“Bilen konuşmaz konuşan bilmez”
“Konuşmak yaradılıştan, susmak akıldan gelir.” Der Lehmann.
**
Konuşmak insani özelliklerin en güçlüsüdür belki de. Elbette konuşmak derdimizi anlatmak ve diğer insanlarla etkileşim halimizi sürdürmek çok güçlü bir dürtümüzdür ve olması gereken de konuşarak anlaşmaktır. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta “ne” konuştuğumuzdur.
**
Araştırmalar göre, bir konuda veyahut uzmanlık alanında eğitim seviyemiz arttıkça bildiğimiz bilgileri iddia etme oranımız azalıyor. Peki bu ne demek? Örneğin psikoloji bilimini düşünelim; psikoloji biliminden hiçbir eğitim almamış bir kişi psikoloji biliminde her şeyi bildiğini iddia ederken, psikoloji biliminden doktorasını yapan bir kişi, hiçbir eğitim almamış kişiye oranla daha az konuşmayı tercih ediyor.
**
Sonuç olarak akıllara şu soru düşüyor: neden yetkinliğimiz olmadığı alanlarda bu kadar söz sahibi olmayı istiyoruz?
**
Aristo, “İnsan doğası gereği bilmeyi ister.” Der önermesinde. Şüphesiz ki bu önerme varoluşsal bir dürtüdür. Mutlak hakikattir. Ancak biz bilmeyi mi istiyoruz yoksa insanlar bizi bilgili görsün ve saygı duysun mu istiyoruz?
**
İnsan sosyal bir varlıktır. Etrafındaki topluluğun içinde yaşar ve o topluluğa kendini kabullendirmek ister, aidiyet ister. İşte tam da bu noktada insan diğerleriyle aynı ya da daha üst bilgiye sahip olduğunu göstermek için çok konuşur ve konuştuğu kelimelerin içini dolduramaz.
**
Bildiği için ya da bilgisiyle diğer insanları bilgilendirmek için değil kabul edilebilmek için konuşur. Asıl tehlike arz eden ve dikkat etmemiz gereken nokta budur ki diğer insanlarla etkileşimimizi derinden etkileyen ve “nerede hata yapıyorum da insanlar benden uzaklaşıyor” diye düşündüren bir probleme bizi sürükler.
İnsan sadece bildiği kadar konuşabilseydi şüphesiz ki şu an ki dünyadan çok daha sessiz bir dünya bizleri karşılardı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.