Mustafa Balkan

Mustafa Balkan

Dindarların Parayla İmtihanı

Dindarların Parayla İmtihanı

Hayatın nasıl yaşanacağı hususunda benimsenen düşünce, inanç, ilke ve değerler toplamına din deniliyor. Bir başka deyişle: “Allah tarafından peygamberler vasıtasıyla akıl sahibi insanlara tebliğ edilen, onlara dünya ve âhiretde saadet yollarını gösteren sistem, İslâm, Müslümanlık.”

Dinin emrettiklerini yapan, yasaklarından kaçınan kimseye de “mütedeyyin” ve “dindar” deniliyor. Nureddin Topçu, “Gerçek dindarın hareketi ibadet, sözü dua, bakışı rahmet, beraberliği kuvvettir” diyor. Bir âyette “Allah katında din İslâmdır” buyuruluyor. (Âl-i İmrân, 16)

Biliyorsunuz Konya, 90’lı yıllarda “din-ekonomi ilişkileri ekseninde bir “holding tecrübesi” yaşamıştı. Sonra bu tecrübe “holdingcilik” olayına doğru evrilmişti. Toplumun inandığı dinin sosyal hayattaki tesirlerini inceleyen ilim dalına da “din sosyolojisi” diyoruz. O dönemde “tamahkârlar” ile “sahtekârlar” arasında yaşanan olaylara tanık olmuş bir gazeteci olarak dindarların parayla olan imtihanları hususunda; tamahkârlar ile sahtekârların birbirleriyle nasıl iyi geçindiklerine de şahit olmuştum. Nevzat hoca “Biri inanca açtır, diğeri aldatmaya.” demişti. Yaşanan şu ekonomik buhranda günümüz din tüccarlarıyla eskileri mukayese edilirse, yenileri, eskilerin pabucunu çoktan dama atıp rahmet okutuyorlar. Din kavafları ile din istismarları arasında yakın bir bağ var; tamahkâr ile sahtekâr arasındaki bağ gibi…

Burada Tükdoğan hocaya kulak verelim: “Ekonomik sistemler kendilerini oluşturan değer değer ve normlardan soyutlandıkça maddileşmektedir. Böyle bir süreç bireyler arasında gösterişçi tüketim, israf ve lüksü tırmandırmaktadır. Böylece iktisâdî alan, kâr için kazanç sağlayan, kolay para kazanan, hayalî ticaret peşinde koşan, çok kazanmak için her yolu meşru sayanların egemen olduğu bir ortam olmaktadır. Böylece toplumu ayakta tutan kültürel bağlar çözülmekte değerler sistemi alt üst olmaktadır.” Halbuki kadîm kültürlerin hepsinde ekonomi bir insan için kaçınılmaz olarak gerekli olan, ancak belirleyici olmayan bir unsurdur. Davutoğlu, günümüz toplumlarında, değerler hiyerarşisinde ekonominin başat konuma geçmesini moderniteyle açıklamaktadır. “Modernite değerle mekanizma arasındaki ilişkiyi tersine çevirerek ekonomiyi merkeze aldı. Kapitalizm ile demokrasi arasındaki irtibatlandırmada olduğu gibi ekonomi siyaseti belirlemeye başladı. Siyaset hukuku, hukuk değerlerini üretti. O değer de insana ekonomik tüketici kimliği oluşturdu. İslâm medeniyeti ve diğer kadîm kültürlerde önce ontoloji sonra değer, sonra hukuk, sonra siyaset, en son ekonomi gelirdi.” Ve böylece değerler, ahlâk, din, toplumsal yaşantıda kontrol, denetim işlevini yerine getirmekteydi. Bugün siyasetten ekonomiye her alanda görülen ahlâkî çözülme ve sorunların temelinde bu değerler hiyerarşisinin tersyüz edilmesi yatmaktadır.

İnsanların kazanç ve harcamalarına göre değerlendirildiği zenginlik ve lüks yaşam hayranlığının egemen olduğu, zenginlerin toplumsal kahraman addedildiği bir toplum için ekonomi, adeta dinin yerini almıştır. Ve bu ekonomi dininin kendine özgü bir ahlâk yasası vardır. Çağın bunalımının sebebi hikmete, fazilete dayalı değerlerin terk edilerek insanların sınırsız bir rekabet, çok kazanma hırsı, tamah, kıskançlık ve çekişme itilmeleridir. Dizginlenmemiş kapitalist toplumlarda “bireycilik” tüm ahlâk sistemlerince kötülenen bencillik ve egoizme dönüşmekte ve o şekilde algılanmaktadır.

Bu zihniyet kıyasıya rekabet, haksız kazanç, ahlâk dışı reklâmlar ve adaletsiz yöntemler demektir ki bu kişisel kâr ve başarılı olabilmek için bütün kutsal değerlerin feda edilmesi demektir. Bunun sonucu da toplumda kıskançlık, karşılıklı nefret ve düşmanlıktır.

Günümüzde üreten değil tüketen insan tipi idealize edilmekte tüketim değerleri toplumsal davranışa yön vermektedir. Değer’in yeni olana atfedilmesi tüketim toplumunun en belirgin özelliğidir. Tüketim toplumu daha fazla üretmek için tüketmek gerektiğine işaret eder. Bunun sonucu da tüm dünyada bir uçta yoksullar öteki uçta aşırı zenginlerin yer aldığı, orta sınıfın eridiği bir toplum yapısıyla karşılaşılmaktadır. Serbest piyasa ekonomisinin yol açtığı söylenen bu durumdan kurtulmanın yolu dünya nimetlerinden israfa kaçmayacak şekilde yararlanmak, dürüstlük, helâl kazanç gibi değerlere yönelip, lüks ve fantezilerden, gösterişçi yaşamdan uzaklaşarak sosyal değerlere yönelmekle mümkündür.”

Şu yaşadığımız ekonomik krizde iktisat sistemi ahlâktan mı yoksa ahlâksızlıktan mı güç alıyor. Hukuk gibi iktisat da ahlâkın tamamlayıcı bir unsuru değil mi? Bir şeyin ahlâkı oluşmadan, hukuku oluşur mu? Şu yaşanılan/yaşadığımız duruma yasal mevzuat düzenlense bile işlerlik kazandırılabilir mi? Günümüz Müslümanları, dindarları, başka insanları kendine tercih etme, merhamet, hürmet, hizmet, samimiyet ve tevazu gibi kavramlar karşısında acaba ne düşünüyorlardır. Ahlâkın ve dolayısıyla dinin özünü hukukî kurallardan önce ahlâkî kurallar sağlamıyor mu? Bir emniyet subabı vazifesi gören hukuki kurallar, genellikle yukarda saydığımız dinin özünü oluşturan kavramların gerisinde değil midir?

Dindarların parayla imtihanı, 21.yüzyılın çeyreğine geldiğimiz şu zaman diliminde artarak devam ediyor. Sizlere iyi şeyler söylemek isterdim. Paranın “amaç” haline geldiği/getirildiği küresel rüzgârların tesirine kapılan insanımızın, insanların, insanlığın gidişatı hiç de iyi yöne doğru değil.

NOT: Sevgili meslektaşlarımın 10 Ocak Gazeteciler Günü kutlu olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Balkan Arşivi