Dolu dolu yaşamak
Büyük şehirlerde yaşama telâşesi, insanların belirli-belirsiz koşuşturmaları insanları oyalayıp duruyor. İnsanlar bir fırsatını bulup bu hengâmeden kendini kurtarmak biraz nefes almak istiyor ama nafile. Göğe doğru yükselen devâsa gökdelenler âdeta insanın yüreğine ok gibi saplanıyor. Rengârenk ışıklı caddeler insanın gözünü boyuyor ve zaman zaman bir aldanışa sürükleyebiliyor. Hızla akan arabaların gürültüsü insanın zihnini yoruyor yanı sıra büyük şehirlerin kasveti kalpleri karartıyor.
Gün ağarmaya başlar başlamaz sokak ve caddelerde sağa-sola koşuşturan insanlardan kimi işine kimi okuluna giderken kimileri faturalarını ödemeye kimileri de alışverişe koşuşturuyorlar. Bilhassa metropol şehirlerde bu telâşe hiç bitmiyor. Ve bu keşmekeşte yığınla kalabalıklar arasında eriyen, kendinin kaybeden insanlar… Ne yapacağını bilmez bir halde o da koşturuyor tıpkı diğerleri gibi. Bu kalabalığın içindeki insan sâdece kendisine her gün her gün dayatılanları doğru sanarak o da hayâtını ayni çevresindekiler gibi ikâme ettirmekte bir beis görmüyor. Yâni insan akan sele kapılıp gitmekte -Acaba bu hayat doğru mu/yanlış mı?- diye bir irdeleme yapmadan yoluna devam etmekte…
Her gün yaşanan onca telâşe arasında insan ne yapıp ne edip telefonuna gelen mesajı okumakta fakat yüce Yaratıcı’dan gelen mesajı ihmal etmekte. İşine giden kişi her gün yürüdüğü sokakta önünden geçtiği asırlık ağacın güzelliğini fark etmemekte! İnsan rengârenk güzellikleriyle kendisine âdeta gülümseyen bahar ikliminin canlılığından bihâber yaşamakta. Her gün hiç para vermeden soluduğu temiz havayı ciğerlerine çekebilmenin rahatlığını idrak etmekten âciz durumda. Tüm yeryüzüne rahmet tecellisi hâlinde sağnak sağnak yağan yağmur iliklerine kadar merhâmetiyle kendisini sulamakta ama ne yazık ki insan bu hislenmenin çok ötesinde sanki bir robot gibi sâdece yaptığı, yapacağı işlere odaklanmakta, düşünce ve duygu dünyâsını hep ihmal etmekte…
Halbuki hayat koşuşturmaları önümüzde duran hayat parıltılarını ve kudret tecellilerini görmeye engel teşkil etmemeli, güzel fikirler dumûra uğramamalı. Dalgınlıklarla akşama erişiliyor, gafletle sabahlara uyanılıyor. İnsanlık bu mu? Nerde kaldı mümin olma şuuru? Aklı-fikri-gönlü muhteşem mânâ güzellikleriyle dolması gereken insanoğlu fatura peşinde koşmak için mi geldi bu dünya hânesine? Ama maalesef yaşanan acı gerçek de bu!
Yüce Yaratıcı en güzel özelliklerle yarattığı insanoğlunun önüne tüm güzelliğiyle sanki bir kâinat sofrası sermiş; şırıl şırıl akan dereleri-devâsa denizleriyle, her biri ayrı renk ve kokudaki bin bir çeşit çiçekleriyle, her biri farklı lezzet ve tattaki yiyecek ve içecekleriyle, ormanlarıyla, hayvanlarıyla tabiattaki her bir parça insanı hayretten hayrete düşürüyor. Hepsi Cenâb Hakk’ı gösteren bu muhteşem tecelliler nasıl görülmez?
İnsan içinde bulunduğu dünya telâşesinden bir süre sıyrılıp Mevla Teâlâ’nın “Hayy” “Musavvir” “Cemil” “Vedûd” isimlerinin tecellilerini seyredip bunalan gönül âlemine bir rahatlık sağlayabilir. Hakk’ın âyetlerini bizzat yerinde müşâhade edebilir bu hal insana bir dinginlik getirir. Kezâ insan işine giderken tanısın tanımasın insanlara selam vererek yanında yürüyen küçük çocuğun yanağını okşayarak, yaşlı bir büyüğe otobüste yer yererek iyilik yapmanın hazzına erişebilir. Yâhut hasta komşusuna bir tabak çorba götürerek, karşıdan karşıya geçmeye çalışırken zorlananları karşıya geçirerek, elinde poşetleri olanın ihtiyâcına koşarak hayâta dokunabilir insan. İşte bu sâhici dokunuşlar dünya hengâmesi içinde sıkılan insanı hayâta tebessümle baktırtabilir. Unutulmasın ki ölü ruhlar güzel davranışlarla canlanır, dirilir.
Yoksa dünya keşmekeşi hızla akan hayat çarkı içinde insanları eritip ömürlerini hebâ edecek. Unutulmasın ki dalgınca, gamsızca yaşanan her ânın bedeli olur. Eğer insanlar madde kadar mânâya da dokunarak yaşarlarsa o zaman günleri, ayları, seneleri ve dahi ömürleri bereketle dolacaktır. Dolu dolu yaşamak bu olsa gerek.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.