Hüzeyme Yeşim Koçak

Hüzeyme Yeşim Koçak

Beytullâh’ın süpürgesi

Beytullâh’ın süpürgesi

Yapılan bazı yolculukları farklı zaman ve kişilerden dinlemek, okumak ayrı bir keyif veriyor.

1950 yılında hacca giden, Kadirî meşayihinden Mustafa Necati Ak Hocaefendi’nin hatıraları da; hem insanın anılarını tazeliyor, hem yeni tecrübelerle zenginliklerin kapısını açıyor.

 “Bu minval üzere gece gündüz ziyaret ve ibadetlerle meşgul iken arefeye bir gün kalmıştı ki sabahleyin erkenden Beytullâh’a gelince herkes kapıya bakmakta, oraya dikkatle baktım ki bir heyet Mısırlı, Pakistanlı. Bir tanesi de bizim Türkiyeli Hüsnü Viran. Âlimler tarafından Beytullah’ın içi zemzemle yıkanıyor. Halkı yanaştırmamak için askerî tertibat da alınmıştı. Bu zatlar yıkama vazifesini bitirdikten sonra mübarek evin içine girenlerin hepsi dışarı çıkmış ve Mısırlı bir âlim, yüksek sesle ‘Allâhu ekber! Allâhu ekber! Lâ ilâhe (illallâhu) vallâhu ekber! Allâhu ekber! Ve lillâhi’l-hamd!’ kelimelerine terennüm etmiş ve süpürgeler elde olarak dağıtılırken hacılar üzerlerine hücum edip ellerindeki süpürgeleri didik didik yapıyorken mezkur adamları bir çok yıpratmış ve ancak süpürgenin saplarıyla ‘Yâ Allah!’ diyerek rastgelene çala çala ve fırsat buldukça kaça kaça yakalarını kurtarabilmişlerdi. Şüphesiz bu da hacıların ayrı bir neşesini temin etmişti.”

Arafat kısmı kolay dile getirilemez, değişik bir fasıldır. Mustafa Efendi’ye kulak verelim:  

“…hemen inip sabah namazını kıldık. Deliller bizi çadırlara taksim ettiler. Orası ayrı bir âlem. Gözlerin fark ettiği yere kadar çadırlar kurulmuş. Her türlü ihtiyaçlar bol bol temin olunmakta, herkes zevk ü safa ve neşe ile yeyip içmekte ve birbirini ziyaretlerle ‘Lebbeyk’ çağırmaktadır.

Arafat Dağı Mekke’nin şarkında olup yüksek bir dağın kucağında oturmuş ufacık tepedir. Üzerinde beyaz bir kule ve birkaç tane de yeşil ağaç var. Kara ve iri taşlardan ibarettir. Zahir görünüşü bu vaziyette iken mana bakımından başı arşa kadar uzamış bir nurdan amûd ve rahmet kalesi demeye hak kazanmıştır. Hem de öyledir.

Öğle namazına kadar zikrullah, tespihle meşgul olup namazı mescid-i İbrahim’de kılmak üzere otomobillere binip koca bir kalabalık cemaatle öğle namazını müteakip ikindiyi de bir kâmetle kıldık.(…)

Yine çadırlara döndük. Artık vakfe başladı. Arafat Dağı’na karşı ellerimizi kaldırıp delil uzun uzun dua etti. Biz de ‘Âmin!’ derken, eller yüze sürülmüştü ki cenup tarafında kumları savuran ve çadırları söküp birbirine katan bir rüzgâr peyda oldu, rüzgârı yağmur, yağmuru şiddetli bir dolu takip etti ki her biri gülle kadar. Birçoklarımızın başı kırıldı. Birçokları yere yıkıldı. Fakat biz talihin bir cilvesine uğramıştık ki makinenin içinde bulunduğumuz için fazla zahmet çekmedik.

Yâ ilâhe’l-âlemîn! Senin hikmetine akıl ermez. Nedir on dakika evvelki müthiş sıcak, şimdiki ortalığı bembeyaz eden dolu ne? Dişlerimiz şakırdamaya ve vücudumuz titremeye başladı. Sonra yaptığımız tahkikata göre bu fırtına yalnız Arafat sahasına olmuş. Diğer yerlere damla yağmamıştır. Hacıların haccının kabul olduğuna bu bir alamettir ki dua ile günahlarını, yağmur ile de bedenlerini Cenab-ı Hak yıkayıp temiz kılmıştır.” (Mustafa Necati Ak, Hac Yolunda, Timaş)

Mübarek Beldedeki hacı adaylarımızın haclarının kabulünü niyaz eder, yüce millet ve ümmetimizin Kurban Bayramını tebrik ederim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüzeyme Yeşim Koçak Arşivi