Dünyevileşme ve Recep Ayı
Üç ayların şu güzel zeminlerinde bizi neredeyse benliğimizden geçiren dünyevileşme konusuna şöyle bir bakmak istiyoruz efendim müsâdenizle.
Bugün dünyevîleşme (=sekülerleşme) insanların imanlarını tehlikeye sokmuş bir vaziyettedir. İnsanoğlu dini ve kurallarını yaşanan hayâtın dışına koymak için var gücüyle çaba sarf etmektedir. Yâni her türlü yasaktan uzak sâdece nefsânî duyguların tatmin edildiği, -haşa- Allâh (c.c)’ın insanlara karışmadığı, başına buyruk bir hayat isteniyor. Kutsalların ötelendiği, arzu ve heveslerin öncelendiği bir hayat anlayışının dünyâya hâkim olması adına gayretler gösteriliyor. Duygu ve histen yoksun böylesi bir sefih hayat asla tasvip edilemez. Bu seviyesiz hayat tarzı, insana yaşama sevinci ve huzûru temin edemez. Fakat uluslar arası medya ve iletişim araçları maalesef böylesi sefih bir hayâtı insanların zihnine kazıyor. Müslümanlar da bu menfilikten ister istemez etkileniyor.
Halbuki biz Müslüman’ız ve bizim hayâtı doğru yaşama standartlarımız bellidir. Bizi Yaratan Hz. Allâh’a (c.c) iltica etmek, dünyâdaki hayat yolculuğunda Hakk’a gönül bağlamak insana târifi imkansız huzur ve mutluluk sağlar. Tabi bunu tatmayan bilemez ama illâ da insanın bu mutluluğun değerini idrak etmesi kendi kârındadır. Bu amaç doğrultusunda insan yanlışından dönmeli, tevbe ve istiğfar etmeli, imânın lezzetine varmalı, hakiki huzur ve mutluluğa erişmelidir.
Üç ayların huzur ve mutluluk bahşeden şu bereket ikliminde mümin, ibâdelerin yoğun bir şekilde yaşandığı demlerde hakiki mutluluğa ulaşmanın en güzel vakti olduğunun şuurunda olmalı. O zaman davranalım kendimizi eğitmeye, düşüncelerimizi kendi inancımız doğrultusuna sevk etmeye, ne dersiniz? Bunu başarabilirsek ne mutlu bize! Ama tabi iş burada bitmiyor. Asıl mücâdele işte o zaman başlıyor. İnsanı dünya imtihanında başarıya götürecek basamaklar vardır elbette onları çıkmak öyle kolay değil…
Eğer bizi en çok peşinden koşturan dünya ve içindekilerin sevgisini ölçüsüz ve aşırı bir şekilde kullanıldığında o câzibedar dünya, bizi içine çekerek kendisine bağlıyor. Çeşit çeşit yiyecekle-içecekler, giyim-kuşamlar, dekoratif-estetik güzellikte şeyler, her türlü nefse hitap edici eğlence unsurları insanın başını döndürmeye yetiyor. Dünya gerçekten süsüyle-püsüyle onca âlâyişiyle kendisine aldananları elim bir âkibete doğru sürüklüyor fakat insan ona neredeyse hayâtî derecede bağlı olduğundan bir türlü kendini ondan çekemiyor. Hatta bu dünyevîleşme insanda evlâdu iyal sevgisi, mal sevgisi, makam sevgisi, gelecek arzusu ile gönül dünyâsını alt-üst ediyor dahası kişilerdeki dünya sevgisi hastalık derecesine gelebiliyor.
Oysaki yüce Yaratıcı dünyâya koyduğu her bir güzelliği belli ölçülerde biz kullarının faydalanması için yaratmıştır. Müslüman kişinin fıtratı icâbı bunlara meyl etmesi doğaldır ancak bu güzelliklerden vasati olarak aşırıya kaçmayacak helal ölçüde yararlanması isteniyor. İşte bu ölçü seviyesini muhafaza onun imtihanıdır. Bilindiği gibi dünyânın bir imtihan alanı olduğu gerçeğinden bahsedilir. Bu imtihanı aklı olan kazanmak adına dünya ve içindekilerden hadisi şeriflerde belirtildiği üzere tıpkı bir ağacın altında gölgelenme vakit kadar bulunacağını hesap ederek ancak ihtiyâcı kadar ondan yararlanmalı, gereğinden fazlasını kendine yük etmemelidir. Doğru olan davranış budur. İnsana Cenâbı Hak tarafından takdim edilen güzellikleri Müslüman ahretini kazanmak adına en verimli bir şekilde değerlendirmesi kendi adına bir uhrevî yatırımdır. Bunun tersinde ise dünyânın esâreti arasında bocalar durur. Dünyâya bağlanmanın ölçüleri yüce Kitâbı Hakîm’de belirtilmiştir.
Bilindiği gibi nefis ve ruh insanı insan yapan özelliklerindendir. Her insanın arzu ve hevesleri, dünyevî istekleri mevcuttur. Bunlar fıtrîdir, normaldir. Eğer bu duygular terbiye edilip dizginlenmezse bu durum kişiyi uçurumun eşiğine getirebilir. Her yaşın kendine özgü hevesatları vardır. Meselâ; kişi gençlikte şehevi istekleriyle, ilerleyen yaşlarda kariyer, makam ve rütbeyle, ömrün sonlarına doğru da biriktiklerinden hiç ayrılmama istekleriyle imtihan edilir. İnsanlardan kimileri, kendisine Rabb’i tarafından emâneten sunulan güzellikleri nefsinin isteklerine uyarak aşırı kullanırken kimileri de, nefsi isteklerini dizginleyerek kendine verilenleri ilâhî ölçüler çerçevesinde kullanarak sâde bir hayâtı tercih eder. Böylece bâzıları dünyâya bâzıları ahrete yatırım yapar. Gerçek şu ki, dünya geçici içindekiler gidici dünyâda ölümsüzlüğü yaşayan yok.
O halde insana düşen kulluğunu unutmadan, Allah Azze ve Cel’in rızâsına uygun şerefli bir kullukla dünyâyı yaşamaktır. Dünyâdan kopmadan ondan ölçü ve sınırlarımızı muhafaza ederek faydalanmak her akıllı Müslüman’ın şiarı olmalıdır.
Bu hakikatleri şu güzel üç ayların bereketli ikliminde bir kez daha tefekkür etmeye ne dersiniz
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.