Canım çekti ben de yazdım (2)
Canım çekti ben de yazdım (2)
“Aziziye Cami”sinin müdavimleri ile virgül attığım geçen haftaki yazıma kaldığım yerden, daha doğrusu, çocukluk ve gençlik anılarıma devam edeceğim. Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Neşe Karaböcek, Huri Sapan, Ümit Besen, Selahattin Alpay, İbrahim Tatlıses'in şarkılarından liste yapıp “Ses Plak”ta kaset doldurtturmanın moda olduğu yıllardı.
Aşık Salihi “Saliha”sına Larende yokuşunu işaret ederek 'yalvarırım çıkma yüksek yokuştan' diye şarkı bestelerken, diğer bir şarkısında da 'sen bir gün kırmızı mersedes içerisinde gelin giderken' diye seslenince, gelin arabası için eşten dosttan kırmızı mersedes ayarlamak moda oluvermişti.
“Uzun Harmanlar”da toprak su kanalları boyunca iğde ağaçları henüz kesilmediği, “Çakıl Harmanlar”da yastıkçıların sebep olduğu yangınlara müdahele etmek için ayda bir “Paşalı Köprü”den telaşla giden itfaiye araçlarını merakla takip edip, “Kurtuluş” taraflarında raylara koyduğumuz madeni 2.5 liralarımızın üstünden geçen kara trenlerce dümdüz edilmesini, heyecanla gözlediğimiz, kaçak göçek izinsiz gittiğimiz “Meram”da suya girdiğimiz zamanlardı.
Sedirler'e “Türbe Önü”nden at arabası dolmuş kalkarken, Hükümet önünden “Öğretmen Evleri”ne, “Araplar”a ister “Tripörtör” deyin, ister “Arçelik” ile ama mutlaka 6 kişi dizdize gitmek garip ama özlem duyduğumuz günler olarak yerinde duruyor.
Hele de her dönüşte bir tarafinıza saplanacakmış gibi duran direksiyonlu şoför mahalline oturmuşsanız sizden iyisi yoktu. Arçelik'i ya da Tripörter'ü kullanan amcanın ya da abinin yanına oturmak, biraz daha havalıydı. Burada bir gerçeği de belirtmek lazım. O dönemleri hatırlayanlar, özellikle de şoförlerin yanında oturanlar bilir. Kilosu yüksek amcalar ile yengeler, teyzeler çok yer kapladıkları için, şöforler tarafından görmezden gelinirlerdi.
Daha modern toplu taşıma araçlarına kavuşmak nasip oldu. Şampiyon olup o zamanki ismi ile 1. lige çıkan Konyaspor'a gelir elde etmek amacı ile açılan dolmuş hatları ile birlikte Inter, Magirus minibüslerin ortaya çıkması gerekiyordu. Böylelikle iki büklüm binilen tanımadığınız insanlar ile diz dize yolculuktan gosdura gosdura yolculuğa terfi edilmiş oldu. Yeri gelmişken Tercüman gazetesinin hiç bitmeyen kampanyaları ile sahip olunan, “Murat 124”lerin yan oturan ve bir tanıdık gördümü havalı kornası ile da dat yapan şoförlerini de anmış olalım.
Diğer taraftan Afganistan'ın Rusya tarafından işgali ile birlikte zaten ileri derecede taraf olduğumuz siyasi düşüncelerimiz kendimizce daha bir militan ruha bürünmüş kitaplıkta düzenlenen Ali İhsan Vatankurtaran hocamızın başkanı olduğu “İslamı Değerleri Tanıtma Vakfı”nın Aşık Kul Sadi tadındaki geceleri daha bir anlamlı hale gelmişti.
Yine Abdullah Büyük hocamızın önce kitaplıkta konferanslar ile başlayıp sonra “Sultan Selim” ve “Kapu cami”lerinde devam eden vaazları ile gönüllerimiz coşup beyinlerimiz doluyorken, yaz “Ramazan”larını “Sultan Selim'in çevresinde bugün bile olmayacak kalabalık cemaatlerin katıldığı teravih namazları ile taçlandırmak gibi bir manevi keyfi yaşıyor idik.
Geçen hafta “Aziziye cami” kıble tarafında işyerimizin bulunduğu “Şeyh Ahmet Efendi” çarşısını da içerisinde barındıran ticaret bölgesinden bahsetmiştim bir miktar. Konya'nın ticari hayatına önemli bir katkı yapan birçok işadamının ya da işletmenin ilerleyen yıllarda kendini gösterdiği büyümenin temelleri buralarda atılmıştı aslında.
Organize sanayiler, çeşitli meslek gruplarının kümelendiği siteler, farklı bölgelerde fabrikalaşmalar hep buralardan filizlendi. Gidin organizelerde rastgele bir fabrikanın kapısını çalın bakalım geçmişinde “Eski Garaj” civarında bir otomobil tamirhanesi ya da küçük bir bakkal dükkanı var mı, yok mu? Zamana dayalı işletmeler el değiştiriyor ya da piyasada söz sahibi firmalar, sermaye sahipleri değişkenlik gösterebiliyor.
Yine babamin önemli bir tesbitidir; bu şehirde 3. nesile aktarılabilmiş varlıkların pek az olduğu. Bugün 1960 ve 70'lerden faaliyet alan ve yerleri değişkenlik gösterse de ticari hayatını devam ettiren ve yeni kuşakların devralıp büyüterek yola devam ettirdiği işletmelerin gün geçtikçe çoğalması gelecek adına ümit veriyor. 2 devlet 2 vakıf ve birisi de yılda olmak üzere 5 üniversitenin varlığı düne göre bugünün önemli katma değerlerinden olup işletmelerde süreklilik sağlanması konusunda önemli bir etken olacaktır diye düşünüyorum.
Çocukluk yıllarımızda bisikletimiz de oldu, her makul gelir sahibi ailelerin çocuklarının olduğu gibi. Sadece bisikletim değil, Peugeot marka motosiklete de sahip oldum.
Lise 2'ye geçtiğimiz sene babam, “İstanbul Caddesi”nde bulunan “Uğurel Ticaret”ten yani rahmetli Recep amcanın dükkanından amca oğlum Ahmet'e ve bana birer motosiklet almıştı. Böyle bir motosiklete sahibi olmak o yıllarda biraz daha ayrıcalıktı.
Yıllar geçip evlat sahibi olduktan sonra aklımız başımıza geldi, aman ALLAH'ım kaportası insan olan motosiklete nasıl ve ne cesaret binmiştik. Hiç unutmam Form kavşağında ışıkta birlikte kalkıp, yarıştığımız ya da kapıştığımız başka bir motosikletinin Anıt virajını alamayıp DSİ tarafında bulunan orta refüje uçup gittiğini.
Tabi her gün oradan gelip geçen ben, viraja hızımı azaltarak girdiğim için arkama bile bakmadan gazlayıp gitmiştim okuluma. Ben oğlumun motosiklet kullanmasına izin vermedim, ama yaşı tuttuğu anda ehliyeti alıp arabanın direksiyonuna oturtacak imkana sahip olduk çok şükür.
Sevgili Recep Çınar'ın bir yazısından yola çıkıp nerelere geldik değil mi? Haftaya da ilk yazıda belirttiğim gibi çocukluğumuzun ve ilk gençliğimizin geçtiği Aziziye camisi etrafındaki dostlarımız ve hatıralarımızdan bir miktar bahsedip kısa süreli köşe yazarlığı maceramızı bitirelim inşaallah.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.