Süleyman Küçük

Süleyman Küçük

DSÖ VE AŞI ZULMÜ

DSÖ VE AŞI ZULMÜ

Salgın ve bulaşıcı hastalıklarla ilgili ilk olarak 1851 yılında Paris’te dönemin birçok Avrupa ülkesinin bir araya gelmesiyle, salgınların önlenmesiyle ilgili uluslararası bir konferans toplanmış ama uluslararası anlamda bir sonuç alınamamıştı.

1851 toplantısının ardından 1902 yılında sağlık alanında faaliyet gösteren ilk uluslararası organizasyon olan Pan Amerikan Sağlık Örgütü (PAHO) Amerika kıtası için kurulmuş oldu.

1907 yılında ise Paris’te Uluslararası Kamu Hijyeni Ofisi (OIHP) adlı teşkilatın kurulmuştur.

Bu iki teşkilat, günümüzde bilinen World Health Organization (WHO) yani bizde kısa adı DSÖ olan Dünya Sağlık Örgütünün öncüsü kabul edilir.

Temmuz 1946 tarihinde New York’ta Rockefeller Vakfı öncülüğünde hazırlanmaya başlanan DSÖ Anayasası 7 Nisan 1948 tarihinde resmen kabul edilmiştir.

Türkiye, 9 Haziran 1949 tarih ve 5062 sayılı Kanunla DSÖ Anayasasını onaylayarak, örgüte resmen üye olmuştur

Siyonist Rockefeller ailesi tarafından kurulan şimdilerde dünya nüfusunu azaltma adına en büyük destekçileri Rockefeller  ailesi ile birlikte Dünyadaki üst aklın diğer bir ayağı olan, daha doğrusu 1800 lerden itibaren dünyadaki tüm savaş, katliam, açlık, soykırım, hastalıkların baş sorumlusu olan Rothshild ailesi ile birlikte %70'i Bill Gates Vakfı tarafından, bir bölümü de George Soros'un enstitüsü tarafından fonlanan bir siyonist kuruluştur Dünya Sağlık Örgütü.

Türkiye olarak maalesef biz tarih boyunca hep dostlarımız ile düşmanlarımızı doğru dürüst ayırt edememenin sıkıntılarını yaşadığımız gerçeği bir kez daha DSÖ ile ortaya çıkmış bulunmaktadır.,

Bu anlamda Türkiye’nin stratejik denilen pek çok ortak ve dostları gibi siyonist DSÖ de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımayan kurum ve kuruluşların başında gelmektedir.

Türkiye 1949 da örgüte resmen üye olduktan yaklaşık 71 yıl sonra bu defa hem de bizim vergilerimizle oluşturulan milli bütçeden fonlanmak suretiyle DSÖ ye İstanbul'da ofis açma iznini vermiştir.

Yedi milyardan fazla olan dünya nüfusunu kontrol edilebilir makul bir rakam olarak gördükleri 500 milyona indirme projesinin finansörleri olan emperyalist siyonist üst akılın bütün bu çalışmaları ortada iken Türkiye’nin bu siyonist yapılanmaya kontrolsüz denebilecek özelliklerle donatılmış bir büro açma izni vermesi oldukça manidardır.

İsrail ile birlikte nerde ise dünyadaki en büyük işgalci terörist ülke olan ABD nin bile zaman zaman DSÖ den ayrılacağını açıklaması pandemi döneminde insanların olduğu kadar devletlerin başındaki idarecilerin de yüzlerindeki maskelerinde düşmesini sağlamakta önemli bir adım olarak görülmelidir.

Bütün bu kötülükler ortada açık seçik dururken Sağlık Bakanı Koca’nın devlet politikaları bir yana kendi dini inançları ile ters düşercesine DSÖ nün aşı çalışmaları ile ilgili olarak, "Bu süreçte hem aşının güvenilirliği hem de adil dağıtımı konusunda DSÖ'ye çok önemli görevler düşmektedir." demesi hayli yadırganacak bir davranış olmuştur.

Şu an bütün dünya ülkelerinin gündeminde olan  Corona virüs salgınının daha hangi siyonist projenin kaçıncı aşamasının test edilme mekanizması olduğu bile belli değilken Sağlık Bakanının da ifade ettiği gibi Türkiye'de sıklıkla kullanılan "Sağlık her şeyin başıdır" atalar sözü bir kenara atılarak neredeyse DSÖ ve aşı her şeyin başıdır durumuna evirilmemiz anlaşılmaz bir durumdur.

Corona virüs pandemisinin ilan edildiği ilk günlerde önce PTT daha sonra ise ecza haneler aracılığıyla vatandaşlarına belli özellikleri sağlayan ve virüsten koruyucu olarak kullanılması mecbur tutulan maskeyi dağıtamamışken bu defa Eylül ayının 21 inde açılacak okullarımızda eğitime başlayacak çocuklarımızı virüs musibetinden korumak için daha her şeyiyle dört başı mamur bir hazırlık dönemini tamamlayamamış bir Türkiye’nin siyonizmin emrindeki DSÖ ye yaptığı 25 milyon dolarlık bağıştan başka yılda 3.3 milyon dolar maddi katkı yapacak olmasını da anlamak mümkün değildir.

Diğer taraftan at izinin it izine karıştığı bu keşmekeş günlerinde Türkiye için gerçekten artık kimin dost kimin düşman olduğu tam anlamı ile ayırt edilememişken kendi iç sağlık problemlerini tam olarak halledememiş bir Türkiye’nin corona virüsle mücadelede dayanışma adına 150'den fazla ülke ve uluslararası kuruluşa sağlık malzemesi tedarik etmesi de ayrı bir garabet olarak tarihe geçmiştir.

Siyonist evangelist ittifakın kullandığı maşalardan birisi olarak gördüğümüz Dünya Sağlık Örgütü'nün yüzündeki maskeyi düşüren ve Biyolojik Silahlar Yasası'nı hazırlayan doktorlardan birisi olan Dr. Francis Boyle’nin "Corona laboratuvarda üretilmiş biyolojik bir silahtır. Aslında Dünya Sağlık Örgütü bununla ilgili her şeyi biliyor. Çünkü DSÖ Wuhan'daki Viroloji Enstitüsü ile ortak çalışıyor" ifadeleri her şeyi ortaya koymuş olmasına rağmen görmemezlikten duyumsamazlıktan gelenlerin insan sağlığını koruduklarına inanmak olsa olsa ancak safdillik olur.

Uluslararası kurumların dayattığı gündemlerle ilgilenmek yerine iç politikadaki kısır çekişmelere yoğunlaşan bir ülkenin gündeminde ne siyonist Dünya Sağlık Örgütünün kendisi ne de dayattığı ne idüğü belirsiz aşı zulmü yer alacaktır.

Aşı konusu mu? Korkulur ki o da itiraz edenlerin gayretiyle biraz daha konuşulup sonra “haydi çocuklar aşıya” benzeri bir sloganla insanların siyonist emeller doğrultusunda gönüllü olarak veya devlet zoruyla tamamen aşılanması sağlanacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Süleyman Küçük Arşivi