizim avazımızı duymayın bakalım. Bize tepeden bakın bakalım.
1919 İspanyol salgını, Avrupa’nın kötü beslenmesinden, gençliğin meyhanelerin zehirli havasını teneffüs etmelerinden içki, zina kumar ve sigaradan dolayı zayıf düşen bedenler arasında meydana gelmiştir. Bu bilimsel bir gerçektir.
Bu durumda Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklaması işte bu gerçeği dile getirmekten ibarettir. Bu çağrıya bütün STK’larımız ve bütün kuramlarımız ve mazlum dünya kulak verip koşmalı. Aksi halde heva ve hevesini tanrılaştıran ve bunu bilim diye yutturmaya çalışan Ankara Barosu ve sözde İHD İflah olmaz. Bu gibi sözde STK’ları ve sırtını verdikleri kapitalizmi hukuk çerçevesinde kuvvetle susturmak ve yıkmak gerekir. Çünkü hak kuvvetle kaim olur. Gerisi laf u güzaftır. Hoşça kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.