Güçlü toplumun nasıl olur?
Hayırda Yarışanlar yazı serisi (4)
Toplumun güçlü olması, hiç şüphesiz onda bazı özelliklerin bulunmasıyla sağlanır.
Herkesin bir tarafa çektiği, her kafadan bir sesin çıktığı, horozu çok olan topluluklar güçlü toplum olma vasfını kaybetmiş topluluklardır. Bu yapıya sahip toplulukları yönlendirmek isteyenler, “kurt dumanlı havayı sever” kaidesince, pusudadırlar ve bu insan kalabalığını istedikleri yöne yönlendirmeleri artık onlar için basit bir olaydır.
Bütün bir toplumu yönlendirmek her zaman kolay olmayacağından bu toplum içerisinden bir kısım insanları yönlendirmekle diğer insanların da yönlendirilmesini sağlar, kaidesiyle bazı kuralları o topluma kabul ettirmişlerdir.
Bu kurallar; “Kuvvetli olanın, çoğunluğun olanın, çıkar ve imtiyaz sahibi olanın her zaman ve her yerde üstün olduğu ve sözünün dinlenir olması” şeklindedir. Kuvvetin sağlayan kaynak olarak da medya, para ve idari gücü ellerinde bulundururlar.
Ellerinde ki medya gücüyle insanlara doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterirler. İnsanların kendi imkânlarıyla araştırma güçleri olmadığından medyanın yazdıklarına ve söylediklerine inanır ve hareketlerine o şekilde yön verirler. Daha sonra insanların ve ülkenin bütün kaynaklarını sömürürler ve insanları aç biilaç bırakırlar.
ALLAH GÜÇLÜ TOPLUM İSTİYOR
“Allah’tan başka ilah olmadığını ve Muhammed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna inananlar” emperyalistlerin bu oyunlarına gelmezler ve Allah’ın onlara teklif ettiği güçlü toplumu oluştururlar.
Güçlü toplumu oluşturabilmenin birinci şartı; “…sizden olan bir Emire itaat edin” ayetidir. Burada dikkat edilecek nokta Emir’in (başkan, reis…) bizim inandıklarımıza inanması ve inancını başında bulunduğu topluma uygulamasıdır. Bu aynı zamanda “Allah’ın ipine sım sıkı sarılmak…” manasına da gelir. Çünkü insanların bir ve beraber olmalarının en önemli şartı, onların tek emir kontrolünde olmalarıdır.
İkinci emir, ikinci bir toplum, üçüncü bir emir üçüncü bir toplum demektir ki bu yapıda ki bir toplumda insanlar zaten birlik ve beraberlik gösteremezler ve birbirleriyle didişip dururlar.
İslam, emire itaatin şartını, ona itaat etmekte (bağlanmakta) göstermiştir.
Bağlılık, seni çağırdığında gelmen, sana bir emir verildiğinde onu görev sayman, o görevi bütün gücünle (maddi ve manevi yönlerini de) yerine getirmeye çalışman ve hedeflediğin noktaya erişmendir. Bunun için karşına çıkacak hiçbir engel seni yolundan alıkoymamalı ve adına “sabır” denilen büyük manevi güce sarılmalısın.
PEYGAMBERİMİZİN UYGULAMASI
Asr-ı Saadet, güçlü bir toplum yapısını sergilemekteydi. Peygamberimiz hem nübüvvetin sahibi, hem o toplumun idarecisi, hem ordunun kumandanı ve hem de ihtilafları çözen bir hâkimdi.
Ferdin, İslam’a karşı görev ve sorumluluklarını her sohbetlerinde uzun uzun anlatan âlimlerimiz ve şeyh efendiler, Müslümanların Allahın istediği bir toplum olarak yaşayabilmesi için hangi İslam esaslarına uymak mecburiyetinde olduklarını da talebelerine ve müritlerine anlatmalıdırlar.
Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (s.a.v) Mekke’de “darü-l Erkam” da Müslümanları yetiştirirken bisetin 12 ve 13. Yıllarında “Birinci ve ikinci Akabe biatları” adıyla yeni bir uygulamanın başladığını görmekteyiz. Bu olayda Akabe’ye çıkan Medineli Müslümanların, Peygamberimizi “canlarıyla, mallarıyla onu koruyacaklarına ve verdiği emirleri yerine getireceklerine…” O’nun elini tutarak söz vermeleridir. Böylece toplumun “Muhammed ümmeti” haline gelmesinin ilk halkasını oluşturdular.
Aynı biat olayını, Peygamberimizin irtihalinden (vefatından) sonra Halifelerde (Devlet Başkanları) de görmekteyiz. Bu yapı Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar’da da aynen görülmekteydi.
AKIL İÇİN DE YOL AYNIDIR
Kum yığınları (tek tek insanlar) yük taşıyamazlar. Ayağınızla bunların üzerine basınca hemen dağılırlar. Onun yük taşıyabilmesi için kalıplanması, için biat denilen demirin girmesi ve çimento denilen imanının olması gerekir. Böylece kolon ve kiriş haline gelen kum yığınlarına, artık istediğiniz yükü taşıyabilirler.
Ülkemizde 1980 öncesi anarşi ve terör şehirlerimizde kol gezmekteydi. Böyle bir zamanda bir pazarda alış veriş yapan ve kendi filesini doldurmaya çalışan 500 kişinin bulunduğunu var sayalım. Bu esnada oraya çok değil 5 kişilik bir anarşist gurubu gelsin ve başlasınlar sağa sola sataşmaya ve slogan atmaya… Ne olur Pazar yerinin hali? Bu alış veriş yapan halk darmadağın olmazlar mı?
Bu 500 kişiyi dağıtan bu 5 kişi bu gücü nereden almakta, bu 500 kişi bu 5 kişinin karşısında niçin dağılıp gitmektedirler?
Onların bu gücü, işleri batıl da olsa, bir teşkilat olmalarından yani birinin baş diğerlerinin ona itaat etmesinden kaynaklanmaktadır.
Nitekim Bediüzzaman Hazretleri bunu tarif ederken; “Allah için bir araya gelen iki kişinin gücü 1’in yanına 1 yazılması gibidir ve bu 11 kişinin gücüne erişmiştir. Üç kişi bir araya gelirse bu onların 111 gücüne erişmeleri demektedir” demektedir.
Güçlü toplumu oluşturmak hem dinimizin emri ve hem de millet olarak ayakta kalabilmemizin yegâne şartıdır.
Müslüman Emire biat etmeye mecburken, âlim ve şeyh efendilere “intisap (onun ailesinden olmak) etmeye ve beş vakit namazını camide cemaatle kılarak imama iktida (namaz boyunca ona uyma) etmeye çalışırlar. Ki böylece kuvvetli toplumu oluştursunlar ve düşmana karşı caydırıcı olsunlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.