Edebî terör
Türkiye’nin başı sağ olsun. Bütün şehitlerimize Allah rahmet eylesin.
Yöneticilerimizeyse basiret, şuur versin.
Fecâat şu ki; terör, şiddet sadece siyaset sahnesinde yürümüyor. Edebî alanda da hüküm sürüyor.
Popüler yazarlardan birinin, “Bu topraklarda 1 milyon Ermeni, 30bin Kürt öldürüldü ve benden başka kimse bunu söylemeye cesaret edemiyor” gibi kahramanca(!) çıkışlarıyla fazlaca gündeme gelen ünlünün, son romanından kısaca, üstü kapalı bahsedelim.
Kitap, “oğlu askerde veya uzaktayken geliniyle ilişki kuran ve neticede sapkın babasını öldüren; anasıyla ise şeytanî bir çirkinliği yaşayan” kişilerden, ensesten söz ediyor.
Üstelik toplum tarafından bu tip haberlerin çok tutulduğundan bahisle: “İstanbul’da iki çeşit hikâye okur tarafından çok seviliyor, ucuz gazetelerde çok yayımlanıyordu.” Diyerek hezeyanda bulunuluyor, iftira atılıyor.
Böyle olayların duyurulması memleketçe itibar görüyorsa, demek ki sık yaşanıyordur izlenimi veriliyor. Bu kerteye ulaşmış bir ahlâki yozlaşmanın, alçaklaşmanın yaygın, cemiyetçe de hoşlanılıyor gibi takdim edilmesi; yazar tarafından İslâmi değerleri ve millî kültürü de tartışmalı hale getiriyor ve fevkalâde menfî bir imaj oluşturuluyor.
(Konuya ilişkin Murat Bardakçı’nın yazısını okumadıysanız okuyunuz lütfen.)
Romanın hem piyasaya çıkmadan önce, hem yayınladıktan sonra TV kanallarında, bazı gazetelerde büyük bir gürültüyle, aşırı bir değer vererek reklamı yapıldı, dikkat çekildi.
Sayın Bardakçı’nın yazısına ise müdafaa sadedinde, yandaş yorumlarla, kıvırarak, hadiseyi hafifleterek bazı tepkisel cevaplar verildi.
Oedipus Kompleksi, Freudyen zırıltılarla, bilimsellik kılıfıyla üste çıkılmaya çalışıldı.
Bizde bir takım romancılar, nedense küçük bir tanrı gibi sunularak dokunulmazlaştırılıyor.
Akademisyenlerden, ilgili bilirkişilerden fazla itiraz sesi duyacağımızı zannetmiyoruz. Garip bir çekingenlikle, tarafgirlikle, sükûnetle(!) ya da vurdumduymazlıkla mesele geçiştirilir.
Hep öyle oldu. Bu millet inanılmaz derecede hakaretlere, manevî eziyetlere maruz kaldı. Yüreksiz aydınlarının ihanetine uğradı.
Yine aynı minvalde “Türkiye’de azınlıkların tehdit altında yaşadığından” bahseden, “Türk toplumunda abisi tarafından hamile bırakılan kadın karakterlere” yer veren ve “Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığı tezini işleyen” ucube kitaplar yazan; Hz. Mevlâna’yı da, tasavvufu da, dini nasıl yaşayacağımızı da öğrendiğimiz, el üstünde tuttuğumuz, dinler üstü “aşklı” kadın yazarlarımız vardır.
Esasen, içinden çıktığı milletle, bütün “Köprü’leri” atan ve peşpeşe eşcinselliği anlatan, öven paçavralar yazan bir başka kadın romancıya ise, sağcı kuruluşlarımız tarafından ödüller bile verilmişti.
Son yıllarda, sözde Ermeni soykırımını işlediği, bizi nârlara atan kitabıyla, paralel gazeteden bir kadın yazar da aynı kervana katıldı.
Çünkü ikbal, istikbal; maneviyatımıza, kalbimize benzeri saldırılarla bulunuyor.
Bütün bu tahrip kalıplarını, yıkım ekibini biz besledik, büyüttük. Desteklerimizle, ölçüsüz beğenilerimizle şan ve şeref kattık.
Onlar yine hakaretlerine hızla devam edecekler, bizler ve çocuklarımız tarafından hevesle okunup yutularak mukabele görecekler; kitapları elden dîle gezerek, bilmem kaçıncı baskı yapacak.
İnançsızlıkta, köksüzlüğün getirdiği bir aşağılık duygusunun yerleşmesinde, yeni soysuz bir kimliğin şekillenmesinde, çöküşün çabuklaşmasında; elbette bu saldırgan proje kitap ve yazarların da rolleri, katkısı bulunacak.
Üstelik kitapları yabancı dillere çevrilerek, yurt dışında mevcut olumsuz “İslâmlık, Türklük” algısını kitaplarıyla, demeçleri ve yazılarıyla kuvvetlendirecekler. Gıkımız çıkmayacak.
İblisler zemzemle yunmuş yıkanmış; meğer dünyanın en rezil, en adi, en hayvanî milleti bizmişiz.
Yazacaklar, konuşacaklar, anlatacaklar. İddiaları, ispatlanmış sayılacak. Alkışlayacağız Efendileri, hanımefendileri. Alkışlanacaklar.
Kurgu deyip geçmeyin. Kurgular, kurguluyor da.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.