Esat Ergener

Esat Ergener

Görülemeyen Bereket

Görülemeyen Bereket

Dünya üzerindeki en kalabalık Müslüman ülkedir Endonezya.

Yaklaşık 216 milyonluk nüfusa sahip.

Uzak Asya içerisindeki bu adalar ülkesinin insanları ile tanışsanız, her birine sıkı sıkı sarılmak ister, ömür boyu ilişkinizi kesmeden iletişimde kalmaya devam etmek istersiniz.

Peki Endonezya nasıl Müslüman olmuştur acaba?

Ben merak ettim bu soruyu ve bir araştırayım dedim. Ve bununla ilgili ülkemizde yazılmış birkaç yüksek lisans ve doktora makalesine denk geldim.

Gelin size biraz daha böyle menkıbe tadında anlatayım.

Kendi halinde bir tüccar olan Abdullah, ticaret yapmak ve iaşesini kazanabilmek için bütün dünyayı dolaşan bir Müslümandı. Bir gün sahip olduğu kumaşları gemiye yükleyerek uzak bir aday gitti ve çok sevince oraya yerleşti. İşini orada devam ettirdi. Kumaşlarını da oranın halkı çok sevmişti, zira çok kaliteliydi. Kendisi de kanaatkardı. Az kazanayım ama helal rızkım olsun derdindeydi.

Bir gün iş yerine geç geleceğini elemanına söyledi. Döndüğü zaman kasaya baktı ve yapılan satışlardan olması gerektiğinden daha fazla bir kâr elde edildiğini gördü. Merak edip sordu elemanına; “Hangi kumaştan sattın?” diye. Elemanının gösterdiği kumaşa bakınca daha çok işkillendi ve “Metresini kaça verdin?” diye ekledi hemencecik. “10 akçe” deyince elemanı; “Nasıl olur? 5 akçelik kumaşı 10 akçeye nasıl satarsın?” diye yarı sitemkâr yarı kızgın şekilde elemanına çıkıştı ve olduğu yere çöküverdi. “Bize hakkı geçmiş adamcağızın, görsen tanır mısın o müşteriyi?” diye sordu başını ellerinin arasına almış vaziyette.

Durumdan bir şey anlamayan Abdullah’ın çalışanı adamı bulabileceğini söyledi. Gitti, müşteriyi buldu, getirdi. Abdullah müşteriyi görür görmez hemen helâllik istedi ve fazla parayı uzattı.

Müşteri şaşırmıştı. Zira böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu. Sordu merakla, “Hakkını helal et?” ne demek.

Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden de kralın kulağına kadar vardı.

Meraklanan kral kumaş tüccarını saraya çağırdı ve sordu; “Sizin yaptığınız bu davranışı biz ülkemizde daha önce ne duyduk ne de gördük. Neden böyle bir şey yaptınız?”

Abdullah anlatmaya başladı; “Ben Müslüman bir tüccarım. İslâm dini alışveriş ile ilgili böyle davranmayı emreder. Bizim alışverişimizde müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.” dedi.

Kral çok etkilenmişti ve biraz düşündükten sonra peş peşe İslam’ın ne olduğunu, Müslümanlığın gereklerinin neler olduğunu sordu.

Abdullah, her bir soruyu Kuran’da geçtiği gibi - Yumuşak ve gönül alıcı sözler söyleyerek- anlattı.

Tüm bunları ilk defa duyan ve çok etkilenen kral, fazla zaman geçmeden İslam’ı kabul etti. Halk da kısa süre bir içinde Müslüman oldu.

“Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde Peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” diye bize müjde veren Peygambere (SAS) sahibiz.

Ve her ne kadar anlamasak da bu ve benzeri emirlere uymanın getirmiş olduğu bir bereket var. O bereketi görüp de emirlere uymamak da… Ne bileyim.

Bir inancımız var ve kıyamet gününe kadar korunacağı taahhüt edilen bir inanç bu.

Bizim üzerimize düşen de inandığımız gibi yaşamak, sahip olduğumuz güzellikleri çevremizle paylaşmaktır.

Yapamayacağımız şeyleri söylemeyerek yük taşıyan merkeplere benzememek açısından sebep sadece inandığımız gibi yaşamalıyız aslında.

Ve emin olun bu hazdan daha büyük lezzet tatmamışsınızdır.

Tattıktan sonra da bir daha bırakmak istemezsiniz zaten…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Esat Ergener Arşivi