Ayşe Aslı Duruk

Ayşe Aslı Duruk

Eski çamları bardak yaparlar

Eski çamları bardak yaparlar

Araya zaman ve mekan girince uzaklaşıp donuklaşan sahnelere bakıyorum; yaşanmışlıklara. Anılara. Anılar-ım deyip de bir iyelik, üyelik, sahiplik ve benimseyiş de gösteremem ki. Onlar yalnızca üstüne perdelerin kapandığı eski ve tozlu bir sahnede donup kalmış, canlılığını ve ruhunu yitirmiş kesitler. Hepsi bu.

Yaptığım bu duygu yüklü girişten sonra yazmak istediğim asıl konuyu görünce kendinizi kandırılmış hissetmezsiniz umarım. Çünkü duygusal bir halden değil, gayet katı bir analizden söz edeceğim. Araya zaman ve mekan girince, sübjektiflik yerini objektifliğe, öznellik de nesnelliğe bırakınca yani, göze görünenlerin ne denli değiştiğinden, başkalaştığından yanacağım.

Bir şeye ne kadar yakından bakarsanız, görüntünün de o denli bulanıklaştığını, değiştiğini ve bozulduğunu bilirsiniz, öyle değil mi? Şaşılaşan bakışlar, şaşırmalar, şaşalamalar… Sarhoşça bir şeyler. Daralan bir bakış açısı, bütünü göstermekten uzaklaşmıştır. Bir duygu durumunun ya da olayın tam içindeyken de böyle oluyoruz işte.

Örneğin, herhangi bir şeye çok sinirlenmiş -ortalama- bir adamın verdiği tepkilere bakın, kamusal ya da şahsi bir ortamda. Öfke onu eline geçirmiş ve parmağının ucunda oynatıyordur muhtemelen. Kırıcı ve yıkıcı söylemler, ya da, eylemler içerisindedir belki de. Nefsinin emri altında yaşayan bu nevi kişilerin ‘nefs-i emmare’ mertebesinde, yani en zelil ve aşağılık durumda olduğu söylenir hatta, tasavvufi meyanda. Oysa gerçek bir pehlivan gibi öfkesini yenip de bu duygusunu hükmü ve kontrolü altına alabilse, yeryüzünün hayranlığını kazanacak ve semadan da bir ‘aferin’ alabilecekti. Resmin tamamını görebilecek kadar uzaklaşacak bir geri adım atabilmeyi; o anki duygunun ya da durumun içinden dışarıya çıkıp da ona uzaktan bir seyirle bakabilmeyi başarabilecek kahraman nerede tabi? Bizler, sıcakkanlı insanlarız öyle değil mi? Kanımız da deli akıyor, delikanlıyız ya. Oysa kastedilen sıcakkanlılık da, delikanlılık da bunlar değil; güzel işlerdir, insaf edin!

Verilebilecek sayısız örneğin içinden, yalnızca bir sinirlenen kişi’den dem vurabildim. Ama kastettiğim, araya zaman ve mekan girince, işler soğuyup da eski hükmünü ve gücünü kaybedince yani, eski çamlar bardak, kozalaklar da tabak olunca, köprünün altındaki sular diyorum, coşup da akınca belirip görünen resmin bütünü, aslı ve tamamı, o bir zamanlardakinden ne kadar da başka ve farklıdır… Duygunun içinden çıkabilmek! Söz konusu duygu her ne ise, ki bu, sevgi ve aşk gibi yapıcı(?) ve olumlu(!) şeyler de olabilir, işte o hissin tam içinde ve merkezindeyken edinilen o bulanık görüntüler, yakınlaşıp daralmış bakış açıları, kendimizden yakıştırıp yüklediğimiz, belki de abarttığımız şeyler, kendi kendimizi bileyip keskinleştirmelerimiz, falan… Vaktiyle kızıp küstüğümüz şey, aslında ne kadar da önemsiz bir ayrıntıdır ya da o zamanlar bu kadar bariz bir şeyi nasıl fark edememişizdir, misal. Boşa çekilmiş kürekler, verilmiş kavgalar, kaybedilmiş fırsatlar. ‘Duygunun içinden çıkmak’ mı dedi birisi az önce? Ne münasebet! Tamamen o anki durumun ya da hissin rengine boyanır ve bürünürüz, çoğunlukla.

Oysa o deli kanın akışına hükmedebilsek, uçlardaki duygularımızı biraz köreltip yuvarlayarak ehlîleştirebilsek, geri adım atıp görüntüden uzaklaşarak, onun net ve asıl halini görebilsek… Olgun, sakin ve soğukkanlı olabilsek, kısacası… “O kahraman nerede?” sorusuna, göğsümüzü gere gere “işte burada!” diye cevap verebileceğiz.

Şimdilik, mevcut sıfır!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Ayşe Aslı Duruk Arşivi